BURAK IŞIK - Yeniköy Kemerköy Enerji Sürdürülebilirlik ve Kurumsal İletişimden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı
İklim Kanunu'nun yürürlüğe girmesini takiben Türkiye’nin Ulusal Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) ile Karbon Kredilendirme ve Denkleştirme (KDS) çalışmaları da hız kazandı. Bir taraftan EPİAŞ ve Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) diğer taraftan TSE ve T.C. İklim Değişikliği Başkanlığı yoğun bir gündem içerisinde. Karbon Kredilendirme ve Denkleştirme kapsamında Türk Standartları Enstitüsü, sistemin etkin ve şeffaf bir şekilde işlemesini temin etmek amacıyla çalışmalar yürütüyor. Geçtiğimiz günlerde karbon kredileri ve ETS konularında bilgi alışverişinde bulunmak üzere, bu alanda önemli çalışmalara imza atan TSE Sürdürülebilirlik ve İklim Değişikliği Müdürlüğü’nü ve İklim Değişikliği Başkanlığı Karbon Fiyatlandırma Daire Başkanlığı’nı ziyaret ettim. Görüşmelerimizde ana gündem maddesi tabii ki karbon salınımları ve ticaretiydi. Çok kirleten çok öder mantığıyla yürütülen çalışmalardan aklımda bir soru kaldı; iklim kriziyle mücadelede karbon üretmemek tek yol mu?
İklim krizinin temel nedeni, faaliyetlerimiz sonucu atmosfere salınan sera gazları. Bu yüzden çözüm arayışlarının merkezine çoğu zaman “karbon üretmemek” yerleşti. Karbon salımını azaltmak, elbette iklim kriziyle mücadelede en temel yöntemlerden biri ancak bu yaklaşım tek başına yeterli mi? Yoksa, doğanın kendi döngülerinin ve iyileştirici kapasitesinin de çözümün bir parçası olması gerekmiyor mu? Yani karbon üretmemekten başka bir yol gerçekten mümkün mü?
Doğayla birlikte nasıl iyileşiriz?
İklim krizine karşı geliştirilen çözümlerin önemli bir kısmı, teknolojik yeniliklere dayanıyor. Yenilenebilir enerji kaynakları, elektrikli araçlar, karbon yakalama ve depolama sistemleri, enerji verimliliği teknolojileri… Bu alanlarda kaydedilen ilerleme umut verici. Teknoloji elbette vazgeçilmez bir parça ancak doğayı sadece kontrol edilmesi gereken bir unsur olarak gören bir iklim politikası, uzun vadede sürdürülebilir değil. Gerçek çözüm, doğayla birlikte çalışmakta yatıyor.
Doğa, milyarlarca yıldır iklimi düzenleyen bir sistem kurmuş durumda. Bizim görevimiz, o sistemi onarmak ve yeniden işler hale getirmek. Bu yüzden iklim kriziyle mücadelede asıl soru artık “karbon üretmemek mi?” değil; “doğayla birlikte nasıl iyileşiriz?” olmalı.
Doğanın kendi cevabı: Nature-based solutions (NbS)
Doğal kaynaklı çözümler, yani sürdürülebilirlik jargonuyla “nature-based solutions”, iklim kriziyle mücadelede doğanın kendi süreçlerinden yararlanmayı hedefleyen bir yaklaşım. Ormanların, sulak alanların, otlakların, toprakların ve deniz ekosistemlerinin karbon tutma kapasitelerini artırmayı içeriyor. Bilimsel araştırmalar, bu tür doğal çözümlerin küresel karbon azaltım hedeflerinin yakalanmasına katkı sağlayabileceğini gösteriyor. Ayrıca, yalnızca karbon tutumuna değil; biyoçeşitliliğin korunmasına, su kaynaklarının dayanıklılığına ve iklim değişikliğine karşı toplumların direncine de katkı sağlıyor.
Karbon yutak alanlarının önemi
Yutak alan terimi, atmosferdeki karbondioksiti emerek depolayabilen doğal veya insan yapımı ekosistemleri ifade eder. Yani bu alanlar, karbonun birikmesini engelleyerek iklimin dengelenmesine yardımcı olur. Ormanlar, okyanuslar, sulak alanlar, topraklar ve deniz çayırları en önemli doğal yutak alanlardır. Bir ağacın büyümesi sırasında havadaki karbondioksiti bünyesine alması ya da toprakta organik maddelerin karbonu uzun süre tutması, bu mekanizmanın en somut örnekleridir. Yutak alanların korunması ve yeni yutak kapasitesi yaratılması, iklim kriziyle mücadelede karbon salımını azaltmak kadar önemlidir. Doğayı yalnızca karbon üretmeyen değil, karbonu aktif biçimde emen bir sistem olarak görmek; mücadeleyi tek boyutluluktan çıkarıp sürdürülebilir bir zemine taşır.
Türkiye perspektifi ve karbon yutak alanlarının hukuki zemini
Türkiye’nin coğrafi çeşitliliği, doğal çözümler açısından büyük bir potansiyel barındırıyor. Orman ekosistemleri, sulak alanlar, kıyı bölgeleri ve tarım arazileri, iklim krizine karşı doğal yutak işlevi görebilir. Türkiye’de karbon yutak alanlarının korunması ve artırılmasına ilişkin hukuki çerçeve, doğrudan “karbon yutak alanı” tanımıyla düzenlenmemiş olsa da çeşitli çevre ve ormancılık mevzuatlarıyla dolaylı biçimde güvence altındadır. 6831 sayılı Orman Kanunu, 2872 sayılı Çevre Kanunu ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu yutak kapasitesinin devamlılığını desteklemek üzere maddeler içermektedir. Türkiye’nin Paris Anlaşması kapsamında sunduğu Ulusal Katkı Beyanı (NDC) da doğal yutak alanlarının güçlendirilmesini sera gazı azaltım politikalarının bir unsuru olarak tanımlar.
Karbon bilim kurulu
Türkiye’de “yutak alanlar” ve karbon yönetimi konuları üzerine bilimsel altyapıyı güçlendirmek amacıyla oluşturulan Karbon Bilim Kurulu, özellikle orman ekosistemleri ve karbon depolama potansiyeli üzerine odaklanmakta. Kurulun gündeminde; ormanların bir yutak alanı olarak etkinliğinin artırılması, karbon verilerinin sistematik biçimde izlenmesi ve ülkenin karbon piyasasına entegrasyonu için hukuki ve teknik alt yapının oluşturulması yer alıyor. Böylece sadece “karbon salımını azaltma” değil, “karbonun doğal sistemlerde depolanması” üzerine de politika yönlendirmesi yapılmış oluyor. Kurulun çalışmaları, Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadele stratejilerinde bilim-temelli karar alma mekanizmasının güçlendirilmesine katkı sunması hedefleniyor.
Özel ormancılığın rolü
Türkiye’de orman varlığının büyük kısmı devlet mülkiyetindedir. Ancak Orman Kanunu’nun 57. ve 63. maddeleri, özel ağaçlandırma ve özel orman işletmeciliğine hukuki zemin oluşturur. Bu alanlar, yalnızca hammadde üretimi değil, aynı zamanda karbon yutak kapasitesi yaratma potansiyeli bakımından da stratejik öneme sahiptir.
Özel ormancılık yatırımları, karbon piyasalarının gelişmesiyle birlikte yeni bir boyut kazanmaktadır. Şirketler, gönüllü karbon piyasalarında sertifikalı karbon kredisi üretmek amacıyla ağaçlandırma projelerine yönelmekte; böylece hem çevresel hem ekonomik değer yaratılmaktadır.
Bu modelin yaygınlaşabilmesi için, TSE tarafından yürütülen karbon kredilerinin, karbon hesaplama standartlarının ve izleme mekanizmalarının ulusal düzeyde netleştirilmesi gerekmektedir. Özel ormancılığın sürdürülebilirlik ilkeleriyle entegre edilmesi, Türkiye’nin 2053 net sıfır hedefine ulaşmasında önemli bir rol üstlenebilir.
Yutak alan yönetimi hâlâ sektörel bazda yürütülmekte; orman, tarım, su ve kıyı ekosistemlerini kapsayan bütüncül bir karbon yutak yönetimi mevzuatı henüz bulunmamaktadır. Bu nedenle, doğal yutak alanlarını bir “iklim politikası enstrümanı” olarak tanımlayan daha kapsamlı bir hukuki düzenleme ihtiyacı giderek daha belirgin hâle gelmektedir.
Karbon salımını azaltmak, elbette iklim kriziyle mücadelede en temel yöntemlerden biridir ancak tek başına yeterli değildir. Doğanın kendi döngülerinin ve iyileştirici kapasitesinin de çözümün bir parçası olması ile karbon üretmemekten başka bir çözüm yolu da mümkün kılınabilir. Ülkemizde bu konuda yeterli kaynak bulunmaktadır. Yasal mevzuatın da oluşturulmasıyla özel sektörün bu konudaki yatırımlarının önü açılacaktır.