Türkçeye hareketlilik olarak çevrilen mobilite, aslında bundan çok daha fazlası. İnsan ve mallardan paraya kadar her unsurun mobilitesi teknoloji sayesinde artıyor ve buna bağlı olarak değer zinciri ve algısı değişiyor. Bunun benim açımdan en çarpıcı örneği, Pegasus ile seyahat ederken menüde gördüğüm ikili fiyat tarifesi oluyor. Ben çocukken “nakit verip fiş almasam kaç lira olur” pazarlığı yapılıp kayıtdışı olanın sağladığı ekonomik faydanın peşine düşülürken bugün kaydî para ile sağlanan mobilite, yüzde 20 civarında indirim yapabilme olanağı sağlıyor. Bunu sağlayan fiziki parayı tutma ve stoklama maliyetinin bu şekilde sağlanan mobilite sayesinde bertaraf edilebilir olması. 5G’nin hayata geçmesiyle umarım bunun farklı örneklerini görürüz.
Bu bölüm artık benim klişelerimden biri haline gelmiş durumda ancak anlatacağım dönüşümün teknoloji dışındaki boyutunu anlatma konusunda en iyi yardımcım. Bunu ardından teknoloji tarafına geçebilirim. Yazının sonunda ise karma bir etkiye değineceğim.
Bunlardan ilk Orge ile ilgili. Biz mobilite dediğimizde aklımız sürekli olarak otomobillere gidiyor ama elektrikli araçların enerjisinin mobilitesi son dönemde çok daha önemli hale geliyor. Dikkat çekici ifade şu: Orge’nin tamamen kendi Ar-Ge ekibiyle geliştirdiği sistemler, OCPP 2.0.1 uyumlu yazılım ve ARM tabanlı modüler kontrol platformu sayesinde uluslararası tüm markalarla entegre çalışabiliyor. Bu özellik, firmayı küresel tedarik zincirine entegre olma konusunda öne çıkarıyor.”
Bunun ne anlama geldiğini anlamak için ARM mimarisini hatırlayalım. Vikipedi’deki tanımı şe şekilde: “ARM mimarisi (orijinal adı Acorn RISC Machine) RISC tabanlı bir işlemci mimarisidir. Genel itibarıyla düşük güç tüketimi, diğer RISC tabanlı işlemcilere göre yüksek performanslı oluşu ve x86-x64 işlemcilere göre daha hesaplı olmasından dolayı gömülü sistemlerde, taşınabilir aygıtlarda kullanılan yongasetlerinin dizaynında tercih edilir. 32 ve 64 bit modelleri bulunur. ARM firması kendi başına işlemci üretmez, ISA dizaynı ve kullanım lisansı satar.” şeklinde.
Bunun ekonomik ve teknolojik boyutu ise çok daha etkileyici. 1983’te bilimsel bir araştırma projesi olarak başlayan sürecin sonunda ortaya çıkan teknolojiyi ürünleştirme konusundaki rolü nedeniyle Qualcomm markasından öğrendik. Bilgisayar dünyasının devi Intel’in mobilite dünyasında krallık inşa etmesini engelleyen ve kendi krallığını kuran Qulacomm’un işlemcilerinin birlikte çalışmasıyla oluşturulan sunucu ve yüksek performanslı bilgisayar yapıları gündeme gelmişti. Bunun boyutları arasında verinin bu işlemciler arasında cep telefonlarındaki gibi düşük enerji sarfiyatı ve hızla dolaşabilmesiydi. Fillerin dünyasında karıncalar cinsinden bir alternatif yapı düşünün. İşte ARM bunu yapmıştı. Metindeki ARM markasının benim zihnimdeki karşılığı buydu ve bu ölçeklenme boyutu ile ilgimi çekti.
Satırlar arasında gezerken ölçeklenme ile ilgili bir ifade aradım ve işte oradaydı: “Fuarda basınla bir araya gelen CEO Nevhan Gündüz, yeterli araç sayısına ve talebe ulaşılması durumunda önümüzdeki yıllarda elektrikli araç şarjına 100 milyon TL’nin üzerinde ilave yatırım yapacaklarını açıkladı.” Günümüzde artık bu ölçeklenme olanağı sadece donanım tarafı ile ifade edilmiyor; yazılım ve donanımı birlikte düşünmek gerekiyor.
Bu da bültende yeni bir araştırmanın konusu oldu ve şu bölüm bu araştırmayı yanıtladı: “Orge Elektrik, EV Charge Show’da yeni nesil Hexa 480 kW DC ve Round 22 kW AC modellerini sergiledi. Bu modeller özellikle otoyol, akaryakıt istasyonu ve filo merkezlerinde kullanılacak. 480 kW’lık Hexa modeli, 20 dakikada tam dolum sağlarken; Round serisi AC cihazlar özel donanımı ve yazılımı sayesinde kullanıcıya enerji tarifesine göre otomatik şarj zamanlaması sunarak enerji verimliliğini artırıyor. Böylece yüzde 30’a varan enerji tasarrufu sağlanıyor ve şebeke yükü dengeleniyor. Ayrıca yeni yazılım ve donanım geliştirmeleriyle dinamik güç yönetimi, tarife optimizasyonu ve geliştirilmiş kullanıcı arayüzü gibi yenilikler de ilk kez bu fuarda tanıtıldı.”
Yıllar önce Tayvan’a gittiğimde ARM tabanlı işlemcileri geliştirecek bir Ar-Ge merkezi yatırımının ortasına düşmüştük. Yatırımın nedenini sorduğumda yetkililer, Tayvan’daki chip üretme kapasitesinin Ar-Ge’den çıkan tasarımları hızla ürünleştirme ve geliştirme-ürünleştirme çevrimini kısaltma etkisinin yatırım kararını ortaya çıkardığını söylemişti. Bu bilgi, yazılımının yüzde 100’ün kendi geliştiren ve şarj istasyonlarını yüzde 85 yerlilikle üreten Orge’nin modelinin de bu “doğru” yatırım ile paralel olduğunu gösteriyor.
Bu kadar övüyormuşum gibi görünen tablo sadece yapılan doğruları ortaya koymamla ilgili bir analizden ibaret. Ancak şirketin ARM ile sınırlı kalmayıp optimum şarj sistemi için eşyanın interneti (IoT) gibi boyutları da içeren zihniyeti, övgüyü hak ediyor. Bir de ortaya konulan hedef çok değerli: “Orge’nin bir Green Contractor (Yeşil Taahhüt Şirketi) ve Tekno-Taahhüt Şirketine dönüşüm vizyonu olduğunu belirten Nevhan Gündüz, ‘Bir projenin baştan sona elektrik taahhüdü, yenilenebilir enerjiyle elektrik üretimi, üretilen elektrikle araç şarj cihazlarının beslenmesi ve altyapı kurulumuyla bir elektrifikasyon projesinin tüm aşamalarında hizmet verebileceğimiz bütünleşik yapılarda yer almak istiyoruz’ diyor.” Bu doğru bir yönelim ve gereken bileşenleri de içeriyor.
Bu bileşenlerin bir bölümü sürdürülebilirlik ile ilgili: “Orge, güneş ve rüzgar destekli istasyonlarıyla Türkiye’nin Net Sıfır 2053 vizyonuna katkı sağlamayı hedefliyor. Ürün bileşenlerinin yüzde 75’i geri dönüştürülebilir malzemelerden oluşurken, üretim tesislerinde güneş enerjili sistemlerin kurulması planlanıyor. Gündüz, ‘Yerli üretim, yenilenebilir enerji ve akıllı yazılım birleştiğinde karbon nötr bir taşımacılık altyapısı mümkün hale geliyor. Biz bu dönüşümün mühendislik tarafını üstleniyoruz.’ dedi.”
İkinci ve mühendis kimliğimle daha önemli gördüğüm boyutu, fonksiyonalitenin artırılması oluşturuyor: “Orge, Ar-Ge çalışmalarında kablosuz şarj, güneş destekli sistemler ve çift yönlü enerji akışı (V2G) teknolojilerine odaklanıyor. En yakın ticarileşme aşamasında olan V2G sistemiyle araçlar sadece enerji tüketicisi değil, aynı zamanda enerji üreticisi haline gelecek. Gündüz, ‘2026’da pilot uygulamalara başlamayı planlıyoruz. Bu sistem, şebeke yükünü dengeleyerek enerji verimliliğine katkı sağlayacak.’ ifadelerini kullanıyor.”
Mobilite konusunda aklımdan geçenleri, Orge’nin bülteninde anlatılanlarla örerek ve değişimin altını çizerek size anlatmaya çalıştım ancak bütün hikâye bundan ibaret değil. Bu, “ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar.” diye biten bir masal değil, bir ekonomi yazısı. Türkiye’de herkesin derdi, makul karşılanacak bir anlatı oluşturmak ve bu anlatıya inanan/inanmayı yararlı bulan bir kitleyi etrafına toplamak. Şimdi biraz da bu kutunun dışında düşünelim.
Kutunun dışındaki resim…
Öncelikle şu tersine enerji sağlama konusundan başlayalım. Bu model yıllar önce hidrojen yakıtlı Toyota araçlar ve çok sayıda teknoloji şirketinin çabasıyla Japonya’da test ediliyordu. Özellikle afet ve daha özellikle depremin neden olduğu şebeke kesintilerinde hastaneler başta olmak üzere hayati tesislerin enerjisinin sağlanmasını hedef alan önemli bir projeydi. Bunu yaparken o şebekeleri enerji verimliliği yüksek ve data ile enetegre hale getirmek büyük önem taşıyor. Philips yıllar önce Amsterdam’daki Deloitte binasında, ihtiyaç duyduğu enerji seviyesinin düşüklüğü nedeniyle Ethernet kablo ile beslediği aydınlatma sisteminin cep telefonu üzerinden kişiselleştirilmesi uygulamasını göstermişti. Akıllı telefon ile bir kere tercihinizi ya da tercih setinizi belirliyordunuz ve odaya girdiğinizde Wi-Fi ağı sizi tespit ederek bir IoT uygulaması olarak aydınlatma ayarlarını yapıyordu. Oda boş olduğunda ise, sistem otomatik olarak ışıkları kapatıyordu. Sistem bu şekilde tasarladığında, uçtan uca daha sağlıklı bir kurgu elde etmiş oluruz.
Hidrojen bu sistemde şarj-ötesi bir depolama aracı olarak değerlendirilmek sorunda. Tersine şarjın nimetlerini, iki cep telefonundan şarjı biteni diğerinin bataryası ile hatta temassız bir biçimde şarj edilebilmesi örneği üzerinden biliyoruz. Ancak ondan önceki dönemde Walkman’in pili bittiğinde bakkaldan aldığımız yeni pilleri oraya takarak müzik dinlemeyi çoktan unutmuş görünüyoruz. Üstelik bu nadir metal savaşlarının elektrikli araç dünyasını ve bu dünyada özellikle Çinli olmayan üreticilerin nasıl bu metallere ulaşacağı konusu tartışma konusu.
Bu konu ilgisiz gibi görünse de, aslında Orge’nin özel toplantısında konuşulan konular arasında, kurulan şarj sisteminin sağlıklı ve kârlı olmasını sağlamak açısından en önemli noktanın elektrikli araç sayısının artmasının gerektiği yer alıyordu. Bu, Nikola Tesla’nın uzaktan şarj veya 20’nci yüzyılın otomotiv üreticilerinin giderken yerden endüktif şarj (havadan çekilen tellerden daha pratik olan bu modele geçilmesi tartışmasını hatırlıyorum) gibi modeller için de zorunlu. Araç sayısının artması, aynı şekilde Orge toplantısında konuştuğumuz, alışveriş merkezleri gibi yoğun elektrik tüketen yerlerin boş olduğu gece saatlerinde buranın enerjisinin DC hızlı şarj için kullanmak gibi farklı modellerin uygulanması için temel gerekliliği oluşturuyor. Elektrikli araç sayısının artması ise, şebekeden akıtmanız gereken elektrik miktarını –özellikle DC şarj kullanılmadığında- inanılmaz düzeylere çıkarıyor. Bu, çözülmesi gereken bir problem ve sadece enerji değil, finansman planlamasında da bu tür bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Bugün yüksek gerilim hattından sonra indirme yapılan merkezlerden hat çekilmesi durumunda bile DC şarj için şehirlerin geleneksel bölümlerinde bir çözüm oluşturmak kolay görünmüyor. 4 bin dolar civarında maliyeti bulunan AC şarj cihazları için bir o kadar da kablolama yatırımı yapmak gerekiyor. Maliyeti bunun 10 katı olan DJ şarj cihazlarının tanesi için 40 bin dolar civarında ve denklem daha da karmaşıklaşıyor. İstanbul’un elektrik dağıtım işini Mehmet Emin Karamehmet’in şirketinin aldığı dönemde Fortune Türkiye’de Karamehmet’in yatırım planını yazmıştım. Yazı işlerinin kapağa attığı saçma sapan başlık nedeniyle haber güme gitse de, Karamehmet’in elektrik dağıtım işinin arkasına inşaat şirketinin elektrik altyapısını yenilemesi projelerini koyarak hem ödenmesi imkansız görünen bedeli ödeyeceğini hem de İstanbul elektrifikasyon anlamında geleceğe taşıyacağını yazmıştım. Bu olsaydı, bugün konuştuğumuz birçok şeyi konuşmuyor olacaktık.
Şimdi uğraşıp duruyoruz. Sorunlarımız hep kısır döngü mantığında oluşuyor. Zamanında 4K televizyonlar ilk çıktığında bunlarda ancak Bluray izlemek tatmin edici sonuçlar veriyordu. Bunları besleyecek yayın için fibere ihtiyaç vardı ancak bu da her yerde yoktu. Problem, Yeniköy’de yalıda oturan biri evine 100 inçin üzerindeki bir 4K televizyon alsa ne olur, diye karşımıza çıkıyordu. Tek ev için fiber çekmek aşırı maliyetliydi. Fiber olmayan yerde bu televizyonu almak ise, enayiceydi. Naklen yayın ve özellikle de naklen maç yayını olmadan yerli dijital platformların yaşayamadığı yayıncılık tarihimize bakınca konu daha iyi anlaşılacaktır. Bu kısır döngüye girdiğiniz zaman hem televizyon satışı hem telekomünikasyon yatırımı yapmak anlamsız hale geliyor. Bütün sorunları aynı anda çözmeye kalkınca da hormonlu ve karlılığı düşük bir ülke haline geliyoruz. Resmi iyileştirici adımları parça parça atsak ve ben bunları Orge örneğindeki gibi övsem de, bu şirketleri Open AI etkisi yaratacak hale getirmeyi beceremiyoruz.
Open AI etkisi
Open AI ile işbirliği için 100 milyar dolar yatırım açıklayan NVIDIA’nın piyasa değeri 5 trilyon dolarlık değerin üzerini gördü ve NVIDIA bunu yapan ilk şirket oldu. Daha önce de Microsoft, Open AI’a 10 milyar dolarlık yatırım yaptığı dönemde yüzde 50’nin üzerinde değerlenerek 3 trilyon dolarlık piyasa değerine ulaşmıştı. Open AI’ı bu denklem ışığında bir kaldıraç olarak görüyorum. Bu dünyada Orge’yi konumlamamız mümkün mü? Trevanian’ın 20. Mil romanındaki denklem, bize meşhur olan altın arayıcılarının yanında onlara ekipman satan ve buldukları altını bozup nakleden yerel şirketlerin meşhur olmadan muazzam bir değer zinciri yarattığını gösteriyor. Madenciler başarıyor ya da başaramıyor ama kazma kürek sağlayan bu şirketler hep sağlam bir biçimde var oluyorlar.
Bu nedenle, Orge’nin 6 milyar liralık piyasa değerini 5 trilyon dolarlık NVIDIA ile karşılaştırıp çok küçük demenin yersiz olduğunu düşünüyorum. Başka bir matematik işleteceğim. NVIDIA’nın 5 trilyon dolarlık piyasa değerini görmesinden önce 100 milyar dolarlık işbirliği açıkladığı Open AI’ın piyasa değeri çalışan hissesi satışının ardından 2 Ekim 2025’teki haberlere göre 500 milyar dolar.
Benim yütümek istediğim matematik şu: Orge özkaynakla iş yapmayı tercih ediyor ve bunu önemli bir başarı faktörü olarak değerlendiriyorum. Ancak Orge’nin yaptığı işlerin kullanıcı sayısını artıracak yatırımlarla biz bu şirketin 10 karı değer kazanacak borsa şirketleri yaratabilir miyiz? Bu iyi bir kaldıraç olmaz mı? Bir düşünün bakalım.