Küresel düzende dengeler yeniden yazılıyor. Devletlerin değil; teknolojinin, verinin ve akıllı altyapıların belirlediği bir “G 0 dünyası”na doğru ilerliyoruz. Büyüme değil, yaşam kalitesi; emek değil dijital kapasite; sermaye değil kolektif refah ön plana çıkıyor. Brett King’e göre insanlık, teknolojinin insan için mi yoksa gücü elinde tutanlar için mi çalışacağını belirleyecek kritik bir eşikte.
“Fintech’in Vaftiz Babası” olarak anılıyor. Bankacılık sektörünü yüz yıldır taşıyan taşları tek tek yerinden oynatan; paranın, ödemelerin ve müşteri deneyiminin dijital çağda nasıl yeniden tasarlanacağını herkesten önce gören bir fütürist…
Obama yönetiminden düzenleyicilere, teknoloji devlerinden banka yönetim kurullarına kadar geleceğin finans mimarisini anlatmış bir düşünce lideri. Xi Jinping’in konuşmalarında kitaplarına atıf yapılan, CNN’den BBC’ye uzanan ekranlarda vizyonu dinlenen bir stratejist.
Dünyanın ilk indirilebilir bankası Moven’in kurucusu olarak, “banka hesabı” kavramını yeniden tanımlayan bir girişimci. Uluslararası çok satan kitaplarının ortak mesajı net: “Banka bir bina değil, bir yazılımdır. Finansın geleceği şube değil, akıllı teknolojidir.” Bugün bankacılık, yapay zekâ, davranışsal ekonomi ve dijital kimlik gibi kavramlarla yeniden yazılırken, Brett King’in sesi daha fazla yankılanıyor: “Geleceği beklemeyin. Gelecek zaten burada, sadece eşit dağılmadı.”
Brett King’i, MÜSİAD tarafından bu yıl “Konnektivite: Order-Disorder- Reorder” temasıyla düzenlenen Vizyoner’25’te dinleme fırsatı buldum.
“Ulusötesi teknokrasi”
Küresel ekonomik ve siyasi düzen, özellikle pandemiden sonra, jeopolitik gerilimler, çok kutupluluk, bölgesel ittifaklar, tedarik zinciri kırılganlıkları, iklim ve enerji krizleri gibi nedenlerle değişiyor. Bu değişim, geleneksel küresel yönetişim yapılarının sorgulanmasına neden oluyor.
Brett King, bu değişimi “ulusötesi teknokrasi” dönemi olarak tanımlıyor. Şirketlerin devletlerden çok daha güçlü olduğu döneme girdiğimizi söylüyor ve şu yorumu yapıyor: “G20 dünyası bitti; G 0 (G Sıfır) dünyası başlıyor.”
King’in “teknososyalizm” vizyonu, yalnızca teknolojik değişim değil. Bu değişimin toplumsal, ekonomik ve siyasal yapıyı temelden dönüştürmesi gerektiğini savunan King’e göre yapay zekâ ve dijital altyapılar artık yalnızca özel sektörün değil, devletlerin, regülatörlerin ve küresel sistemlerin de merkezinde olmalı. Merkez bankaları, düzenleyici kurumlar, sadece “kontrol mekanizmaları” değil, aynı zamanda “altyapı sağlayıcıları” olarak yeniden düşünülmeli.
Yeni toplumsal sözleşme: Teknoloji ve değer değişimi
Kapitalist, emek-temelli ekonomi modelinin yakında ‘tarih’ olacağını savunan King, bunun yerine “paylaşılan refah”, “temel gelir” gibi sistemlerin gündeme geleceğini ifade ediyor.
King, devletlerin ve toplumların amacı, sadece ekonomik büyüme değil, sağlık, eğitim, barınma, gibi “insanî gereklilikler” üzerine kurulu olmalı diyor. Teknoloji sayesinde bu temel ihtiyaçların maliyetinin düşebileceğini, hatta ortadan kalkabileceğini ve eşitsizliklerin azalabileceğini ifade ediyor. King, insanlığın bu dönüşümde sadece teknolojik değil, etik, sosyal, kültürel değerlere dönük de bir evrim geçirmesi gerektiğini vurguluyor. Rekabet odaklı, bireyci değil; kolektif, işbirlikçi ve uzun vadeli düşüncenin hâkim olması gerektiğini savunuyor.
“Teknoloji = refah” denklemi otomatik değil
Teknolojinin nasıl düzenleneceği, kimlerin erişebileceği, karar alma süreçlerinde kimlerin yer alacağı gibi sorular cevapsızsa, bu vizyon, eşitsizlik ve adaletsizliği derinleştirebilir.
Demokrasi, temsil ve insan hakları gibi kavramlarla teknokratik yönetişim arasında gerilim olabilir. Sadece teknik yeterliliğe dayalı bir yönetim, halk iradesini ve çoğulculuğu yeterince temsil etmeyebilir.
Kültürel, toplumsal değerler, yerel dinamikler, topluluk aidiyeti gibi “insanî” unsurlar göz ardı edilirse, teknokratik model “makine-insan” dengesi üzerinden kurumsallaşabilir, bu da insan deneyiminin niteliğini zayıfl atabilir.
Brett King’in vizyonu, “teknoloji, toplumsal eşitlik, kolektif refah, devlet ve piyasa” dengesini yeniden tanımlıyor.
Eğer politika yapıcılar, düzenleyiciler, özel sektör, sivil toplum ve bireyler birlikte düşünürse, teknolojik dönüşüm refah, adalet ve sürdürülebilirlik aracı olabilir. Ancak bu dönüşümü yönetirken; demokrasi, hesap verebilirlik, adalet, bireysel özgürlükler gibi değerler göz ardı edilmemeli. King’in sorusu basit ama sarsıcı: Teknolojiyi kimin için kullanacağız? Sermayenin mi? İnsanlığın mı? Eğer teknoloji, yalnızca rekabeti değil; dayanışmayı, refahı ve adaleti büyütürse belki de tarihte ilk kez gelecek umuda daha yakın olur.
AKILLI EKONOMİLERİN YÜKSELİŞİ
King’e göre önümüzdeki 20-30 yıl içinde küresel ekonomik güç dengesi, geleneksel sanayi ya da kapital birikimine değil; “ne kadar akıllı altyapı, teknoloji entegrasyonu, çevik devlet-sivil toplum-piyasa ekosistemi” yaratabildiğine bağlı olacak. Bu bağlamda, ekonomik güç ve refah yeniden tanımlanacak. King şunları söylüyor: “Böyle bir gelecekte, ulusötesi teknokratik yönetişim anlayışı; yani teknoloji, veri, uluslararası standartlar ve kolektif karar alma mekanizmalarının ulusötesi ölçekte yoğunlaştığı bir sistemin şekillenmesi mümkün olabilir. Ancak bu vizyon potansiyeli kadar, ciddi riskleri de beraberinde getiriyor. Yeni teknolojik altyapılar ve yapay zekâ, devletin ya da kurumsal aktörlerin gözetim/ güç kapasitesini dramatik biçimde arttırabilir. Bu da demokratik denetim, bireysel özgürlükler ve mahremiyet gibi değerler açısından tehdit oluşturabilir. Eğer kararlar yalnızca teknik uzmanlar, AI sistemleri ve algoritmalar tarafından verilirse, bu demokratik meşruiyet, hesap verebilirlik ve temsil sorunsallarını gündeme getirir Öte yandan teknoloji ve dijital altyapıya erişimdeki eşitsizlikler, böyle bir modelin ‘herkes için eşit fayda’ üretmesini zorlaştırabilir.”
