ZİYA ALTUNYALDIZ - AK PARTİ Genel Başkan Vekili Yardımcısı - Dışişleri Komisyonu Üyesi - NATO PA Savunma ve Güvenlik Komitesi Üyesi
İklim Kanunu ile SKDM maliyetlerinin 1,7-1,8 milyar dolar kadar azalması söz konusu olacaktır.
Geçtiğimiz günlerde, yıllardır ihracat yapan bir sanayicimizle konuşurken sohbetin bir yerinde şu cümleler döküldü ağzından:
“Avrupa’ya mal satıyoruz ama artık bize ‘ürün’ değil ‘emisyon’ soruyorlar. Eskiden fiyat listesini gönderirdik, şimdi karbon ayak izi belgesi isteniyor.”
İşte bu söz, küresel ticaretin içinde bulunduğu büyük dönüşümün sahadaki yalın ifadesiydi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) kabul ettiğimiz Türkiye’nin ilk İklim Kanunu, yalnızca çevre politikalarımız için değil; ekonomik dönüşümümüz, ihracat stratejimiz ve toplumsal refahımız açısından da tarihi bir dönüm noktasıdır. 2053 Net Sıfır Emisyon hedefimizin yasal altyapısını oluşturan çerçeve bir iklim yasasından daha çok ülkemizin “Yeşil Yüzyılı” vizyonunu da temsil ediyor.
Küresel rekabetin değişen dinamikleri: Karbon fiyatlamaları
Bugün dünyada küresel rekabet birçok farklı eksende eş anlı işliyor. Bir bakıyorsunuz uluslararası ticaretteki çetin bir savaşı tedarik zincirlerindeki yeniden inşa sürecinin sancıları takip ediyor. Bir bakıyorsunuz küresel mal ticaretinin yanında hizmet ticaretine yönelik adımlar atılırken bir yandan da yeşil dönüşüm ve iklim düzenlemeleri yeni bir rekabet düzlemi oluşturuyor.
Oyunun kuralları sürekli değişiyor, ülkeler arasındaki iş birliği eksenleri sürekli şekil değiştiriyor. Yeni dünyada ekonomik büyüklük ve rekabetçilik sadece büyüme oranları, enflasyon gibi ekonomik değişkenlerle değil aynı zamanda karbon emisyonunu düşürebilme kabiliyeti, sürdürülebilir üretim altyapısına sahip olma ve yeşil teknolojiye erişim gibi stratejik unsurlarla tanımlanıyor.
İhracatımızın %40’ından fazlasını gerçekleştirdiğimiz Avrupa Birliği başta olmak üzere birçok ülkenin sınırda karbon düzenlemesi gibi yeni politika araçlarıyla üretim ve ticaret standartlarını yeniden tanımladığı bir dönemde, Türkiye’nin ilk İklim Kanunu’nu yasalaştırması çevresel bir tercih değil, aynı zamanda stratejik bir ekonomik hamledir. Bu adım, Türkiye’nin küresel tedarik zincirlerindeki konumunu güçlendirmesi, yeşil finansman kaynaklarına erişimini artırması ve uzun vadeli yeşil kalkınma hedeflerini çevresel sorumlulukla uyumlu hale getirmesi açısından tarihi bir eşiktir.
İhracatta rekabetçiliğin anahtarlarından biri yeşil dönüşümün risklerini fırsata çevirmek
Avrupa Birliği’nin çok kısa bir süre içinde devreye alacağı Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM), Avrupa pazarına karbon yoğun ürün ihracatı yapacak ülkelere karbon fiyatlaması zorunluluğuyla beraber bu sürece uyum sağlayamayan ülkelere ilave yükümlülükler getiriyor. 2024 yılı sonu itibarıyla toplam ihracatımızın %41,4’ünü gerçekleştirdiğimiz Avrupa Birliği’ne SKDM kapsamına giren sektörlerdeki ihracatımızın büyüklüğü yaklaşık 11 milyar dolar olup bu sektörler arasında %67’lik pay ile demir-çelik ve %27’lik pay ile alüminyum öne çıkıyor.
Ülkemizin üretim ve ihracat yapısını birlikte değerlendirdiğimizde, etkin bir uyum sağlayamadığımız yani ülkemizde bir karbon fiyatlaması sisteminin olmadığı durumda SKDM uygulamasının dış ticaretimize ilave bir maliyet getirmesi riski söz konusu. Mevcut durumda 75 Euro seviyesindeki ton başına karbon maliyetlerini dikkate aldığımızda yıllık yaklaşık 2 milyar dolarlık bir ilave maliyet ile karşılaşabiliriz. Önümüzdeki dönemde karbon fiyatlarının ton başına 150 Euro’ya kadar yükseleceğine dair projeksiyonda, ülkemiz kendi Emisyon Ticaret Sistemi’ni (ETS) uygulamaya koyamadığı senaryoda bu maliyet yıllık 3 milyar dolara kadar yükselebilir.
İşte İklim Kanunu, üreticilerimizin ve ihracatçılarımızın bu ilave maliyetten etkilenmemeleri ve ülkemizin başta en büyük ihracat pazarımız olan Avrupa Birliği olmak üzere küresel pazarlardaki rekabetçiliğimizi koruyabilmesi için bir fırsat sunuyor. Kanun kapsamında düzenlenen ulusal ETS’miz, ülkemizin de yerel bir karbon fiyatlaması yaparak ticaret erbabımızı SKDM maliyetlerinin tamamını üstlenmekten koruyacaktır. Karbon fiyatının 150 Euro’ya kadar yükseldiği bir senaryoda ülkemiz de 50 Euro düzeyinde bir yerel karbon fiyatlaması yaptığında SKDM maliyetlerinin 1,7-1,8 milyar dolar kadar azalması söz konusu olacaktır.
Özetle Türkiye, kendi Emisyon Ticaret Sistemi’ni devreye alarak, Avrupa’nın Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması kapsamında doğrudan yurt dışına aktarılacak kaynakları, yurt içinde kalacak ETS gelirlerine dönüştürme imkânı bulacaktır. Böylece karbon maliyetleri dışsal bir yük olmaktan çıkacak; düşük karbonlu kalkınma, sanayide yeşil teknolojilere geçiş ve yerli inovasyon yatırımları için stratejik bir finansman kaynağına dönüşecektir.
Bunun yanında Avrupa Birliği’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) gibi düzenlemeleri, ihracatçı ülkelerin karbon ayak izini doğrudan ticari bir maliyete dönüştürürken, “karbon sızıntısı riski” adı verilen önemli bir tehdidi de gündeme taşıyor. Literatürde sıkça vurgulanan bu kavram, karbon fiyatlaması yapmayan ülkelerden, karbon düzenlemeleri olan ülkelere üretim kaymasının artacağına işaret eder. Türkiye eğer karbon fiyatlaması ve emisyon yönetimini sistematik biçimde uygulamazsa, sadece Avrupa’ya ihracatında maliyet artışıyla karşılaşmayacak, aynı zamanda yeşil üretim ve güvenli ve rekabetçi tedarik arayan küresel yatırımcılar nezdinde rekabet gücünü kaybetme riskiyle de karşı karşıya kalacaktır.
İşte tam da bu noktada, ülkemizin ilk İklim Kanunu’nu, yalnızca çevre politikası değil, aynı zamanda sanayi ve ihracat politikası olarak da değerlendirmemiz gerekiyor. Bu kanun sayesinde Türkiye, karbon yönetimini bir yük değil, fırsata dönüştürecek yapısal bir dönüşüm süreci başlatmıştır. Emisyon Ticaret Sistemi’nin kurulmasıyla karbon maliyetlerinin ülke içinde kalması ve bu kaynakların düşük karbonlu teknolojilere, temiz üretime ve bölgesel kalkınma programlarına yönlendirilmesi mümkün olacaktır. Bu perspektif, Türkiye’nin hem ihracatta karbon ayak izini azaltarak ticari engelleri bertaraf etmesini hem de yeşil yatırımlar için cazibe merkezi hâline gelmesini sağlayacaktır.
Kanunla getirilen en yenilikçi kurumsal düzenlemelerden biri de Türkiye Yeşil Taksonomisi’nin kurulmasıdır. Bu sistem, hangi yatırımların çevreci olduğunu net biçimde tanımlayacak; böylece yeşil finansmana erişimi kolaylaştıracaktır. Unutmayalım, yenidünya çevresel sürdürülebilirliği önceleyen yatırımlarla şekilleniyor. İhracatçılarımızın ve üreticilerimizin uluslararası kuruluşların sağladığı çevresel sürdürülebilirliği önceleyen finansman kaynaklarından en iyi şekilde istifade etmesi özellikle enerji, ulaştırma, tarım ve sanayi sektörlerimizdeki dönüşüme de çok önemli ivme katacaktır.