Yüce Atatürk’ün sayısız defa belirttiği gibi, devleti yönetmekle görevli olanlar hiçbir zaman seçtikleri bir hedefi milletin refahının üzerine koyamazlar.
Ekonomi yönetimi ve Merkez Bankası yönetiminin üst üste yaptığı hataları, isabetsiz öngörüleri ve tutmayan hedefleri ile ilgili yaptığı açıklamaları mantıklı argümana bağlamak isteyen kişilerin sayısı artık bir elin parmaklarıyla sayılacak kadar azaldı. Bu tip davranışları sergileyen meslektaşların bir kısmı Merkez Bankasını kurum olarak korumaya çalışırken, geri kalan kısmı ise tamamen bir yaranma telaşı içindeler.
John Stuart Mill, demokrasinin ilerlemesi için yaranma düşüncesinin tamamen ortadan kalkması gerektiğini söylemiş sayısız kez. Diğer taraftan Sokrates’ten İbni Haldun’a, Rousseau’dan modern çağın filozoflarına kadar sağduyu sahibi birçok kişinin kitabını okumuş olan Mustafa Kemal Atatürk, “Milli irade ve beraberliğin kaynağı fertlerin özgür iradeleri ile seçtikleri iktisadi faaliyetlerinin terakkisidir” demiş. Ayrıca devletin hiçbir surette ve hiçbir sebeple bu faaliyetlerin önünü tıkamaması gerektiğini, aksi taktirde demokrasinin güçlenmesinin zorlaşacağını ifade etmiş.
10 Kasım'da aramızdan ayrılan ama bizim için hiçbir zaman ölmeyecek Atatürk ve Atatürkçü düşüncenin manasını kavramak için, daha Cumhuriyet kurulmadan gerçekleştirilmiş olan İzmir İktisat Kongresi’nde yapılan konuşmalar ve görüşmelere göz atmak bile yeterli. Sadece bunu yapmakla şu basit gerçeği kavramak mümkün: Uygulanacak hiçbir iktisadi reçete Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş esaslarına aykırı, halkın refahına, iktisadi faaliyetlerin devamına, ihracatın güçlenmesine, toplumsal barışa aykırı olamaz.
Daha önceki açıklamalarımız ve eleştirilerimiz belki biraz teknik kalmış olabilir. Dolayısıyla ne yapılması gerektiğini soran dostların şu an söylediğim ikaza dikkatlerini vermeleri gerekir.
Vatandaşın refahını önceliklendirmeyen, fertlerin özgür iradeyle ve ahlaki, kanuni sınırlar içerisinde büyütmeye çalıştıkları ekonomik faaliyetlerini önemsemeyen, Atatürk’ün üzerinde çok durduğu dış satım yani ihracat meselesini ciddiye almayan, en kötüsü bunları önemsiyormuş gibi gözüküp ufak tefek oyalayıcı adımları büyük bir işmiş gibi anlatan bir yaklaşıma ihtiyacımız yok. Bunların tersini yapan bir reçeteye ihtiyacımız var.
Vazife refahı artıracak sonuç yaratmaktır
Yüce Atatürk’ün sayısız defa belirttiği gibi, devleti yönetmekle görevli olanlar hiçbir zaman seçtikleri bir hedefi milletin refahının üzerine koyamazlar. Dolayısıyla, vazife refahı artıracak sonuç yaratmaktır. Vazife ahlaklı ve kurallar içerisinde davranan fertlerin faaliyetlerini büyütmeye yardımcı olmaktır. Vazife rantiye kesimine yardımcı olmak değil, vatanı-milleti-bayrağı yukarıda tutmak için çabalayanlara destek olmaktır.
Ulu Önder Atatürk'ün Cumhuriyeti kurduğu tarihten vefatına kadar tam olarak 46 fabrikayı faaliyete geçirdiğini hatırlatayım. Karabük Demir Çelik, Nazilli Basma, Bursa Merinos, Paşabahçe Cam, Nuri Demirağ Uçak Fabrikası ve Alpullu Şeker Fabrikası akla gelen ilk üretim tesisleri.
Yalın Alpay ile kaleme aldığımız "Olaylarla Türkiye Ekonomisi" kitabında oldukça detaylı şekilde anlattığımız kuruluş döneminde, Türkiye'deki tüketimin % 87'sini içeriden tedarik ile sağladığımızı da hatırlatmak isterim. Ayrıca dış satım yani ihracat odaklı yaklaşımlarla açılan ilk ihracatçı birlikleriyle beraber 1950 yılına kadar sürekli dış ticaret fazlası verildiğini belirtmem gerekiyor.
1950 yılından sonra, bütçe açıkları gelenek haline geldi
Bundan başka 1923-1926 yıllarında yeni kurulan Cumhuriyet, bütçe açığı verirken, 1926-1938 döneminde bütçe açığı vermemiştir. İkinci Dünya Savaşı sebebiyle verilen bütçe açıklarına 1944 yılında son verilmiş, ancak 1950 yılından sonra bütçe açıkları gelenek haline gelmiştir.
Belki de en ilginç gelişme 1923-1938 yılları arasında enflasyon oranlarının tek hane ya da en fazla % 15 seviyesinde tutulma çabasıdır. Özellikle TCMB'nin Türkiye ekonomisinde yerini almasından sonra Türk Lirası’nın istikrarını sağlama konusunda ciddi adımlar atılmış gözükmektedir. Bugünkü Merkez Bankası Yönetiminin tarihe dönüp bakarak kavraması gerekenler vardır.
Anılan yıllarda büyüme hızının 1923-1932 arasında ortalama % 7 civarında olması ve 1933-1942 arasında bile % 5' ulaşması dikkate alınması gereken bir başarıdır. Nüfusun hızla artmasına rağmen fert başına düşen milli gelirin de büyümeyle beraber yükseldiği gözükmektedir.
Tüm bu detaylar Cumhuriyet tarihinin en önemli ekonomik hamleleri ve devriminin 1923-1938 yılları arasında olduğunu bizlere göstermektedir. Belki de tüm zorluklara rağmen ayakta kalmamızın sebebi o zamanlarda atılmış bu büyük adımların sayesindedir.
Tüm bu bilgilerin ışığında tekrar etmem gerekirse: Hiçbir iktisadi program ya da plan vatandaşların refahını, umudunu, beklentisini ve güvenini azaltacak şekilde kurgulanamaz. Böyle bir hedef olmasa bile, çıkan sonucun bu şekilde olması halinde acilen değişikliğe gidilmesi gerekmektedir.
Bu gerekliliği biz tarif etmiyoruz, Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları ve çalışma arkadaşları ile bu vatanı özgür kılmak için canını feda etmiş ve etmekte olan kıymetli insanlar tarif ediyor.
Ulu Önder Atatürk’ün kıymetli hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.
