Kayıt dışı ekonomi, Türkiye’nin ekonomik büyüme, sosyal adalet ve vergi gelirleri açısından en ciddi tehditlerinden biri olarak yıllardır devam eden yapısal bir sorun olarak karşımızda duruyor. Vergi adaletini zedeleyen, kamusal kaynakları aşındıran ve rekabeti bozan bu sorun, artık klasik yöntemlerle sürdürülebilir biçimde kontrol altına alınamayacak hale gelmiş durumda. Etkin bir mücadele için sadece denetim değil; güçlü bir vergi mimarisi, teknolojik altyapı, toplumsal uzlaşı ve kararlılıkla yürütülecek yapısal reformlar gerekmektedir.
Bu noktada, kayıt dışılığı besleyen en önemli etkenlerden biri olan vergi aff ı uygulamalarına da dikkat çekmek gerekir. Vergi affı uygulamaları, artık kamuoyunda neredeyse olağan hale gelmiş ve mükellef beklentilerinin doğal bir parçası olmuştur. Ancak bu uygulamalar, toplumda vergi adaletine olan inancı zayıflatmakta ve kayıt dışı alanları teşvik etmektedir. Mükellefler, yeni bir af beklentisiyle yasal yükümlülüklerini ertelemekte, bu da hem vergi hasılatını düşürmekte hem de sistemin sürdürülebilirliğine zarar vermektedir. Örneğin, 2018 yılında uygulanan vergi aff sonrasında, vergi gelirlerinde geçici düşüşler yaşandığı gözlemlenmiştir.
Vergi affı uygulamalarının olumsuz etkilerini azaltmanın yanı sıra, vergi sistemimizin temel unsurlarından biri olan vergi oranlarının da makul seviyelerde tutulması gerekmektedir. Vergi oranlarının makul seviyelere çekilmesi hem yerli hem de yabancı yatırımcılar için ülkemizi daha cazip hale getirecektir. Avrupa ülkelerine kıyasla istihdam maliyetlerinin görece düşük olduğu ülkemizde, düşük vergi oranları özellikle doğrudan yabancı yatırımlar için önemli bir çekim unsurudur. Ayrıca, düşük vergi oranları vergiye gönüllü uyumu artırır; çünkü mükellefler, ödeyebilecekleri makul seviyedeki vergileri kaçırmak yerine yasal yollarla ödemeyi tercih ederler. Bu durum vergi tabanını genişletir, vergi gelirlerini artırır ve kayıt dışı ekonominin önüne geçilmesini sağlar.
Kayıt dışı ekonominin yarattığı en büyük sorunlardan biri de vergi yükünün adil dağılmamasıdır. Vergiyi yalnızca kamu giderlerini karşılamak için değil, sosyal adaleti sağlamak ve gelir dağılımını dengelemek için de öderiz. Başarılı bir vergi sistemi; ekonomik kalkınmayı, yatırımı, üretimi ve toplumsal refahı destekleyen bir sistemdir. Bu nedenle vergi sistemimizin sadece mali açıdan değil, sosyal işlevleri açısından da yeniden ele alınması gerekiyor. Adaletli vergi yükü dağılımı, sistemin meşruiyetini güçlendirecektir.
Mevzuatın sadeleştirilmesi, vergi uygulamalarının anlaşılır hale getirilmesi ve bildirim yükünün azaltılması, kayıtlı ekonomiyi destekleyen en temel adımlardır. Öte yandan, Gelir İdaresi Başkanlığı’nın sahip olduğu teknolojik altyapı ve veri kapasitesi, dijital dönüşümle birlikte kayıt dışı ekonomiyle mücadelede önemli bir potansiyel barındırmaktadır. e-Fatura, e-Defter, e-Arşiv gibi uygulamalarla şeffaflık sağlanmakta, bu da ekonominin kayıt içine çekilmesini kolaylaştırmaktadır. Örneğin, dijitalleşme öncesi ve sonrası yapılan karşılaştırmalar, kayıt dışı ekonomide belirgin azalmalar olduğunu göstermektedir.
Sahada yürütülen yaygın ve yoğun denetimler, bu sürecin olmazsa olmazıdır. Ancak bu denetimlerin cezalandırıcı değil, rehberlik edici, eğitici ve mükellefi yönlendirici bir anlayışla yürütülmesi esastır. Vergi sistemine olan güveni ancak bu şekilde pekiştirebiliriz. İş dünyasının faaliyetlerini sekteye uğratmadan yapılan denetimler hem kayıtlı ekonomiyi güçlendirir hem de sağlıklı kamu gelirlerinin toplanmasına katkı sağlar.
Kayıt dışı ekonomiyle mücadele sadece teknik bir mesele değil, toplumsal bir seferberliktir. Vergi sisteminin başarısı, kamu harcamalarını karşılamaktan çok daha fazlasını ifade eder. Gelir dağılımında adaleti sağlamak, yatırım ve üretimi teşvik etmek, sosyal güvenlik sistemini sürdürülebilir kılmak bu başarının parçasıdır. Bu nedenle kayıt dışılıkla mücadelede herkesin - mükelleflerin, meslek mensuplarının, kamu idarelerinin ve politika yapıcıların - aktif rol alması gerekmektedir.
Düşük vergi oranları ve adaletli uygulamalar etkin bir vergi sistemi için şarttır. Böyle bir sistem hem yerli üretimi hem de uluslararası yatırımı destekler. Aynı zamanda refahı artırır ve güven oluşturur.