26 ay boyunca uygulanan ekonomi programı, bankacılık sağlığı ve borç göstergelerinde olumlu sinyaller verirken, enflasyon, faiz ve risk priminde hedeflerin gerisinde kalıyor; belirsizlikler ve eksik program uygulaması, sonuç almayı güçleştiriyor.
Mevcut ekonomi programının Haziran-Temmuz 2023 gibi uygulanmaya başlandığını kabul edebiliriz. Hem toplam dış borcumuz hem kamunun toplam borcu hem de bankacılık sektörünün sağlamlığı açısından oldukça elverişli bir ortamda yola çıkıldı. Tabloda 2001’in ve 2023’ün ikinci yarılarının başlangıçları ve 2025’teki son durum için üç önemli göstergeye yer veriliyor: Bankaların takipteki alacaklarının toplam kredilere oranı, kamu borcunun GSYH’ye oranı ve dış borcun toplam mal ve hizmet ihracatına oranı. 2001 ve 2023’te mevcut durumu değiştirmeyi amaçlayan ekonomi programları ilk yarının sonlarında başlıyor; bu nedenle ilk yarının sonuna/ikinci yarının başına ait değerleri veriyorum. Elbette bankacılık sektörünün sağlığının derecesi için sadece takipteki alacaklara bakmak yeterli değil. Ama hem bu gösterge önemli bir gösterge hem de diğer göstergeler de benzer bir duruma işaret ediyorlar; ayrıntıya girmeye gerek kalmıyor.
Her üç önemli gösterge açısından da mevcut programın başlangıcındaki koşullar, 2001 krizinden sonra uygulamaya konulan programın yüzleştiği koşullara göre çok daha iyi. Mevcut programın uygulanmaya başlamasından bu yana yaklaşık 26 ay geçti. Bu üç göstergede olumsuz sayılabilecek bir gelişme yok. Takipteki alacakların toplam kredilere oranı yükselmiş ama şu andaki değer uluslararası ölçütlere göre oldukça düşük bir değer; bir sorun yok. Öte yandan olumlu tarafta kamu borcunun GSYH’ye oranında belirgin bir düşüş var.
Ama hem enflasyon hem faiz hem de risk primi açısından arzulanan/hedeflenen düzeylerin çok uzağındayız. 2001’de başarı daha erken gelmişti. Bu olumsuzluğun temel nedenlerinden biri ekonomi programının eksik olması; eksik programla sonuç almak yavaş oluyor. Giderek artan şikâyetler de programın ne ölçüde sürdürülebilir olduğu hakkındaki şüpheleri artırıyor. Ama başka nedenler de olmalı. Var…
Bu başka nedenlerden ilki tabloda yer almayan bazı göstergelerin programın başlangıcında çok bozuk olması olabilir. Öyle de. Kur Korumalı Mevduat (KKM) garabetinin getirdiği yükten tutun da faizi baskılarken dövize olan talep artmasın diye peşi sıra alınan kararların oluşturduğu sorun yumağına kadar. Çoğu fiyat göstergesinin (çeşitli faizler, ücretler, kurlar, kiralar…) iler tutar tarafı kalmayınca kaçınılmaz olarak öyle bir mevzuat düğümü çıkıyor ortaya. Çözmesi kolay olmuyor.
İkinci nedene gelince. Yeni bakan tarafından “rasyonel politikalara dönmeliyiz” açıklaması yapıldığına göre önceki dönemde rasyonel politikaların uygulanmadığı kabul edilmiş olundu. Ama her iki dönemde de aynı iktidar var. Bu durumda uygulanan programa şüpheyle yaklaşılıyor: “Nasıl yani; ne değişti de rasyonel döndük?” sorusu ortaya çıkıyor. Bu durumda da bekleyişleri olumluya çevirmek kolay olmuyor. Özellikle programın ilk başlarında “acaba bu programın devamı için yakılan yeşil ışık ne zaman sönecek” sorusu hep zihinlerde asılı kalıyor. Benzer şüpheler/sorular 2001 krizinden sonra uygulamaya konulan program için de 2002’nin sonuna kadar geçerliydi. Çünkü krizden önceki iktidar ile programı uygulamaya koyan iktidar aynıydı. Sanıyorum o zamanki programın IMF destekli olması uygulanabilirlik şüphelerini ortadan kaldırmasa da bir ölçüde azalttı.
Bu iki neden 26 aydır uygulanmakta olan programın ilk dönemleri için geçerli olabilir. Şimdiki durumu açıklamaz. Bu da beni üçüncü nedene getiriyor. O da elbette yargı sistemimizin içinde bulunduğu durum ile onun sonucu olarak ortaya çıkan büyük belirsizlik ortamı. 19 Mart sonrası yaşananlar ortada. Böyle bir ortamda bu programın sonuç alması zor. ‘Sonuç alması’ derken enflasyonu düşürmekten ve bütçeyi toparlamaktan söz ediyorum. Refah, gelir dağılımı ve potansiyel büyüme oranının yükseltilmesi konularına hiç girmiyorum. Bu belirsizlikler olmasaydı da mevcut programın bu önemli alanlarda yapabileceği bir şey yok çünkü.