Daha yazın ortasına gelmedik. Kuraklık hem içme suyu sağlayan barajları hem de tarımı vuruyor. Kuraklıkla ilk kez karşı karşıya kalmıyoruz. Fakat aşırı talep, iklim değişikliği gibi faktörler, sayısını, süresini ve şiddetini artırdı.
Yangınlardan manşetlerde kendine yer bulamıyor ama Türkiye ciddi bir kuraklık riskiyle karşı karşıya. İzmir'de su alarmı veriliyor. Barajların hızla kuruduğu, kentin 70 günlük suyu kaldığı haber ediliyor. Yağış düzeni bozulan Ankara'nın barajlarında ise 170 günlük içme suyu kalmış. İstanbul'da durum daha iyi ama su seviyesi yüzde 60'lara düştü.
Kuraklık tarımı da vuruyor. Trakya'ya neredeyse 3 aydır yağmur yağmıyor. Türkiye'nin tarım ve gıda deposu Konya'da hububat hasadı başladı. Kuraklık nedeniyle verim çok düşük. Bu yıl rekoltede yüzde 30 düşüş bekleniyor.
Uzmanlar, kamunun gücünü kullanarak 'önleyici tedbir' istiyor. Doğru söze ne denir? Kuraklık riski büyüse de, barajlardan su çekmeye devam ediyoruz. Gelgelelim, günü kurtarmanın ötesinde, plan, proje ve iradeye ihtiyaç var. Geçenlerde Pankobirlik Genel Başkanı ve Konya Pancar Ekicileri Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı Ramazan Erkoyuncu ile Torku tesislerinde sohbet ediyorduk. Özetle şunları söyledi:
"Konya Ovası'ndaki en büyük tehdit kuraklık. Su sorunumuz giderek derinleşiyor. Yeraltı sularına yönelik açılan kuyularda 300 metreye kadar inildi. Bu dahi bazı bölgelerde yetersiz kalıyor. 500 metreden su çıkarmanın anlamı olmaz. Maliyet çok yüksek. Susuz tarım diye bir şey yoktur. Su yoksa tarım da olmaz. Acilen dış havzalardan su getirmeliyiz. Manavgat Çayı'nı Konya Ovası'na akıtalım. Su biterse bizim fabrikaların da bir anlamı kalmaz."
Erkoyuncu'nun önerisine itiraz çok olacaktır. Ama önyargılarımızı bir kenara bırakıp, durumu tüm yönleriyle ele almamız lazım. Vakit o vakit...
Zihinsel kuraklığa kapılmadan!