Eğer Bahçeli'nin teklifi gerçekleşirse, Kıbrıs Adası'nın güneyindeki petrol/doğalgaz yataklarından, Kıbrıslı Türkler'in de yararlanma hakkından feragat edilecek.
KKTC'deki cumhurbaşkanlığı seçimi, sadece AK Parti hükümeti tarafından desteklenen UBP adayı Ersin Tatar'ın değil, Türkiye'deki vatan-millet-hamaset politikasının da çöküşüne de vesile oldu.
KKTC, Türkiye tarafından tanınan, bir Anayasası olan, demokrasi ile yönetilen bir ülke. Bahçeli'nin defaaten önerdiği şekilde seçimleri yok sayıp, bağımsız bir ülkeyi Türkiye'ye bağlama çağrısının KKTC Anayasası'na aykırılığı açık.
Ayrıca bu çağrının, ilerde Türkiye'de yapılacak seçimlerde Cumhur İttifakı'nın beğenmediği bir sonuç çıkması halinde Bahçeli'nin benzer bir tavır içine girip girmeyeceğini tartışma konusu haline getirdiğini de not etmek gerekir.
Adanın tümüne garantörken, yarısına razı olmak...
Bahçeli'nin çıkışı, Türkiye'nin Kıbrıs politikası açısından da çok sorunlu. Garantör ülke konumuyla Türkiye, Kıbrıs Adası'nın tümü üzerinde söz sahibi. KKTC'nin "82'nci vilayet" olarak bağlanması, Türkiye açısından adanın tümündeki haklarından da vazgeçmesi anlamına gelecek.
En somut örnek enerji meselesinde. Eğer Bahçeli'nin teklifi gerçekleşirse, Kıbrıs Adası'nın güneyindeki petrol/doğalgaz yataklarından, Kıbrıslı Türkler'in de yararlanma hakkından feragat edilecek.
Erhürman'ın çözüm önerisi
Kıbrıs'ta iki bağımsız devletli çözüm önerisi bu açıdan zaten başından itibaren sorunluydu. Federasyon ise denendi ancak olmadı. Bu durumda, iki devletli/gevşek bir konfederasyon, adanın ve Doğu Akdeniz'deki tüm aktörlerin geleceği açısından ortalama bir formül, en iyi çözüm gibi duruyor.
Nitekim Bahçeli'nin KKTC'de ezici bir çoğunlukla seçilmesine çok kızdığı yeni Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman'ın önerisi de, adını koymadan, bu formülü çağrıştırıyor; “Ademi merkeziyetçi- ortak çatı devletin yetkileri azaltılmış” federal çözüm önerisi Erhürman'ın savunduğu.
Ancak KKTC'nin yeni Cumhurbaşkanı, yeniden yıllarca sürecek sonuçsuz bir "federasyon müzakeresini" de en başından dışlıyor bu formülü ortaya atarken. İki tane "olmazsa olmaz" şartı var müzakereler için: Görüşmelere bir zaman sınırı konulacak ve görüşmeler sonuç odaklı olacak.
Peki ya, 50 yıldır pek çok kez olduğu gibi, görüşme süreci sonuçsuz kalıp çökerse ne olacak? Erhürman buna "Statükoya dönüş olmaz" diyerek yanıt verdi hep. “Çözüm bulunmaması halinde Kıbrıslı Türklere yönelik uluslararası kısıtlamaların kaldırılmasını” da masaya oturmak için şart olarak öne sürülebileceğini söyledi. Kabaca bir “Tayvan modeli” gibi bir formül bu. Resmen devlet olarak tanınmasa da, KKTC'nin dünyanın her kesimiyle ticaret yapan, rahat yolculuk edebilen, ekonomik sorunlarını kendi çözebilen bir devlet haline getirilmesi.
Kıbrıs'tan bahsederken haritaya bakmakta fayda var.
Ada, Doğu Akdeniz'in tam ortasında, pek çok ülkenin "egemenlik ya da etki" peşinde olduğu bölgede yer alıyor. Kıbrıs'ın güney yarısında Türkiye'nin garantörlük haklarından vazgeçmek, bu bölgedeki Türk etkisinin bir daha geri gelmemek üzere gitmesi anlamına gelir.
Tam da ABD'nin, Yunanistan'ın, hatta İsrail'in istediği de bu değil mi zaten?
Bu açıdan bakınca, Türkiye'deki siyasetçilerin değil sonuçları saymamak, KKTC halkına aslında Türk çıkarlarının Antalya Körfezi'ne hapsedilmesini önledikleri için teşekkür etmeleri gerekir.