Su, Türkiye’nin de içinde olduğu bölge için uzun dönemde ancak sürekli ele alınması gereken bir mesele. 2000’lerde Türkiye’nin gündemine rahmetli Prof. Dr. Ali İhsan Bağış’la ses verdi. O dönemde Hacettepe Üniversitesi’nde Hidropolitik bölümü kurulmuş, suyun yeterliliği ve sınır aşan sular sorunu tartışılır olmuştu.
Aslında su meselesi Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nde, 100’den fazla habercinin izlediği tarihi Atatürk Barajı ihalesi ile birlikte gündeme girmişti. Dünya Bankası daha önce inşaatı başlayan Keban’ı kredilendirmiş ancak Atatürk Barajı’na aynı ilgiyi göstermemişti. Türkiye öz kaynakları ile yürüdü. Sonraları baraj su tuttu, Irak ve özellikle Suriye’yi tatmin etmese de 500 metreküp suyun komşulara gitmesi konusunda anlaşmalar yapıldı. O dönemlerde İsrail hedefli, Manavgat kaynaklı ‘Barış Suyu’ projeleri konuşuldu.
Aslında amaç 22 baraj, HES ve inşa edilecek sulama tesisleri ile işlerlik kazanacak devasa GAP Projesi‘nin her anlamda bölgenin kaderinin değiştirmesinin sağlanmasıydı. Bu nedenle bölgede terörün başlaması ile GAP Projesi arasında ilişki kuran yorumlar da yapıldı. Aynı şekilde bu projenin enflasyonun nedeni olduğuna ilişkin yorumlar da yapıldı. O zamanlar 32 milyar dolar olarak hesaplanan maliyeti ile tüm dünyanın gıpta ettiği bir bölgesel kalkınma projesiydi. Bugün itibarıyla projeye 16-17 milyar dolar harcandığı biliniyor.
Bu devasa projeyi gerçekleştirmeye çalışan ve ‘su tutma’ konusunda oldukça mesafe alan Türkiye genelde sınır aşan Dicle ve Fırat’ın suyunu asla silah olarak kullanmadı.
Bugün İran susuzluk nedeniyle başkentini Tahran dışına, ‘güney’e taşımayı tartışıyor. Türkiye’nin Irak ve Suriye ile kalıcı bir anlaşması yok. 1987 Suriye ile imzalanan protokolun ‘yetersiz’ ve ‘yanlış’ anlaşma olduğu vurgulanıyor. Kuruluşu sırasında Lübnan’daki Litanı nehrini sınırları içine almaya çalışan, Lowdermik Planı ile Ürdün Nehri sularını havza dışına aktarmaya çalışan İsrail’in bölgedeki tüm kuyu sularına el koyduğu, Filistin’in tarımdan bütünüyle çıktığı da biliniyor.
İktisadi Kalkınma Vakfı’nda düzenlenen “Sınır Aşan Sular Meselesi Açısından Orta Doğu’da Son Gelişmeler” toplantısında da bunlar konuşuldu.
Vakıf Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Halûk Kabaalioğlu’nun yönettiği toplantıya MEF Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ayşegül Kibaroğlu, Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. İbrahim Mazlum ve Ankara Politikalar Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi E. Büyükelçi Ömer Önhon konuşmacı olarak katıldılar.
Ortak görüş iklim değişikliğiyle birlikte Ortadoğu’da su sorununun daha yakıcı bir şekilde gündeme geleceği oldu. Türkiye’nin Suriye, Irak’ın yanı sıra İran’la da masaya oturarak sınır aşan sular konusunda anlaşmaya varması gerektiği de konuşulanlar arasında yer aldı. Bu arada Fırat’tan 500 metreküp su verilmesinin iklim değişikliği nedeniyle günümüz gerçekleri ile uyuşmayacağı vurgulandı. Daha önce akan suyun yarısı olan bu miktar, iklim değişikliği nedeniyle toplam su miktarında düşüş olması nedeniyle yerine getirilebilir bir taahhüt olarak görülmüyor.
İsrail’in ise Dicle ve Fırat konusunda taraf olmadığı, Türkiye ile bölge ülkeleri arasında yapılacak görüşmelerde İsrail’in masada olmasının mümkün olmadığı, ulusal su politikasının bütün olasılıkları dikkate alarak uygulanması gerektiği de vurgulanan konular arasında yer aldı.
Kuşkusuz su ile üretim arasındaki ilişkiyi de GAP Projesi sağlayacak, bölge su kaynaklı olarak topyekün kalkınacaktı. GAP kapsamında 22 baraj ve 19 hidroelektrik santrali ile sulama şebekelerinin yapımı, 1,8 milyon hektar alanın sulamaya açılması, yılda 27 milyar kilovat-saat hidroelektrik enerji üretimi planlandı.
14 hidroelektrik santrali, 18 baraj tamamlandı, sulama sistemlerinin yapımı sürüyor. Bölgede 25 civarında OSB, 45 civarında küçük sanayi sitesi oluşturuldu. Bugün bölgenin toplam ihracattaki payının ancak yüzde 3’ten 5’e çıktığını görüyoruz.
Bütün bu gelişmelere rağmen her nedense Atatürk Barajı’nın yapılması, Urfa tünelleri ile suyun toprakla buluşturulması, bunun GAP Projesi’ne dönüşmesi konusunda 45 yıl önceki heyecanın görülmediğini de not etmek lazım.