YASEMİN BAL
Türkiye ekonomisinin en sessiz ama en güçlü düşmanı, bir suç örgütü gibi örgütlenmiş değil; tam tersine, gündelik hayatın doğal akışı içine sızmış durumda, herkesin ucundan kıyısından yaptığı kayıt dışı işlemler işlemlerin görünmez ağlarından doğmaktadır. Kayıt dışı ekonomi. Bu ekonominin anatomisinin uzun gölgeleri her yere sinmiş durumadır. Bu alanın içindeki gelir kaynakları öylesine çeşitlendi ki, artık sadece bir vergi kaybı değil, devletin geleceğe dönük planlama yeteneğini paralize eden kalıcı bir sistemsizlik oluşturduğu duygusu yaratmaktadır.
Kayıt dışı ekonomi, yalnız bütçeyi değil vicdanları da kanatır. Adaletin kayıt altına alınmadığı bir ülkede hiçbir kalkınma sürdürülebilir değildir. Mesele vergi kaybı değil, devletin meşruiyet meselesidir. Güven erozyonu başladığında ekonomi sadece rakamlarda yaşar. İstatistiklerde görünmez ama sokakta hissedilir. Sistemin dışına kaçan her kuruş, geleceğimizin hırsızıdır. Toplumu ayakta tutan organlarını eğitim, sağlık, adalet, mutluluk, huzur ve refahı ampüte eder.
Emeğin değeri, ancak kayda alındığında ölçülebilir
Kayıt dışı istihdam yoluyla “emek” görünmez hale gelmektedir. Emeğin değeri, ancak kayda alındığında ölçülebilir. Oysa Türkiye’de milyonlarca kişi hâlâ sigortasız, güvencesiz ve görünmez çalışıyor. İnşaat, tarım, tekstil, turizm gibi sektörlerde yaygın olan kayıt dışı istihdam; işverene kısa vadeli kazanç, devlete ve topluma ise uzun vadeli yıkım getiriyor.
Bu kişiler ne sosyal güvenlikten yararlanabiliyor, ne de ileride emeklilik hakkı elde edebiliyor. Kayıt dışı istihdam sadece işçiyi değil, işverenin dürüst rekabet eden komşusunu da cezalandıran ve isyan ettiren bir noktaya taşıyor. Çünkü sigorta primi ödemeyen bir işletme, maliyet avantajını fiyatlara yansıtıyor; bu da dürüst üreticiyi sistem dışına itiyor.
Kayıt dışı istihdam, vergi kaybından çok daha fazlasıdır: bir adalet kaybıdır. Ve adaletin eksildiği yerde, sürdürülebilir kalkınma hayal olmaktan öteye gidememektedir.
Elden alınan ödemeler, ekonomi politikasının pusulasını şaşırtır
Elden satışlar ve hizmetler, gri alan ekonomisi oluşturmaktadır. “faturasız işlemler” olarak bilinen mal ve hizmet satışları küçük ama yaygın bir damar oluşturur. Mahalle esnafının, serbest meslek erbabının, kimi zaman da büyük işletmelerin başvurduğu bu yöntem, görünüşte zararsızdır. “Ne var ki küçük bir satış bu?” denir. Ama bu küçük satışlar, ülke genelinde biriktiğinde devasa bir vergi açığı yaratır. Elden alınan ödemeler, dijital kayıt dışına itildiği için ekonomi politikasının pusulasını şaşırtır: Devlet, gelirleri ölçemez, ölçemediğini yönetemez.
Bu alan, aynı zamanda kara paranın da en kolay kamufle edildiği yerdir. Çünkü “elden ödeme” demek, iz bırakmamak demektir.
Fatura manipülasyonlarının oluşturduğu sonuçlar, bomba patlamış bir alanın görüntüsünü yansıtır. Her şey ve her yer paramparçadır. Türkiye’nin ticari hayatında en sık rastlanan kayıt dışı araçlarından biri de faturanın çarpıtılmasıdır. Bazı işletmeler, satışlarını olduğundan düşük gösterip vergi yükünü azaltır; bazılarıysa bilançoyu şişirmek, kredi almak ya da ortaklara farklı görünmek için fazla fatura keser. Son dönemde moda hâline gelen “taksitli fatura” yöntemi ise iki yönlü bir manipülasyon aracıdır: hem vadeli satış gibi görünür hem de tahsilatın gerçek zamanı gizlenir. Faturanın gerçeği yansıtmadığı her durumda sistemin güveni çöker. Çünkü ticaretin özü güvendir, fatura da o güvenin belgesidir. Fatura manipülasyonu, kâğıt üzerinde yapılmış küçük bir oyun değil; ekonominin temel kayıt sistemine atılan sessiz bir bombadır.
Sanal gelir dünyasının temeli sahte ve hileli ticari işlemlerdir. Sanal Gelir, ekonominin en tehlikeli katmanı, hiç gerçekleşmemiş ama kâğıt üzerinde var olan işlemlerdir. Bu işlemler bazen sadece KDV iadesi almak için yapılır; bazen de bir kara para aklama zincirinin halkasıdır. “Paravan şirketler”, “danışmanlık faturaları”, “hayali ihracat” gibi kavramlar hep bu dünyanın ürünüdür. Sahte işlem, piyasaya sahte güven duygusu yayar. Çünkü insanlar bilançolara, sertifikalara, banka dekontlarına bakarak karar verir. Ancak sahte işlem varsa, tüm bu göstergeler bir illüzyona dönüşür. Devletin denetim kapasitesi bu alanda genellikle yetersiz kalır; çünkü sahtecilik, artık elle yazılan bir fişten ibaret değildir. Dijital çağın sahte işlemleri, bir yazılım kodunun içinde saklıdır.
Kayıt dışılığın en sofistike biçimi, döviz hareketleri üzerinden yürür
Döviz sessiz göçü, sermaye kaçışı ve kaçak transferler yoluyla gerçekleşmektedir. Kayıt dışılığın en sofistike biçimi, döviz hareketleri üzerinden yürür. Resmî kanallardan kaçırılan döviz, sadece bir “vergi kaybı” değil, finansal egemenlik kaybı anlamına gelir. Çünkü her dolar, her euro ülke dışına çıktığında, Merkez Bankası’nın para politikası etkisizleşir. Bu paralar çoğu zaman kripto transferlerle, “offshore” hesaplarla veya “yurt dışı danışmanlık bedeli” kılıfıyla çıkarılır. Bir başka yöntem ise “fiktif ithalat-ihracat”tır. Mallar kâğıt üzerinde varmış gibi gösterilir; döviz de “mal bedeli” olarak transfer edilir. Böylece hem sermaye kaçışı hem de kara para aklama aynı anda gerçekleşir. Bu noktada mesele artık mali değil, ulusal güvenlik meselesidir. Çünkü sermaye kontrolsüz biçimde ülke dışına çıkıyorsa, o ülkenin ekonomik bağımsızlığı sadece kâğıt üzerindedir.
Gölge finansın yükselişi, kayıt dışı döviz hareketlerinden elde edilen gelirlere bağlıdır. Kayıt dışı döviz hareketleri, özellikle kriz dönemlerinde artar. Çünkü bireyler ve kurumlar “güvensizlik” hissettiğinde, paralarını görünmez yollardan koruma içgüdüsüyle hareket eder.
Bu hareketler, bazen yurt dışındaki dijital cüzdanlarda saklanan kripto paralar şeklinde olur, bazen de “valiz ekonomisi” denilen elle taşınan nakit döviz akışlarıyla. Böyle bir ortamda devletin vergi tabanı aşınır, finansal sistemin şeffaflığı bozulur, para politikası araçları işlevsizleşir. En önemlisi ise: kayıt dışı döviz gelirleri yasaldır ama meşru değildir. Bu, sistemin en tehlikeli çelişkisidir. Çünkü hukuk boşluğundan yararlanarak yapılan işlemler, ekonomiyi içeriden çürütür. Yasal zırh altındaki etik dışılık, tıpkı görünmez bir virüs gibi yayılır.
Kayıt dışı ekonomi, sadece maliye politikalarının başarısızlığıyla açıklanamaz. Bu, toplumun “kural tanıma” refleksini yitirmesiyle ilgilidir. Kayıt dışılık ekonomi sorunu olduğundan daha çok bir kültür sorunudur. “Benim israfım devede kulak”, “vergi versem ne olacak yerine gitmiyor ki” gibi söylemler, bireysel haklılık hissi yaratsa da, kolektif çöküşün zeminini oluşturur. Kayıt altına alınmış bir gelir, yalnızca vergi ödeme anlamına gelmez; geleceğe dair güven anlamına gelir. Kayıt dışılığı azaltmak için cezalar değil, güven inşa edilmelidir. Vatandaş devlete, devlet vatandaşa inanmadıkça; ekonomi ne kadar büyürse büyüsün, o büyüme gölge ekonominin gölgesinde kalacaktır.
Ekonomiyi sağaltmak, yalnızca yasa çıkarmakla olmaz. Bunun için etik bir dönüşüm, toplumsal farkındalık ve ekonomik adaletin yeniden inşası gerekir. Çünkü hiçbir yasa, güven duygusunun yerini alamaz. Görünmeyen kayıt dışı anatominin uzayan gölgesi her yeri kaplayan kirli bir sistir ve bir güven eksikliğinin hikâyesidir.