Elde ettiği faizle lüks alışveriş yapan, seyahate giden, hizmetler sektörüne harcayan çok kişi gördüm ancak altınını bozdurup haç farizası hariç seyahate gidene hiç rastlamadım.
Geçtiğimiz haftanın en önemli olayı ‘2025 yılının son Enflasyon Raporu (IV) sunumu’ydu.
Benim yazımı okuduğunuzda üzerinden tam bir hafta geçmiş olacak. Ancak yine de önemli gördüğüm hususları paylaşmakta fayda var diye düşünüyorum.
Sunum sonrası soru-cevap kısmı hep çok önemlidir. Eğer doğru ve güzel sorular gelirse bu sorulara verilen cevaplar önem arz eder. Merkez bankacılarının önceki toplantılarda sorulmuş sorulardan oluşan bir havuzu vardır. Bu havuza sunum sonrası muhtemel gelebilecek soruları da eklerler.
Bu sunumda gördüğüm kadarıyla herkes dersine iyi çalışmış. Başkan soruları tüm samimiyetiyle ve zarif bir şekilde cevapladı. Bu tarzda bürokratları seviyorum ben.
Başkan Fatih Karahan alınan tüm kararların oybirliği ile alındığını ifade ederek, para politikasının hedefe ulaşması ya da ulaşmamasından herkesin sorumlu olduğunu bence epey açık şekilde vurguladı. Buradan kaçış yok. Ben aslında şunu söyledim ama yapmadılar diyemez hiç kimse. O zaman madem o karar yanlıştı karşı dursaydın ya da en azından şerh düşseydin denebilir. Bence bu önemli bir vurguydu.
Enflasyonun yüzde 28 civarında takılıp takılmadığı hususu ise Başkan Yardımcısı Cevdet Akçay ve Başkan Fatih Karahan arasında polemik konusu oldu. Cevdet Akçay, “Nerde takılacağını bilemiyoruz. Elimizde çok daha fazla veri olması lazım ancak geciktiği aşikâr. Başkan’ın belirttiği gibi yüzde 28 civarında takılıp takılmadığını bilemiyoruz” dedikten sonra Başkan Fatih Karahan kendisinin böyle bir ifadesinin olmadığını, yüzde 28’de takıldı denemeyeceğini belirtmesi, başkan ve başkan yardımcısı arasında içeride bizim bilemediğimiz bir gergin ortamın olabileceği kanaatini bende güçlendirdi.
Yine Başkan Yardımcısı Akçay; “…Sıkılık kavramının sorgulanması gerekiyor. Faizin yüksek olması illa sıkılık anlamına gelmiyor. Şirketler bu sürece belirli bir tamponla girdiler. Tahsili gecikmiş alacaklar tarihsel ortalamaların altında. Finansman tarafında ne kadar ihtiyaç var? Ona bakmak lazım. Sıkılık oradan geliyor aslında. Gerçekten sıkı ise o zaman şirketler fiyatlama davranışlarını mecburen değiştiriyorlar. Beklenti aslında fiyatlama davranışı. Soğuma tehdidinin devrede olması icraatından daha önemli olabilir…” dedi. Bence soru cevapta en ilgi çeken kısımlardan biriydi.
Ekonominin kuralları evrensel şirketlerin alışkanlıkları yereldir
Aslında Merkez Bankası şirketler kesimiyle sürekli iletişim ve etkileşim halinde. Bu tamponların hep olduğunu, kredi mekanizmasında değerli TL’nin yabancı para cinsinden kredi kullanımını tetikleyeceğini, kredi yeterliliği olan firmaların kurun sabit tutulduğu bir ortamda yabancı para cinsinden kredi kullanmaya bugün başlamadıklarını, geçmişten gelen alışkanlıklarında yabancı para cinsinden borçlanmanın sıklıkla görüldüğünü, firmalar üzerinde soğuma tehdidinden ziyade kurun yükselme tehdidinin daha etkili olduğunu Merkez Bankası yönetiminin bilmesi gerekir.
Elbette ekonominin kuralları evrenseldir ancak şirketlerin alışkanlıkları, iş yapış şekilleri, patronların davranışı yereldir. Bunu bilmek için biraz daha fazla işletmelerle zaman geçirmek, geçmişte neler yaptıklarını iyi analiz etmek gerekir. Soğumanın temel kaynağının aslında yüksek faizden ziyade yüksek maliyetler olduğunu, bu maliyetlerin en önemli iki kaynağının emek yoğun işletmelerde işçilik maliyeti ve değerli TL olduğunu bilmek bence çok zor değil. Bir de bunun yanına şirketlerin zaten uzun yıllardan bu yana hep banka kredisi ile döndükleri için aslında yüksek faizden korkmadıklarını, nakitsiz kalmaktan korktuklarını da eklemek lazım.
Maliye politikasının yetersiz olduğuna vurgu beklerdim
Fakat Başkan’ın rekabetçilik kaybının Euro cinsinden olmadığını söylediği yaklaşımını ben pek doğru bulmuyorum. Hem bir taraftan fiyat koyucu oldukları için reel sektörün enflasyon beklentilerini önemsediklerini belirtiyor ki bu bence çok doğru ancak diğer taraftan Euro’da yaşanan parite kaynaklı yükselişin ihracatı destekleyici olduğunu, rekabetçilik kaybının Euro cinsinden olmadığını söylüyor. Buna dayanak olarak da ihracat performansında bir bozulma olmamasını gösteriyor. İçeride maliyet artışının birden fazla nedeni var aslında. İşçilik maliyetlerindeki yükseliş, enerji maliyetlerinin rakip ülkelere göre pahalı olması, değerli TL nedeniyle artan maliyetler, hammadde fiyatlarında küresel ölçekte artış vs. sayılabilir.
Eğer emek yoğun sektörleri gözden çıkardıysak Başkanın yaklaşımı doğru. Fakat bu sefer de Euro parite avantajından yararlanmayan bölgelere ihracat yapanları ne yapacağız? Sektörel bazda ortaya çıkan bozulmaları zaten mevcut para politikası gideremez. O zaman burada doğru olan sektörel bozulma yaşanan alanlara maliye politikaları ile müdahale etmek değil mi? Bu konuda maliye politikasının yetersizliğine vurgu beklerdim kendi adıma.
Başkanla aynı görüşü paylaşamadığım bir diğer nokta da faiz gelirlerinin servet etkisi olmadığına ilişkin görüşü. Yüksek faizin enflasyonist olmadığını düşünüyor. Servet etkisinin konut fiyatlarından ve altından geldiğini söylüyor. Bu kısmen doğru. Ancak Türk toplumunun genel yapısında altına olan teveccüh hep var. Altının servet etkisi konuta dönüşüyor. Konut ise kiraya verilince gelir artışı yaratıyor. Bu dolaylı bir etki. Ben kendi adıma elde ettiği faizle lüks alışveriş yapan, seyahate giden, hizmetler sektörüne harcayan çok kişi gördüm ancak altınını bozdurup haç farizası hariç seyahate gidene hiç rastlamadım. Yabancı çalışmaları yazarın içinde yaşadığı toplumun genel özellikleri ile değerlendirmek doğru olur. Türkiye’de altına olan talep ile bir Amerikalının altına olan talebi aynı motivasyonla olmuyor.
Bunun en güzel örneği TL’den KKM’a dönenlerle Yabancı Paradan KKM’a dönenlerin motivasyonlarında görebiliriz aslında.