Mesele yalnızca yapay zekânın ne yaptığı değil; bizim neye izin verdiğimiz, neyi meşrulaştırdığımız ve neyin arkasında durduğumuzdur.
Yapay zekâ, akıllı bir anlatı makinesi. Üretiyor, dönüştürüyor, yeniden yazıyor. Ve bunu yaparken sadece veriyi değil, gerçeği de yeniden kurguluyor.
Üretken yapay zekâ (GenAI), yani yazı, görüntü, ses ya da fikir üretebilen sistemler, insanın en özgün niteliği olan yaratıcılığı taklit etmeye başladı. Bu sistemler bilgiyi işlerken aynı zamanda anlam da üretiyor.
Bugün yapay zekâ sistemleri her soruya bir yanıt, her girdiye bir çıktı sunabiliyor. Fakat bu üretimlerin ardında ne vicdan ne de sorumluluk var. İşte bu yüzden, insan değerlerinin yapay zekâ sistemlerinin içine nasıl yerleştirileceğini tartışan yeni bir etik alanı giderek daha fazla önem kazanıyor.
Denge ihtiyacı
Yapay zekâ etiği üzerine tartışmalar, iki temel felsefi çizgide şekilleniyor: Faydacılık ve Kantçı etik.
Faydacılık, toplumsal faydayı azami kılmayı hedefler. Bir sistem milyonlara yarar sağlıyorsa, birkaç olumsuz sonuç mazur görülebilir. Bu yaklaşım, ‘yarar zarardan büyükse ilerleme meşrudur’ anlayışıyla günümüz teknoloji dünyasının temel mantığını oluşturuyor.
Oysa Kantçı etik, insanı araç değil, amaç olarak görür. Bireyin onuru, özerkliği ve hakkı hiçbir fayda adına feda edilemez. Dolayısıyla yapay zekânın manipülasyon, yönlendirme ya da aldatma amacıyla kullanılması, Kant’a göre doğrudan ahlâka aykırıdır.
Yapay zekâ dünyası bugün bu iki uç arasında salınıyor. Bir yanda verimlilik ve hız peşindeki teknoloji devleri, diğer yanda insan onurunu ve mahremiyeti korumaya çalışanlar. Gerçek çözüm, bu iki yaklaşım arasında köprü kurmakta yatıyor.
Gücün iki yüzü
Her güçlü teknoloji gibi yapay zekâ da iki ucu keskin bıçak gibi. Algoritmalar bir yanda kanser gibi hastalıklara çare bulurken, diğer yanda sahte haberler, deepfake videolar veya seçim manipülasyonları üretme kapasitesine sahip.
Bu durum, klasik vagon problemini hatırlatıyor. Beş kişiyi kurtarmak için bir kişiyi feda eder misiniz? Yapay zekâ geliştiricileri de benzer bir ikilemin içinde: İlerlemeyi durdurmak mı, yoksa potansiyel riskleri göze almak mı?
Yapay zekânın etik pusulası
Güvenilir yapay zekâ için etik bir pusulaya ihtiyaç var. Çünkü, yapay zekânın ne yaptığı kadar, nasıl yaptığı da son derece kritik önemde.
Bu noktada kabul gören altı temel ilke var: Şeffaflık, adalet, kapsayıcılık, hesap verebilirlik, güvenilirlik ve sorumluluk.
Her ne kadar bu temel ilkeler önemli bir zemin hazırlasa da dikkat edilmesi gereken bir durum daha var. Üretken sistemler sürekli öğrenmeye devam ediyor. Her yeni veri ve kullanıcı etkileşimi sistemi değiştiriyor. Bu nedenle, etik ilkelerin kültüre, bağlama ve topluma göre hizalanabilecek şekilde dinamik ve akışkan yapıda olması gerekiyor.
Önyargının dijital yüzü
Veri, geçmişin aynasıdır ve tarafsız değildir. Yapay zekâ sistemleri nesnel görünse de onları eğiten veriler cinsiyetçi kalıplar, ırkçı örüntüler, kültürel dışlamalar gibi tarihsel önyargılarla doludur.
Bu önyargılar dijital ortamda yeniden üretilmekle kalmaz, daha da güçlenir. Bazı araştırmacılar bu olguyu ‘üretken kolonyalizm’ olarak adlandırıyor. Küresel veri akışları içinde Batı merkezli kültür ve dillerin baskın hale gelmesi, yerel dillerin ve farklı anlatıların dışarda kalması riskini yaratıyor.
Dolayısıyla, sadece etik değil, aynı zamanda kültürel bir meseleden bahsediyoruz. Bir yapay zekânın etik sayılabilmesi için temsilde de adil olması gerekir. Bu da çeşitliliği, katılımı ve dijital dekolonizasyonu merkeze alan yeni bir etik mimariyi zorunlu kılar.
Sonuç: Yapay zekâ bir aynadır
Üretken yapay zekâ çağında mutlak gerçek yerini algoritmik yorumlara bırakırken, insanla teknoloji arasındaki en kritik fark daha da görünür hale geliyor: Vicdan, hâlâ sadece insanda.
Bu nedenle mesele yalnızca yapay zekânın ne yaptığı değil; bizim neye izin verdiğimiz, neyi meşrulaştırdığımız ve neyin arkasında durduğumuzdur. Güvenilir bir gelecek, sadece regülasyonlarla değil, etik duyarlılık, ahlâki tutarlılık ve vicdani cesaretle inşa edilebilir.
Sonuçta her yapay zekâ sistemi bir aynadır. Ve o aynaya baktığımızda gördüğümüz şey teknoloji değil… Kendi niyetimiz, ahlâkımız ve insanlığımız…