Dünyanın dört bir yanında liderlerin çevreleriyle, halklarıyla ve hatta kendi iç sesleriyle bağlarının zayıfladığına tanık oluyoruz. Gürültücü gözükseler de aslında sessizliğe gömülen liderler yüzünden kontrolsüz dış konuşmalar normal sayılıyor. Keyfe dokunan sesler ise eleştiri hedefine yerleşiyor.
Sessizlik, bireysel bir tercih meselesi olamaz; siyasi, toplumsal ve psikolojik sonuçları olan bir kriz çağrısı olarak tanımlanmayı hak ediyor. İletişim, tarih boyunca liderliğin en güçlü ve aynı zamanda en kırılgan alanı. İyi zamanlarda iletişim güç çarpanı; kriz anlarında dinamit.
Gönül ister ki, doya doya renkli yerel örnekler üzerinden yürüyelim; ancak yerli örnek kullanmak, eleştirinin iletişim metodu olarak kabul gördüğü yerlerde yapılabilir. Hala hem gazeteciliğin daha şeffaf yapılabildiği hem de kökleşmiş gelenek nedeniyle yorum yapma kabiliyeti daha yüksek olduğundan ABD’den, çok ilginç ve taze özellikler sergilediği için de bir önceki Başkan Joe Biden’la başlayacağım.
Balon sendromu
Yaşına ve sağlık sorunlarına binaen Başkan Biden hakkında nezaketen çok konuşulmadığından yönetiminin son yıllarında olduğu gibi, konfor balonunda yaşamaya devam ediyor. Oysa tarih çeşitli yönleriyle çok çok anacak kendisini. Biden, 2024 ABD seçim kampanyasında ve sonrasındaki çalkantılı günlerde yalnızlaştırılmış bir lider figürü olarak anılacak. İletişimin stratejik olarak kontrol altına alınma metotlarının hepsini bugün bilmiyoruz doğal olarak ama yarın teker teker iletişim literatürüne katılacaklar.
Paketlenmiş lider
Başkan’ın dar danışman çevresi, 2024 seçim sürecinde kamuoyundaki algısını filtreden geçirmiş, kötü haberlerin kendisine iletilmesini engellemiş, anket sonuçlarını yumuşatmış, eleştirileri süzmüş. Biden sterilize bir gerçekliğe hapsedilmiş. Anımsayacak olursanız, Biden, seçim kampanyası boyunca da yalnızca seçilmiş ortamlarda kamuya seslendi. Açık basın toplantısı kurgulanmadı. Röportajlar sınırlıydı, doğrudan halkla teması kesildi. Lider her gün biraz daha iletişim becerisini yitirdi. Bunu en bariz Başkan Trump’la TV münazarasında gördük.
Kör, sağır, dilsiz
Gazeteci Tyler Pager’ın çarpıcı NYT haberini tavsiye ederim. Pager The New York Times, Beyaz Saray muhabiri, piyasaya yeni çıkan kitabı“2024: How Trump Retook the White House and Democrats Lost America”da ABD Başkanlık seçimlerinde Joe Biden’ın çöküşünü, içeriden aldığı bilgi, tanıklık ve belgelerle açıklıyor. Zaman açısından geçmeyecek güncellikte. Okurken kurumunuzda, çevrenizde, ülkede türlü izdüşüm yakalayacaksınız. Tyler haberinden anlıyoruz ki, Başkan’a anket sonuçları doğrudan hiç sunulmamış, Başkan da seçimi kazanıyorum sanıp durmuş. Başkan’ın adamları, kuş uçurmamış; Başkan’ın kampanya ekipleri dahi Başkan’a yaklaştırılmamış. Parti üyeleri, arkadaşları, hatta bağışçıları ve icracı bakanları Başkanla bir araya getirilmemiş. Kendisiyle, “gerçek” yerine “arzu edilen” tablolar paylaşılmış.
Morning Joe
Başkan kör ve sağır bir lidere dönüşüp, kapılar duvar olunca gerçeği anlatmak isteyen Demokrat çevre, “bize kim yardım eder” arayışına girişmiş. Milletvekilliği boyunca Demokrat Parti’nin kilit figürlerinden biri, ABD tarihinin ilk kadın Meclis Başkanı Nancy Pelosi, Başkan’a ulaşmayı başaran ender kişilerden. Enteresandır, çok eski dost ve müttefik olmalarına karşın, Başkan ona da inanamamış. Zamanın giderek daraldığını görenler umudu, Başkan’ın her sabah kaçırmadan izlediği “Morning Joe” adlı TV programına bağlamışlar.
Her fırsatta yerle bir edilmeye çalışılan iletişim platformlarının ne kadar etkin olduğunu görmek için böyle çaresizlikler yaşamak üzücü… Düşünecek olursanız, ardından gelen Başkan’ın kabinesini program yapımcı ve gazetecilerden kurgulaması da ayrı bir konu ya… Bir ABD Başkanı ve çevresinin bu hallere düşebileceği olsa olsa Hollywood’da film olur.
Madem “Hollywood” dedim
O günleri gözünüzün önünde canlandırmak için bu akıl tutulmasının perdesini aralayacağım:
- Kitap ve haberin kilit noktasıyla başlayayım; Tyler Pager kitabı için bilgi toplamak üzere tüm kaynaklara ulaşmaya çalışmış. Biden'ın danışmanları gazeteciyle görüşmesini engellemiş. Kapıdan giremeyince bacadan giren Pager, Biden’ı özel telefonundan aramış. Başkan açmış, hatta birkaç samimi cümle de ifade etmiş. Daha sonra buluşma sözü vermiş. Biden’ın ekibi durumu öğrenince, paniklemiş Başkan’ın telefonu elinden alınmış, numarası acilen kapatılmış. Artık “aradığınız numaraya ulaşılamıyor”!
- Kriz sırasına dönelim; Biden’ın yakın danışmanları (Steve Ricchetti ve Mike Donilon), kampanya ekibinin sunmak istediği anket verilerini Başkan’a doğrudan ulaştırmamış.
- Her sabah “kazanabiliriz” illüzyonu üreterek güne başlıyorlarmış. Profesyonel araştırmacı kamuoyu yoklama ekipleri “Başkan’ın kazanacak bir yolu kalmadı” tespitlerini aktardıklarında, hayli kaba karşılık almışlar. Beyaz Saray’da azar kültürü…
- Görgü şahitlerine göre Temsilciler Meclisi’ndeki üst düzey Demokrat Pete Aguilar, durumu doğrudan Oval Ofis’e taşıyacak bir kanal bulamayınca, koridorlarda Başkan danışmanlarıyla yüksek sesle tartışma yaşamış.
- Yalnızca TV izleyen Başkan’a bazı danışmanlar, MSNBC sunucusu Joe Scarborough aracılığıyla ulaşmaya çalışmış. Scarborough canlı yayında açıkça “Öfke Biden’a değil, onu balon içinde tutanlara yönelik” açıklamasını ve Başkan’ın kaybetmekte olduğunu söyleyince perde biraz aralanmış…
- Son olarak şunu da aktarayım; Biden, zenginlerin sayfiye mekanı Hamptons’taki bir bağış etkinliğine katılmış. Bağış kampanyanın en kritik safhası; para yoksa kampanya yok! Kendisine yaşça yakın zengin destekçilerinden biri çıkıp açıkça söylemiş; “Artık zihin gücün yerinde değil, bizi ikna edemiyorsun!” Rivayet o ki, Biden, Trump’la düello fiyaskosu için savunmaya geçmiş; yarışta kalmakta ısrar etmiş... Ekibi, klasik bağışçı kaygısı yaşandığına ikna etmiş…
Danışmanlar Başkan’ı idare ederken başka sesler meydanlara çıkıyor. İnanın en kontrollü, etik ve bilgiye sadık olanları tescilli medya platfromları. Diğer varsayımlar hayal gücünü zorlayıp, farklı anlatılara kaydılar.
Liderlik nasıl kaybedilir?
Kör ve sağır olma temel nedenler. Liderin gerçekten kopması dehşet verici… Görüyoruz ki, lider ördüğü çevre tarafından izole edilebiliyor. O çevre güya güvene, sevgiye ve saygıya dayanıyor. İletişim yalnızca bir kampanya stratejisi değil, liderliğin kendisi. Liderleri sessizliğe iten şey yorgunluk mu, kibir mi, korku mu, sistemin onları yalnızlaştıran doğası mı?
Benzer bir durum tarihte Başkan Lyndon Johnson’da da görülüyor. İktidarının son dönemlerinde Lyndon Johnson, kendi hikayesini yalnızca kendi anlatmak istiyor, dış eleştirileri “histeri” olarak niteliyor, çevresini sadakat üzerinden seçiyor, medya ile bağlarını koparıyor… İster kamuoyundan ister kabinesinden gelsin kendisine ve yönetimine yöneltilen uyarılar ses bulmuyor. Johnson’ın “her şey yolunda” kurgusu, gerçeğin yerine geçiyor.
Sessizlikte kaybolanlar
Birebir benzemese de İngiltere’den Boris Johnson da son dönemlerinde doğrudan iletişimi kesmişti. Medyadan kaçıyor, kamuoyu yoklamalarına kulak asmıyor, yalnızca kendi belirlediği mecralarda konuşuyordu. Johnson, halkın değil kendi hikayesinin kahramanıydı.
Eski ABD Başkanlarından Richard Nixon, Mısır’da Hüsnü Mübarek, İngiltere’de Margareth Thatcher, Sovyetler Birliği’nde Leonid Brezhnev ve Çin’de Xi Jinping gibi liderlerde de benzer örüntüler yarattı. Johnson medya ile köprüleri atmış, Nixon Watergate sürecinde iletişimi tamamen kesmiş, Mübarek halktan kopmuş, Thatcher kabinesinden izole olmuş, Brejnev sağlık sorunları nedeniyle kamuoyuyla temasını azaltmış, Xi merkezi kontrol adına kişisel iletişimini sınırlamış lider örnekleri. İletişimi kendi çevrelerine indirgemeleri nedeniyle kamuoyu nezdinde yalnızlar.
Güya iletişim
Lideri, romanın yazarı gibi düşünebilirsiniz, hikaye akışını belirliyor; kalem elinden düştüğünde anlatı başkalarının yorumlarına kalıyor. Tıpkı bir dizinin baş karakterinin son sezonda görünmemesi gibi… İzleyici ne olduğunu anlamaya çalışırken başka karakterler çoktan hikayeye yön vermeye başlıyor.
"Körler sağırlar birbirini ağırlar" eleştiriye kapalı, kendi çevresinde dönen gruplar, tarafsız değerlendirme yapılmayan, liyakatsiz sistemler, birbirinin hatalarını görmezden gelen iktidar çevrelerini ifade eden ironik bir halk deyişi. Bugün temsil ettiği engelli gruplara karşı geliştirdiğimiz haklı duyarlılık nedeniyle kulağı tırmalasa da yerinde bir ifade.