Şirket yönetmekle kulüp yönetmenin ortak bir özelliği var: Ortada başarı yoksa algı yönetimi ile hiçbir yere varılmıyor.
Elbette insanın taraftarı olduğu takımın şampiyon olması mutluluk verici. Fakat 2007 yılından beri futbol sektörünün içinde olduğum için, meselelere daha soğukkanlı bakabilecek bir ruh haline kavuştum diyebilirim. Dolayısıyla yapacağım analizin objektif olacağına emin olabilirsiniz.
Öğrendiğim en önemli ders şu: Altyapı, mali yapı, üyelerin sosyal imkanı geliştirme, kaliteli tesisler kazandırma, kurumsal yönetimi benimseme gibi bazı mühim işleri başarmaya çalışırken, en önemli işin ne olduğunu her zaman bilmek lazım: “Kazanmak”. Futbol bir netice oyunudur. En fazla puanı alan şampiyon olmaktadır ve her sezon sadece bir kulüp şampiyon olabilmektedir.
Sadece Türkiye'de değil bir dünya ülkesinde, "futbol" denildiğinde kimsede sabır olmadığı için, uzun vadede başarı getirecek işler camiayı memnun edecek zaferlerle yan yana gelmeyince önemsenmiyor. Mali yapı olarak en güçlü kulüp olmak elbette önemli, ancak ortada herhangi bir başarı yok ise hiç kimse memnun olmuyor. Dolayısıyla göreve gelen yönetimlerin öncelikle bir aksiyon planı hazırlaması, kısa ve orta vadeli hedeflerini belirlemesi, camiayı da şeffaf bir şekilde bilgilendirmesi gerekir. Bu süreçte başarı hemen gelmeyebilir, dolayısıyla rakiplerin sataşmalarına cevap vermek yerine, içeriye doğru uygun mesajların verilmesi daha doğru olur. Aksi takdirde, yöneticiler iş yapmak yerine polemik üretmek mecburiyetinde hissederler. Amaç hasıl olmaz.
Gayet iyi hatırlıyorum, köklü bir Ege kulübünü devralıp işe başladığımızda en büyük engel, olumsuz rekabet idi. Bölgedeki camialar kendilerini geliştirmek yerine yıpratıcı bir polemik sürecine girmişlerdi. Göreve gelir gelmez, belki de bölge insanı olmadığımız için bu dedikodu kazanına girmedik. Kulüp sırasıyla 3. Lig’de şampiyon oldu ve 2. Lig’e çıktı. Ertesi yıl ise 2. Lig’de şampiyon olup 1. Lig’e çıktı. Tüm bunları oldukça dikkatli bir kurumsal ve mali yönetim ile akılcı transfer politikasıyla gerçekleştirdik. Ancak 1. Lig'den Süper Lig’e çıkmak için bunlar yetmedi. Hatta daha beter bir tecrübe yaşadık. Küme düşüp 2. Lig’den tekrar başladık. Bu arada taraftarlar kulübü basıp, her yeri yakıp yıktı. Kulübü devir aldığımızda yaşadığımız güvenlik sorununu, bu sefer küme düşerek yaşadık. Birçok tehdit mesajı ve doğrudan saldırılara hedef olduk. Camiayı ümitlendirip sonra büyük bir başarısızlıkla karşı karşıya bırakmak elbette bu öfkenin kaynağıydı. Bizi önce benimsemediler ama başarılar geldikçe sevmenin dozunu kaçırdılar. Sonra da yerin dibine soktular. Futbol bu işte. Heves edip spor kulüplerinde yönetici olmak isteyenlerin buna hazır olması gerekir.
Anladık ki, camiayı heyecanlandıracak başka bir projenin içinde olmak gerekiyordu. Camiayı da kulübü de çok sevdiğimiz için "bizim olsun" demedik, "mutlu olsun" dedik. Futbolu seven ve bölgeyi gayet iyi tanıyan bir yatırımcıya devrettik. Bu sürecin neticesinde Kulüp Süper Lig'e çıktı. Eğer bugün başarıyla yoluna devam ediyorsa, küme düştüğünde başına gelenler ve aldığı derslerin mutlaka büyük etkisi vardır diye düşünüyorum.
Kulüp yönetmekle şirket yönetmek her zaman aynı değil
Bu tecrübeden sonra sonra Türkiye Futbol Federasyonu Genel Sekreterliği görevinde muazzam tecrübeler elde ettim. Ayrıca FIFA ve UEFA görevlerim de objektif muhakeme için pekiştirici oldu diyebilirim. Analize bu perspektiften devam ediyorum.
Kulüp yönetmekle şirket yönetmek her zaman aynı değil, ayrıca şirketlerde sadece temsil görevi tecrübesi olan kişilerin spor gibi oldukça zorlu bir alanda başarılı olmaları da kolay değil. Fakat şirket yönetmekle kulüp yönetmenin ortak bir özelliği var: Ortada başarı yoksa algı yönetimi ile hiçbir yere varılmıyor. En başta belirttiğim gibi, futbol bir netice oyunu ve skor tabelasını algıyla değiştirmek mümkün değil.
Doğru işi yapanların şans yanında olur
Yazdıklarımın özetini şöyle yapabilirim: Bir kurumu yönetmek için gerekli olan tüm işleri yapsak bile, başarı gelmiyorsa mutlaka işin temeline geri dönüp, reçeteyi sorgulamamız gerekir. Mutlaka bir yerde hata vardır. Sporda şans faktörü vardır ancak, doğru işi yapanların şans sonunda yanında olur. Dolayısıyla hatırı sayılır uzunlukta devam eden bir başarısızlık var ise, ne başkan ne de yönetim doğru işi yapmamışlar, ara sıra şans yüzlerine güldüğünde doğru yolda olduklarını sanmışlardır. Güçlü teknik direktör, kabiliyetli futbolcular, tesis, altyapı vs. gibi detaylar düzgünmüş gibi gözükse de, ortada kurumsallık adına büyük bir facia yaşanmıştır. Kurumsallık derken kastım şu:
"Yönetim doğru işe karar verir, profesyoneller ise işi doğru yapar."
Eğer yanlış bir strateji seçilmiş ise taktik hamlelerle düzeltilmesi imkansızdır. Uzun bir süre gözle görülür bir başarısı olmayan başkan ve yönetiminin, hatasını görüp tarzını değiştirmesi yerine sürekli teknik direktör değiştirmesi ve kabahati kendinden başka her yerde araması başarısızlığın pekişmesi sonucunu doğurur. Başarılı camialar da bu tip süreçleri, hatalı kararlar veren başkanları tecrübe eder elbette ancak, hızlıca değişim sürecini başlatanlar başarıya yaklaşma imkanını bulabilir. Örnekleri çoktur.
Bilinçli camialarda kitleleşme olmaz
TFF'deki görevim sebebiyle dünyanın her yerinde bulunduğum için rahatlıkla söyleyebilirim ki, birçok kulüpte ortada bir kısım başarı olsa bile camianın yaklaşımları ile uyuşmayan yönetimler hemen gönderilir. Belki de, “Kulüpten daha büyük kimse yoktur” bilinci oluştuğu için. Bilinçli camialarda kitleleşme olmaz, kulüp üyeleri iradelerini belli bir kişi ya da gruba teslim etmezler.
Maalesef, Türkiye'de genelde yaşanan tecrübe şu: Başkanlar kendi istek ve arzularıyla bırakmadan gitmiyorlar. Buradan hareketle, üyeler devrim niteliğinde bir iş yapmadan veya camianın büyükleri araya girip sağlıklı bir süreci oluşturmadan, olumlu bir değişim yaşanacağına inanmak zor. Mucize ancak ve ancak doğru işi yapanların yanında oluyor.
Dediğim gibi futbol netice oyunu, algıyla skor tabelasındaki gerçeği değiştirmek mümkün olmuyor. Hiçbir para ve güç bitmiş bir maçın skor tabelasını değiştiremiyor, fazladan puan ekleyip rakipten puan silemiyor. Bu hep böyle oldu, bundan sonra da böyle olacak.