ZİYA ALTUNYALDIZ - AK Parti Genel Başkan Vekili Yardımcısı - Dışişleri Komisyonu Üyesi - NATO PA Savunma ve Güvenlik Komitesi Üyesi
Türkiye iklim değişikliğine karşı verdiği mücadeleyi, sadece bir çevre meselesi olarak değil; kalkınmanın, üretimin ve ihracatın ayrılmaz bir parçası olarak konumlandırmaktadır.
TBMM Genel Kurulu’nda kabul ettiğimiz İklim Kanunu, iklim değişikliğiyle mücadeleyi ve yeşil dönüşümü kapsayıcı bir perspektifle ele alarak merkezi hükümet – yerel yönetim iş birliğini de güçlendiriyor. Her ilde vali başkanlığında kurulacak İl İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulları, yerelin ihtiyaçlarına uygun iklim eylem planları oluştururken aynı zamanda erken uyarı sistemleri, kuraklık ve sel riskleri, arazi kullanım planlaması gibi konularda da yönlendirici olacak.
Bütün bunlarla birlikte kamuoyunda oluşan, “Kanun tarımı, hayvancılığı, enerji arzını zayıflatır mı?” sorusuna da bilimsel bir yanıt verelim. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verileri, iklim değişikliğiyle mücadelede en etkili stratejilerden birinin iklim dirençli tarım uygulamaları olduğunu göstermektedir. Kanun, tam da bu çizgide hareket ederek organik tarımı, yerli tohumları, kuraklığa dayanıklı ürün desenlerini desteklemekte; hayvancılığı ise sürdürülebilir protein kaynağı olarak korumaktadır.
Aynı şekilde, kömür ve petrol kullanımı tamamen yasaklanmıyor; ancak temiz enerjiye geçiş sürecinde yenilenebilir enerji ve hidrojen gibi yeni teknolojilerin teşvik edilmesi hedefleniyor. Bu süreç “ani kopuş” değil, “planlı geçiş” anlayışıyla yürütülmektedir.
Türkiye Yüzyılı’nda uluslararası arenada Türkiye’nin iklim diplomasisi
Türkiye, İklim Kanunu ile birlikte yalnızca iç hukuki dönüşümünü değil, uluslararası iklim diplomasisindeki pozisyonunu da güçlendiriyor. Bugün küresel ticaretin geleceğini belirleyen temel parametreler artık sadece fiyat ve kalite değil; karbon ayak izi, üretim izlenebilirliği ve çevresel duyarlılık haline geldi. Bu bağlamda, yeni sistem sanayicimizi “zorlayan” değil, onu küresel rekabette yeni paradigmaya hazırlayan bir yapıya sahiptir.
2021 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde hazırladığım ve oy birliğiyle kabul edilen “İklim Değişikliğinin Hukuki ve Cezai Sorumluluğu” başlıklı rapor, Avrupa ülkelerine iklim değişikliğiyle mücadele konusunda samimiyetle sorumluluk alma, etkili ve kapsayıcı tedbir setini uygulamaya koyma görevini karara dönüştürmüştü. O dönemdeki diplomatik temaslarımızda mevkidaşlarımızın Türkiye’nin bu raporla birlikte bu konuya öncülük etmesinin çok önemli bir adım olduğunu ifade etmişti.
Hemen sonrasında Şubat 2022’de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’mızın organizasyonunda Konya’da ev sahipliği yaptığımız İklim Şûrası, Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadelesinde hem çok paydaşlı istişare kültürünün hem de bilimsel veriye dayalı politika üretiminin kurumsallaşması açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Kamu, özel sektör, akademi ve sivil toplumun temsilcilerinin katkı sunduğu bu süreç, bugün İklim Kanunu ile hukuki bir zemine kavuşmuş; yerel ve ulusal düzeydeki çevresel politikalarımıza yön veren temel bir çerçeveye dönüşmüştür.
Aynı yıl, Sayın Cumhurbaşkanımızın kıymetli eşleri Emine Erdoğan Hanımefendi’nin himayelerinde başarıyla yürütülen Sıfır Atık Projesi’nin uluslararası platformlarda gördüğü takdir, Türkiye’nin çevre alanındaki kararlılığının somut bir göstergesi olmuştur. Bu başarı, 2022 yılında Birleşmiş Milletler tarafından 30 Mart’ın “Uluslararası Sıfır Atık Günü” olarak ilan edilmesiyle taçlanmıştır. Bu gelişme yalnızca çevresel bir duyarlılığın ifadesi değil; aynı zamanda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın işaret ettikleri Yeşil Kalkınma Devrimi vizyonunun küresel ölçekte yankı bulduğunun da en güçlü işaretlerinden biridir.
İklim Kanunu’nun yasalaşmasına yönelik çalışmalarımız, bir süredir üzerine titizlikle çalıştığımız ve Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından kamuoyuyla paylaşılan ‘Türkiye Yüzyılı Reform Programı’mızda yer alan en önemli konular arasındadır. Programımızın temel yapı taşlarından biri olan İklim Kanunu, yalnızca teknik bir mevzuat düzenlemesi değil; ülkemizin 2053 Net Sıfır Emisyon hedefi doğrultusunda stratejik bir reform iradesinin hukuki zemine kavuşmasıdır.
Tüm bu adımlar, Türkiye’yi iklim diplomasisinin kural koyucu aktörlerinden biri hâline getirmeyi hedeflemektedir. İklim Kanunu ile bu öncü vizyonu ulusal düzeyde kalıcı ve kurumsal bir yapıya dönüştürüyoruz. Kanunun en büyük gücü; teknolojik gelişmeyi, üretim verimliliğini ve çevresel sürdürülebilirliği aynı denklemde buluşturabilmesidir. Türkiye Yüzyılı, işte bu çok katmanlı denklemin merkezinde, sadece vatandaşlarımıza değil, bölgesine ve dünyaya da ilham veren bir kalkınma modeli sunmaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye iklim değişikliğine karşı verdiği mücadeleyi, sadece bir çevre meselesi olarak değil; kalkınmanın, üretimin ve ihracatın ayrılmaz bir parçası olarak konumlandırmaktadır. Emisyon Ticaret Sistemi, Yeşil Taksonomi, Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’na uyum gibi başlıklarda atılan stratejik adımlar hem çevresel riskleri yönetmekte hem de üreticilerimizin ve ihracatçılarımızın rekabet düzeyini korumakta belirleyici olacaktır. Önümüzdeki dönemde Türkiye, çevreyle uyumlu, düşük karbonlu, yüksek katma değerli bir üretim modeliyle hem iklim hedeflerine ulaşmaya hem de küresel ticarette daha güçlü bir konum elde etme yolculuğuna kararlılıkla devam edecektir.