Yapay zekâ yeni bir ‘kültür bükücü’. Ama yönü sabit değil. Onu yalnızca hız ve verimlilik için tasarlarsak, bizi yüzeysel, sabırsız ve parçalanmış bir dünyaya taşır.
Kültür, toplumun görünmez işletim sistemidir. Toplumun anlam haritası, vicdan belleği, değer rejimi ve davranış sınırlarıdır. Ekonomik modellerden etik kararlara, sürdürülebilirlik anlayışından siyasal kurumlara kadar her şey kültürün üzerinde yükselir.
Peki, teknoloji mi kültürü takip eder? Yoksa, kültürü belirleyen teknoloji midir?
Bu soru, modern dünyanın en derin gerilimlerinden birini açığa çıkarıyor. Çünkü verdiğimiz her cevap, aslında insanın teknolojiyle kurduğu ilişkiyi yeniden tarif ediyor: Biz mi teknolojiyi şekillendiriyoruz, yoksa teknoloji mi bizi?
Uzun yıllar boyunca ‘teknoloji kültürü takip eder’ fikri makul görünüyordu. Toplumsal ihtiyaçların, ekonomik koşulların, politik tercihlerin ve kültürel kodların teknolojiyi belirlediğini söylemek hem mantıklı hem de kontrolün insanda olduğu düşüncesiyle rahatlatıcıydı.
Ama yapay zekâ bu hikâyeyi bozdu.
Yapay zekâ artık toplumsal ritmin kendisi
Bugün yapay zekâ kültürel altyapımızın kalbine yerleşmiş bir güç durumunda. Neden mi?
Hakikatin doğasını değiştiriyor. Hakikat, doğruluktan çok algoritmalarla dolaşıma girme ve yayılma hızıyla yazılıyor. Tüketim kültürünü programlıyor. Algoritmalar yalnızca ne tükettiğimizi değil, neyi arzuladığımızı bile şekillendiriyor.
Çalışmanın anlamını yeniden yazıyor. Otomasyon yalnızca işleri değil, emeğin değerini, becerinin tanımını, üretimin etik çerçevesini dönüştürüyor. Düşünme biçimimizi yeniden programlıyor. Zihni sözde hızlandırırken, derinlikten uzaklaştırıyor. Dikkat ölüyor, deneyim ve sezgi önemsizleşiyor.
Kültürü teknoloji belirlerse ne olur?
Burada asıl mesele, kültürün hangi mantıkla dönüştüğü meselesidir bana göre. Teknolojinin mantığı hız, verimlilik, ölçülebilirlik, optimizasyon üzerinedir. Kültür ise anlam, değer, bağlam ve etik üzerinden kurulur.
Bu iki mantık birbirini dışlamaz, fakat aynı şey de değildir. Eğer kültür teknolojinin mantığına teslim olursa, sonuçları sadece teknik değil, insani olur.
Rasyonel olmayan ve karmaşık insan davranışı ‘sadece ölçülebilir’ olana indirgenir. Empati, sezgi, adalet, kırılgan gruplar… Verinin görmediği her şey silikleşir.
Hakikat ‘doğru’ olmaktan çıkar, ‘popüler’ olana dönüşür. Toplumsal sorumluluk yerine bireysel çıkar teşvik edilir. Kısa vadeli davranış döngüleri uzun vadeli sorumluluk gerektiren eylemleri zayıflatır.
En büyük erozyon ise anlamın kendisinde olur. Teknoloji işlevleri geliştirebilir, süreçleri hızlandırabilir. Ama anlam üretemez. Çünkü, anlam kültürün ürünüdür.
Bu tartışma, iklim krizi ve sürdürülebilirlik politikalarının geleceğini de doğrudan etkiler. Sebebi de açık. Bugün uğraştığımız bu temel meseleler ve krizler teknik değil, kültürel ve insanidir. Bu yüzden çözümü de teknik değil, kültürel olmak zorundadır.
Teknoloji ve kültür birlikte evrilir
Fransız sosyolog Bruno Latour bu tartışmaya ustaca bir yön verir: “Ne teknoloji kültürü takip eder ne de kültür tamamen teknolojiyi belirler. İkisi birlikte evrilir.”
Teknoloji kültürü dönüştürür, kültür teknolojiyi yeniden şekillendirir. Aralarında bir neden–sonuç dizisi değil, karşılıklı akış vardır.
Bugün yapay zekâ tam olarak bu noktada duruyor. Hem bizim dünyayı anlama biçimimizden doğuyor hem de bu anlam biçimini yeniden kuruyor. Ama önemli bir farkla: Bugünün teknolojileri, kültürü tarihte hiç olmadığı kadar hızlı dönüştürüyor.
Riskimiz ne?
İşte riskimiz tam burada başlıyor. Eğer kültürü yalnızca teknolojinin mantığına bırakırsak; hız anlamın, verimlilik değerin, optimizasyon adaletin yerine geçer. Bu durumda teknoloji ilerler, ama insanlık derinlik kaybeder. Sistemler mükemmelleşir, fakat toplumsal pusula bulanıklaşır.
Oysa kültür, insanın dünyadaki yerini tarif eden en temel zemindir. Ne için yaşadığımızı, neye sınır koyduğumuzu, neyi değerli saydığımızı belirler. Bu zemin çökerse, en gelişmiş teknoloji bile bizi sürdürülebilir bir geleceğe taşıyamaz.
Bu yüzden konu sadece yapay zekânın ne kadar güçlü olduğu değil, bizim hangi değerleri vazgeçilmez ilan ettiğimizdir.
Sonuç: Kültürü koruma cesareti belirleyici olacak
Yapay zekâ yeni bir ‘kültür bükücü’. Ama yönü sabit değil. Onu yalnızca hız ve verimlilik için tasarlarsak, bizi yüzeysel, sabırsız ve parçalanmış bir dünyaya taşır. Etik, anlam ve ortak fayda ile tasarlarsak, kültürü aşındıran değil, kültürü derinleştiren bir güce dönüşebilir.
Soru şudur: Teknolojiye doğrudan uyum sağlayan bir toplum mu olacağız, yoksa teknolojiyi kültürel bir bilinçle yönlendiren mi?
Gelecek, yapay zekânın ne yaptığıyla değil, insanın neyi korumayı istediğiyle şekillenecek. Esas belirleyici teknoloji değil, kültürü koruma cesaretimiz olacak.