ECEHAN ERSÖZ
USİKAD DANIŞMA KURULU ÜYESİ - AKADEMİSYEN VE TEKNOLOJİ UZMANI
Bir zamanlar ellerimizde tuttuğumuz cihazlar, şimdi ellerimizi bırakmıyor olabilir mi?
Teknoloji, insanlığın en büyük devrimlerine katkı sağladı. Bir zamanlar ulaşılmaz olanı erişilebilir kıldı; bilgiye ulaşımı, iletişimi, dünyaya bakışımızı tamamen değiştirdi. Bugün bir tıkla alışveriş yapıyor, birkaç saniyede dünyanın öbür ucuna sesimizi veya görüntümüzü ulaştırabiliyor, hastalıkları erken teşhis ediyor, üretimi hızlandırıyor, yaşamı kolaylaştırıyoruz. Yapay zekâ asistanlarımız bize zaman kazandırıyor, dijital haritalarla yolları kısaltıyor, online platformlarla sınırları kaldırıyoruz.
Ama her ışığın bir de gölgesi vardır.
Teknolojiyi hayatımıza alırken, onu kolaylık aracı olarak görmek, konfor alanına kapılmakta kaçınılmaz olabiliyor. Bir zamanlar elimizde tuttuğumuz cihazlar, şimdi ellerimizi bırakmıyor olabilir mi? Sabah uyanır uyanmaz ekrana bakılıyor, geceleri son defa bildirimleri kontrol ediliyor. Bir şeyleri “kaçırma” korkusu, yerini “kendi hayatını unutma” haline bırakıyor. Işık, bilgi getirdi… Ama fazlası da sanki gözümüzü kamaştırmaya başlıyor.
Oyun, sosyal medya ve sonsuz kaydırma
Bağımlılık artık sadece maddeyle değil, veriyle ölçülüyor. Sosyal medya, oyunlar, dijital alışkanlıklar… Hepsi beynimizin dopamin döngüsünü yeniden yazıyor. Her bildirim bir ödül, her beğeni bir onay, her yeni içerik bir kaçış kapısı sanki. Oyunlarda kazandığımız sanal zaferler, gerçek hayattaki başarısızlıkları unutturuyor. Ama unutmamamız gereken gerçek şu: Sanal dünyada kazandıklarımız, gerçek dünyada kaybettiklerimizi geri getirmiyor.
Günümüzün en sessiz ama en derin krizlerinden biriyle karşı karşıyayız: teknoloji bağımlılığı.
Teknoloji bağımlılığı, bireyin teknolojiyi kullanmada iradesini kaybetmesi, kendini denetleyememesi olarak tanımlanıyor. Özellikle sosyal medya kullanımı ve çevrim içi oyunlarda bu durum çok daha belirgin. Türkiye'de günlük internet kullanım süresi 7 saatin üzerinde. Sosyal medya kullanımına baktığımızda ise ortalama 3 saatimizin bu mecralarda geçtiği anlaşılıyor.
Bağımlılığın görünümleri
Bağımlılığın görünümleri ise farklı farklı; İnternet bağımlılığı, saatlerce internette gezinmek, sürekli yeni bilgi arayışı ya da çevrim içi olma ihtiyacı. Bu bağımlılık türü, kişide “kaçırma korkusu” (FOMO) yaratıyor.
Sosyal medya bağımlılığı, beğeni, takipçi, paylaşım sayısı üzerinden kimliğin değer kazandığı bir döngü. İnsanlar artık anı yaşamak yerine paylaşılacak bir “anı üretmeye” odaklanıyor.
2025 yılında yapılan bir araştırma, gençlerin sosyal medyayı yoğun şekilde kullanmasının ruh sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yarattığını gösteriyor:
- Uyku düzeni bozulması
- Dikkat sürelerinde azalma
- Genel psikolojik iyilik halinde düşüş.
Sosyal medya ayrıca gerçek dışı, filtrelenmiş içeriklerle dolu olduğu için gençler kendilerini sürekli başkalarıyla kıyaslıyor. Bu da benlik saygısında düşüşe ve yetersizlik hissine yol açabiliyor. Yani ekran başında geçirilen aşırı zaman sadece zaman kaybı değil, aynı zamanda duygusal olarak da yıpratıcı olabiliyor.
Dijital Eğlence ve Dizi/Film Bağımlılığında “Bir bölüm daha” cümlesiyle zamanın nasıl geçtiği unutuluyor.
Ve oyun bağımlılığı…
Bir zamanlar oyun, sokağın sesiydi… Şimdilerde ise parmakların tıkladığı ekranlara sıkıştı. Bazı çocuklar artık maalesef ki bisiklet tekerleğinin dönüşüyle değil; sanal bir “seviye atlama” ile mutlu oluyor. Gerçek dünyanın yerini sanal başarılar alıyor.
Neden bu kadar kolay bağımlı oluyoruz?
Nörologlara göre, oyun oynarken beyinde dopamin salgılanıyor. Bu, tıpkı şeker yemek veya ödül kazanmak gibi bir “haz döngüsü” yaratıyor. Zira oyun mekanikleri de zaten buna göre kurgulanıyor. Her yeni seviye, beynin “bir kez daha” demesine neden oluyor. Bir süre sonra, birey o hazzı hissetmeden duramıyor. “Bir bölüm daha bitir”, “Bir görev daha yap”, “Günlük ödülünü al” derken zaman algısı resmen yok oluyor.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), oyun oynama bozukluğunu şöyle tanımlıyor:
“Oyunun diğer ilgi alanlarına ve günlük aktivitelere göre öncelikli hâl alması, oyun oynama üzerinde kontrolün azalması ve olumsuz sonuçlarına rağmen oyunun devam etmesi ya da artması.”
Özellikle ebeveynlerin bu konuda kazanacakları farkındalık ve çocukların oyun seçerken kendilerine şu soruları sormaları çok önemli:
- Bu oyun çocuğun yaşına uygun mu?
- İçinde şiddet, kumar benzeri sistemler veya uygunsuz dil var mı?
- Oyunda harcama yapmaya teşvik eden unsurlar bulunuyor mu?
- Günlük oynama süresi kontrol altına alınabiliyor mu?
- Oyunun görsel tasarımı ve oyundaki karakterler uygun mu?
Bazı ülkelerde bu mekanizmalar artık yasal düzenlemelere tabi. Ancak asıl koruma, evdeki farkındalıkla başlıyor.
Zekânın yerini alan konfor: Yapay zeka bağımlılığı
Teknoloji bağımlılığını konuşurken yapay zekâyı da Es geçemeyiz. Yapay zekâ bağımlılığı da listeye eklenmiş durumda. Yaptığım araştırmalarda yapay zekâ kullanımı oldukça çeşitlilik gösteriyor. Hiç kullanmıyorum diyenlerin yanında sabah uyanır uyanmaz ChatGPT’ye gün planını soranlar, Midjourney’den ilham almadan tasarım yapamayanlar ya da sesli yapay zekâ asistanına “Bugün moralim bozuk” diyenler giderek artıyor.
Yapay zekânın bir araç olmaktan çıkıp bir karar ortağı, hatta bir terapi arkadaşı haline gelmeye başladığı durumlar mevcut. Bazı araştırmalar, yapay zekâyla etkileşimin beyin ödül sisteminde dopamin salgısını tetiklediğini, bu yüzden tekrar etme isteğini artırdığını gösteriyor. Kısacası, “Sadece bir sohbet” sandığımız şey, beynin bir ödül döngüsüne dönüşebiliyor.
Bu da beraberinde yepyeni bir risk getiriyor: Zihinsel tembelleşme.
Bazı kullanıcılar, üretmek, düşünmek, araştırmak yerine yapay zekâdan aldığı cevabı sorgulamadan kabullenmeyi seçiyor.
Dengeyi yeniden kurmak
Teknoloji asla kötü değil ama ölçüsüzleştiği zaman insanın efendisine dönüşüyor.
Çözümse cihazları tamamen kapatmakta değil; kendi bilincimizi açmakta. Çünkü insanın elindeki en büyük güç hâlâ kullanabildiği takdirde kendi iradesi.
Ailelerde dijital dengeyi kurmak için çocukla çatışmadan konuşabilmek, uzlaşı sağlayabilmek bağımlılığı önlemenin ilk adımı. Bunu doğru şekilde yapabilmesi için ebeveynlerin kendilerini doğru bilgilerle donatmış olması gerekiyor. Çocuğun dünyasında ne olup bittiğini anlamak adına empati kurmak gerekir.
“Yine mi telefondasın?” demek yerine, “Bugün ne izledin? Hangi oyunu oynadın?” demek asıl farkı yaratır. Ebeveynin teknolojiyle ilişkisi de çocuğun ilişkisini doğrudan şekillendiriyor. Eğer anne-baba da sürekli telefona bakıyorsa, “sen bakma” cümlesi hiçbir anlam taşımıyor. Ekran süresini bertaraf edebilmek için çocukla iletişim süresi ve kurulan ilişkinin kalitesi de çok önemli. Çocuklarımızın parmakları ekrana değil, hayata dokunsun.
Ekrandaki seslere değil, hayatın seslerine kulak versinler.