PKK’nin kendini feshetmesi sonrasında izlenecek yol, atılacak adımlar da Türkiye’nin ya yasama-yürütme-yargı erklerinin tek elde toplanacağı ciddi bir otoriter sisteme yönelmesine, ya da gerçek demokrasiye dönüşmesine neden olabilir .
Türkiye’nin 50 yıllık terörle mücadelesi resmen bitti. PKK terör örgütü kendini feshetti. Bu kritik gelişmenin sadece dış politikaya değil, iç politikaya da muazzam etkileri olması mümkün. Gelişmelerin nasıl yönleneceğini görebilmek için çok yakın geçmişteki yaşananlara bakmak gerek. Önce olası dış politika sonuçları;
Terör örgütünün kendisini feshetmesi süreci, MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla başladı, PKK’nın hapisteki lideri Abdullah Öcalan üzerinden yürütüldü. Öcalan’ın Şubat ayında yaptığı “fesih” çağrısını üzerine örgüt de Kongresini 5-7 Mayıs’ta iki ayrı yerde toplayarak, silah bırakma ve fesih kararı aldı. Türkiye’de kamuoyu doğal olarak PKK’nın düzenlediği bu kongreye odaklandı. Kongre’nin “Öcalan’ın video konferans yoluyla bağlanmasından”, nerelerde yapıldığına ilişkin pek çok ayrıntısı Türk basınında yer aldı, tartışıldı. Ancak aynı dönemde, Türkiye’nin dış politikasını derinden etkileyecek bir başka “Kürt kongresi” daha yapıldı. Kamışlı’da, Suriye’nin kuzeydoğusunu kontrol eden PYD-YPG’nin evsahipliğinde gerçekleştirilen bu kongrenin önemi ise, bugüne kadar birbirine çok uzak duran, hatta zaman zaman çatışan Irak ve Suriye Kürt hareketlerini bir araya getirmesiydi.
KAMIŞLI’DA ÖNE ÇIKAN TALEPLER
Kamışlı’daki kongrenin katılımcıları çok ilginçti; Türkiye’nin başına ödül koyduğu PKK’lı isimlerden, Kuzey Iraklı Kürt Lider Barzani’nin kontrolündeki ENKS adlı Kürt oluşumuna, DEM Parti’ye kadar pek çok örgüt ve siyasi partinin temsil edildiği, Amerikalı ve Avrupalı diplomatların da bulunduğu konferansa 400 kişi katıldı. Kamışlı Konferansı, Bahçeli’nin Öcalan’a çağrısıyla başlayan Türkiye içindeki süreç ile, Barzani’nin ENKS ve PYD-YPG ile barışması sürecinin, eş zamanlı gerçekleşmekte olduğunu ortaya koydu. Yani PKK’nın kendini feshetmesi ile Suriye ve Irak’taki Kürt hareketlerinin dönüşümlerini ve Kamışlı Kongresi üzerinden dünyaya duyurdukları taleplerini birbirinden ayırmak mümkün değil.
Neydi Kamışlı Kongresi’nde öne çıkan talepler ?
■ Kürtler kontrolün ve idarenin kendilerinde olduğu Suriye içinde federal bir devletçiğe sahip olsun.
■ Şam kontrolünde bulunan bölgelerin yönetimine Kürtler de atansın.
■ Kürtçe Suriye’nin ikinci resmi dili olsun.
■ Suriye’nin doğal kaynaklarından Kürt federe devletçiğine de pay verilsin.
SURİYE’DE DE ÖZERK BÖLGEYE DOĞRU
Kamışlı bildirisinin özeti şu; Suriye’deki PYD-YPG hareketi, halihazırda Irak’ın kuzeyinde Barzani yönetimindeki Kürt özerk bölgesine benzer bir yapı kurmanın ilk adımını attı. Üstelik bu adım hem bizzat Barzani’den, hem de ABD-Avrupa cephesinden destek aldı. Şimdi sırada Ankara’nın -adı adem-i merkeziyet, özerklik ya da federasyon olsun- bu sistemi kabul etmesi var. Türkiye ikna olursa, Ankara’nın etkisiyle Şam yönetiminin de bu sisteme razı edilebileceği hesaplanıyor belli ki… Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in Suriye’de Fırat’ın doğusunu kontrol eden yapıdan PKK terör örgütü bağlantısını ima eden “PYD-YPG” yerine, Amerikalılar’ın koyduğu ismiyle “Suriye Demokratik Güçleri-SDG” olarak bahsetmeye başlaması, Ankara’nın da “ikna olmaya başladığı”nın işareti gibi.
PKK FESHİNİN OLASI ETKİLERİ…
PKK terör örgütünün kendini feshetmesinin, Türkiye’deki iç politikaya etkileri olacağı da aşikar. Fesih, Türkiye’nin gelecekteki idari sistemini etkileyecek kadar kritik önemde. ABD’de Donald Trump’ın Başkan seçilmesi, Avrupa’da aşırı sağın yükselişi, hatta bazı Avrupa Birliği ülkelerinde hükümet ortağı haline gelmesi, küresel düzeyde demokrasiden otoriterleşmeye yönelmesinin somut göstergesi. PKK’nin kendini feshetmesi sonrasında izlenecek yol, atılacak adımlar da Türkiye’nin ya yasama-yürütme-yargı erklerinin tek elde toplanacağı ciddi bir otoriter sisteme yönelmesine, ya da gerçek demokrasiye dönüşmesine neden olabilir. PKK’nın fesih süreci, Türkiye’de iktidardaki Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı MHP’nin çağrısıyla başladı. Büyük ortak AK Parti’nin sürece yaklaşımı ise çok daha temkinli oldu. AK Parti yöneticilerinden PKK’nın “şartsız silah bırakması” dışında herhangi bir açıklama gelmedi. Peki PKK gerçekten “şartsız” olarak mı silah bıraktı? Buradaki kritik çıkış, geçenlerde vefat eden Öcalan ile müzakereleri yürüten DEM Parti heyetindeki Sırrı Süreyya Önder’in açıklamalarında saklı. Önder, Öcalan’ın fesih çağrısını kamuoyuna duyururken, küçük de bir “not” eklemişti; “Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir.”
Bu nottaki beklenti, öncelikle DEM Parti’nin son yerel seçimlerde kazanmış olduğu Mardin gibi, Van gibi Belediyelere atanan kayyımların görevlerine son verilip, bu belediyelerin seçilmiş başkanlara bırakılması… Yine PKK’nın fesih açıklamalarında ortaya çıkan bir başka beklenti ise, hapisteki Öcalan’a siyaset yapabilmesi için daha fazla alan tanınması.
Nitekim bu konuda da bazı adımlar daha PKK’nın fesih kararı ortaya çıkmadan atıldı bile… Basında, Öcalan’ın İmralı’daki çalışma ortamının iyileştirildiği, yanına “sekreterya” görevi için bir düzine kadar PKK’lı mahpusun getirildiğine ilişkin haberler çıktı. Yine Öcalan’ın Ankara’ya götürülerek göz ameliyatı olmasının sağlandığı, PKK’nın fesih kongrelerine de video konferansla katılımının sağlandığı haberleri de Türkiye’de hükümet tarafından yalanlanmadı. Bir başka beklentinin ise PKK’lı mahkumlar için af getirilmesi olduğu yine Kuzey Irak’taki medya organları tarafından yazılıp çiziliyor. Bunun da Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un son dönemde dillendirmeye başladığı adalet reformunda yer alıp almayacağını hep birlikte göreceğiz.
ANKARA KULİSLERİNDE NE KONUŞULUYOR?
Peki bu süreçten iktidardaki AK Parti’nin siyasi alandaki beklentisi ne olabilir? Ankara kulislerinde konuşulanlar, en büyük beklentinin TBMM eliyle gerçekleşecek bir Anayasa değişikliği olduğuna işaret ediyor. Son genel seçimlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan az farkla kazandı. Hemen ardından yapılan yerel seçimlerde de iktidar cephesinin oy kaybettiği, muhalefetin bir sonraki Cumhurbaşkanlığını kazanma ihtimalinin belirdiğini ortaya koydu. AK Parti’yi en çok sıkıştıran unsur, Cumhurbaşkanı’nın yüzde 51 oyla seçilmesi. Bir de fiilen üç kez Cumhurbaşkanı seçimine girip kazanan, mevcut Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir daha seçime girmesine Anayasal engel olup olmadığı meselesi de ayrıca tartışma konusu. AK Parti, bu konuları hukuk üzerinden çözmek istiyor. Ancak Anayasa değişikliği yapmak için yöntem belli; ya 400 milletvekilinin desteğiyle TBMM’den geçirilecek, ya da 360 vekilin desteği alındıktan sonra Anayasa değişiklikleri referanduma sunulacak. Türkiye’nin içinden bir türlü çıkamadığı ekonomik kriz, yerel seçimlerden birinci parti olarak çıkan ana muhalefetin başarısı sonrası AK Parti açısından “referandumu” riskli bir seçenek haline getiriyor. Anayasa değişikliğinin TBMM’den geçebilmesi için ise DEM Parti milletvekillerinin desteğine ihtiyaç var. Öcalan üzerinden yürütülen PKK fesih sürecini, bu yanıyla değerlendirmek mümkün…
KAYYIM MESELESİ YETERLİ Mİ?
Siyaset, bilinmeyeni çok denklem gibi; DEM’e zaten kazanmış olduğu Belediye Başkanlıklarının geri verilmesi iktidar açısından çok maliyetli değil. İktidarın süreç çerçevesinde kayyım uygulamasından vazgeçmesinin, ana muhalefet partisi CHP’ye de yarama ihtimali büyük… Halihazırda CHP’nin İstanbul’daki bazı ilçe belediye başkanları ile İstanbul Büyükşehir belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında teröre destek suçlamalarıyla da iddianame hazırlığı bulunuyor. Örneğin, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer hakkındaki tutuklama kararı ve ardından gelen kayyım ataması, terör bağlantılı suçlarla ilişkili…
Eğer DEM ile iktidar arasında yürütülen süreç kayyım uygulamasından vazgeçilmesini kapsarsa, bu durum CHP’nin terör soruşturması altındaki belediyelerine de yansıyacak. Bu durumda Özer’in serbest kalması ve görevinin başına dönmesi büyük olasılık…
Ancak İmamoğlu meselesi biraz daha karışık; çünkü İBB Başkanı hakkındaki tutuklama kararı terörden verilmedi. Hakkındaki terör suçlamaları düşse bile yolsuzluk iddianamesi üzerinden İmamoğlu’nun tutukluluk durumunun devam etmesi söz konusu olabilir. Ayrıca hem DEM’in hem de kendini fesheden PKK’nın “ek talepleri” olmasını da beklemek mümkün… Yine Ankara kulislerinde konuşulanlar, Anayasa’nın “vatandaşlık” tanımında bir değişiklik talebinin gündeme gelebileceğine işaret ediyor. Yine resmi dil, Kürtçe’nin kamu okullarında öğretilmesi, merkezi iktidarın bazı yetkilerinin belediyelere devredilmesi gibi meselelerde de DEM’in beklentileri olduğu açık. İktidarın bu beklentileri ne kadar karşılayacağını ise siyasetin gidişatı belirleyecek. Diğer yandan, fesih sonrasında PKK’nın halihazırdaki silahlı gücünün akıbetinin ne olacağı meselesi de önemli… Son yıllardaki terörle mücadele operasyonlarıyla Türkiye’den büyük ölçüde silinen PKK’nın, halihazırda beş bine yakın silahlı unsuru olduğu yazılıp çizilmekte. Bunun yaklaşık 300 kadarı “elebaşı” niteliğinde. Bu kişilerin Kuzey Avrupa ülkelerine gönderileceğine ilişkin haberler Türk basınında da çıkmaya başladı. Yine PKK silahlı unsurlarından Irak ve Suriye vatandaşı olanların da kendi ülkelerine gönderilmeleri akla yakın bir çözüm. Ancak sayıları iki binin üzerinde olan Türk vatandaşlığı taşıyan PKK’lıların akıbeti ise siyasetin yakın dönemde en çok konuşulan konusu olmaya aday…