Küçükkuyu otogarında tanıştığım Yağız’ın kartondan tasarladığı otomobil ile Maserati Grecale Folgore arasındaki mesafe ne kadar ve Ulaş Kayacan bu mesafeyi ne kadar kısaltabilir?
Olmak ya da yok olmak… William Shekespeare’in İngilizce dizelerini Can Yücel’in muhteşem çevirisi ile dilimize aktardığımızda bu ifade karşımıza çıkıyor. Benim sorduğum sorular, bunun olmak tarafıyla ilgili ve yapmak fiili ile bağlantılı. Son dönemde Türkiye’de tartışılan konularda herkes kendi bakış açısıyla ortaya koyarken kimsenin bir şey yapmadığı dikkatimi çekiyor. Anlatmak yani sözel taraf ile yapmak yani sayısal taraf arasındaki mesafe giderek açılıyor. Bu da geçmişteki önemli bir felsefe tartışmasının günümüze taşınmasını gerektiriyor.
Benim için çok geride kalması nedeniyle ifadeleri tam hatırlayamadığımdan Google’a başvurdum ve Karl Marx’ın şu ifadesine ulaştım: “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir. İşe fiilen başlar başlamaz, artık, emeği onun olmaktan çıkmıştır ve bunun için de bu emeğin şimdi işçi tarafından satılması söz konusu olamaz. Görünen, gerçek olsaydı bilime gerek kalmazdı.”
İfadenin ortası komünistleri ilgilendiriyor. Ben başı ve sonunla ilgiliyim. Görünen gerçek olsaydı diye başlayan ifade, benim daha önce yazdığım bilimden uzaklaşıp bilgiye uzanma tavsiyeme işaret ediyor. Onu da geçiyorum. Gelelim değiştirme konusuna. Bugünkü yazının konusu bu olacak ancak yıllardır dijital dönüşümü konuşup bir türlü dijitalleşmeyen bir ülkenin insanı olarak değil de Marx’ın dünyayı değiştirmeyi yorumladığı ifadeyi kullandığı dönemde sanayileşmeyi İngiltere’de zirvede yaşayan yani dünyayı değiştiren Engels tadında yazmayı hedefliyorum; Anti-Dühring’de yaptığı gibi.
Bizler hayatının çoğunu geride bırakmış insanlar olarak her şeyi geçmişi de koruyacak şekilde değerlendiriyoruz. Oysa ki gerçek anlamda bir değişim yaratmak söz konusuysa, bunu önündeki zaman geride bıraktığından fazla olanların penceresinden bakarak yapmak zorundayız. Bu konuda, özellikle anlamadığım noktaları öne çıkararak Yağız’ın değerini ortaya koyma niyetindeyim. Otobüsümüzü beklemek için otogara gittiğimizde ilk anda Yağız’ı fark etmedim. Allahtan biraz erken gelmişiz ki, bir çocuğun masanın birinin arkasında kartondan bir şey yaptığı dikkatimi çekti. Salon boş olduğundan koltuğumu kaptırma ihtimali yoktu; kalkıp yanına gittim. Karton, bant ve üzerine bir şeyler çizdiği kağıtlardan bir şey yapmıştı. “Uzay gemisi mi yaptın?” diye sordum; “Bu bir araba” dedi. Yanında başka bir çocuk vardı; “Bak, anlamadılar. Çok kötü yapmışsın” dedi. Ama Yağız, yandaki çıkmayı gösterip “bu vites kolu” diye anlatmaya başladı. Kağıda kadran çizmişti ve o kağıdı karton kutunun üzerine yapıştırmıştı yani bantlamıştı. Yan tarafa yerleştirdiği kutu ise, dijital göstergeydi. Muazzamdı. Dönüp yerime oturdum. Birazdan seslendi: “El freni ekledim.”
Tekrar yanına gittim. “Güzel olmuş” dedim. Yanındaki çocuk o sırada elindeki kağıda çizdiği kadranın etrafındaki boşluğu makasla kesmeye çalışıyor ama bunu defter kağıdını havada tutarak yapmaya çalıştığı için başaramıyordu. Kağıt gevşek kaldığı için makas kesmiyordu. Beni Yağız’ın tasarladığı otomobile gösterdiğim ilgiyi görünce, “Ben yapsam daha iyisini yaparım” dedi. “Yok öyle. Yapıp getireceksin, göreceğim” dedim. Birden sinirlendi: “Hep senin dediğini mi yapacağım” diye sesini yükseltti. “Seninle konuşan yok, ne yaparsan yap” dedim. Sustu ama durmadı. “El frenini” koparıp “Bu benim” dedi. Elindeki sopanın ucuna bantlayıp mızrak yaptı ve hafif hafif Yağız’ın otomobiline vurmaya başladı. Zarar verecek kadar şiddetli vurmuyordu ama rahatsız edici bir tavrı vardı. Biraz öncesinde de kadranı kesemediği makasla Yağız’ın saçını kesmeye çalışmış birkaç teli kesince de “Aaa, kesiyormuş” demişti. O sırada kendisine tepki gösteren bir kız çocuğuna da bağırdı. Sonrasında kendilerinden bir kaç yaş büyük olan bir erkek çocuk gelip “Yapmasana” dediğinde biraz kenara çekildi.
Bu arada Yağız arabasını alıp acenteden dışarı çıkmıştı. Elindeki karton tasarımın ne olduğunu soranlara uzun uzun anlatmaya başlamıştı. Yapmak kadar anlatmak da hoşuna gidiyordu. Bu arada annesi ile tanıştım ve Yağız’ın fotoğrafını çekmek için izin istedim. Annesi izin verdi; Yağız da heyecanla “Ünlü oluyorum” diyerek poz verdi. “Dur oğlum” dedim “Ben Vehbi Koç kadar büyük değilim. Sadece yazı yazıyorum.”
Bu kadar kişinin dahil olduğu hikâyede neden sadece Yağız’ın adını kullandığımı merak edebilirsiniz. Çünkü sadece o ilgimi çekmişti. Sebebi de şuydu: Kadıköy Anadolu Lisesi’nde okurken resim dersimize giren müdür muavinimiz Orhan Erdem bir gün bizden kahve fincanı çizmemizi istemişti. Biz de sınıf olarak fincanın tabağın içindeki yandan görünüşünü resmetmiştik. İyi çizen olmuştu; beceremeyen olmuştu. Ben genellikle içinde insan olmayan resimlerde pek fena işler yapmıyordum. Ama konu fincanı ne kadar iyi çizdiğimiz değildi. Rahmetli Orhan Öğretmen, “Hepiniz kahve fincanını vitrinde durduğu gibi çizmişsiniz. Pekiyi fincanla bir şey içerken de böyle mi görünüyor?” diye sormuştu. Çok önemli bir dersti. “Görünen, gerçek olsaydı bilime gerek kalmazdı” öğretisini farklı bir boyutta yineliyordu.
Sadece Yağız’ın adının burada geçmesinin nedeni, küçük olmasına karşın tasarladığı otomobilin içine girmiş olması. İlk anda uzay gemisi gibi görünen o tasarım, şoför koltuğunda oturan birinin önünde duran arayüz ve gerçekten sürücünün önünde öyle duruyor. Biz otomobil deyince hep dış görünüşe bakıyoruz ama Yağız otomobilin içini tasarlamıştı; ve bunu otomobilin içine girerek yapmıştı. Bu nedenle adını öğrenme ihtiyacını hissettim. Bu sözlü öğrenmelerde bazen hata olabiliyor. İsmi yanlış duyduysam ve hatalı yazdıysam babası düzeltir. Ola ki hakkında yazarsam haber vereyim diye “Mailin var mı?” diye sorduğumda Yağız “Benim yok ama babamın var” demişti. Annesi babasının e-posta adresini bir kâğıda yazıp bana verdi ve bu yazı yayımlandığında kendisine haber vereceğim.
Yağız’ın hikâyesini neden uzattım?
Bu hikâyeyi bu kadar uzatma niyetinde değildim ama bu günkü yazıyı planlarken Maserati’nin “yeni elektrikli lüks SUV’si” Grecale Folgore’nin bülteni önüme düştü. Grecale Türkçede Kuzey Rüzgârı ve Folgore de şimşek anlamına geliyormuş. “Saf İtalyan DNA’sını elektrikle buluşturan Grecale Folgore Türkiye yollarında!” spotuyla servis edilen bültende 9 milyon 250 bin liradan başlayan fiyatlarla satılan otomobil için “Maserati, Grecale’nin Folgore versiyonuyla, elektrifikasyonun geleceğine doğru önemli bir adım daha atıyor ve Tridente’nin elektrik çağına geçişinde yeni bir dönemi duyuruyor.” yorumunu görüyoruz.
Çok da ilgili olmadığım bu konuyu bilgi olarak aktardıktan sonra bana asıl ilhamı veren iç tasarım konusuna değinmek istiyorum.
“Teknoloji lüks ile buluşuyor” ara başlığıyla iç tasarımın anlatıldığı bölümü aktarıyorum.
“Grecale Folgore'nin iç mekân tasarımı, ön paneldeki tanımlayıcı Folgore kabartma deseni ve ambiyans ışıklarıyla vurgulanan ayırt edici karbon bakır 3D dokunmatik iç kaplamayla öne çıkıyor. Siyah ve nude 14 yönlü ECONYL elektrikli koltuklar, yenilikçi lazer tekniğiyle birlikte ısıtmalı ve havalandırmalı özellikleriyle sunuyor. Yenilikçi rejenere iplik aynı zamanda tavan kaplamasına ve halıya karakteristik bir özellik katıyor. Grecale Folgore ile teknoloji, araç içi keyifte de devam ediyor. Duygulara hitap eden sistemlerde dijital arayüzler sürücüye göre uyarlanıyor. Hem 12,3 inçlik merkezi ekran, hem de 8,8 inç konforlu ekran, kontrollere erişimi kolaylaştırmak için ergonomik olarak konumlandırılıyor. Grecale Folgore, aynı zamanda hızlı ve kolay dijital iklim kontrollerine sahip. Maserati'ye özel yeni hızlı hareket kontrolleri, gözleri yoldan ayırmadan sıcaklık ve fan hızı üzerinde anında kontrol sağlıyor. Tamamen elektrikli Grecale’de kablosuz Apple CarPlay ve Android Auto, akıllı telefon deneyimini yalnızca birkaç saniye içinde entegre ediyor. 12,3 inçlik dijital kokpit, kolay kurulum ve üstün grafikler açısından pazarda bir referans noktası olarak konumlandırılıyor. Yeniden yapılandırılabilir baş üstü gösterge ekranı, hız, haritalar ve yönler gibi temel bilgileri doğrudan ön cama yansıtarak sürüş sırasında dikkatin dağılmasını en aza indiriyor. Dijital saat, iklimi, medyayı, navigasyonu ve telefon görüşmelerini hızlı bir şekilde kontrol etmek için sesli asistanı Grecale Folgore’de hazır bulunuyor.”
Sizce bu şekilde tasarlanan otomobilin arkasındaki beyinler, Yağız’dan farklı mı düşünüyor? Bültenin sonu başka bir soruyu gündeme getiriyor. Bültende “MIA Maserati Akıllı Asistan, Grecale Folgore için optimize edilerek dijital deneyime benzersiz bir dinamizm ve grafiksel gelişim kazandırıyor. Sürüş deneyimini daha hızlı hale getirmek ve sürücünün otomobili ihtiyaçlarına yönelik; MAX RANGE, GT, SPORT, OFFROAD olmak üzere dört farklı sürüş moduyla sunuluyor. Delikli deri ve mavi motor çalıştırma düğmesine sahip siyah direksiyon simidi üzerindeki sürüş modu seçici aracılığıyla ayarlamalar yapılabiliyor ve her günü olağan üstü kılarak; markanın yarışçı ruhunu taşıyor.” deniyor. Ruhu olan bir marka için Yağız’ın bakış açısına ve tasarım gücüne ihtiyacımız yok mu?
Yatırımcının rolü
Yağız ile konsept olarak Maserati tasarımı arasındaki köprüyü kurabilmek için bir yatırımcının da sürece dahil olması gerekiyor. Son dönemde bir araya geldiğim Kayacan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ulaş Kayacan ile görüşmemizdeki iki nokta buradaki yatırım vizyonu açısından önemli. Bunlardan ilki, bir yatırıma karar vermek kadar hangi yatırıma son verileceğini de bilmekle ilgili. İkincisi ise, bir tane unicorn yaratmak yerine 100 tane scaleup’ı unicorn’a yakın bir noktaya taşımanın daha büyük bir etkisi olacağı ile ilgili. Bu iki vizyonu bir kenara yazdıktan sonra, Kayacan Holding’in planları ile Yağız’ı ileri taşımanın zihin jimnastiğini yapalım.
Öncelikle Kayacan Ventures’tan bahsedeyim. Kayacan Holding bünyesindeki Kayacan Ventures, yapay zekâ, blockchain, robotik yazılımlar ve derin teknoloji gibi alanlarda faaliyet gösteren öncü girişimlere yatırım yapıyor. 2023’te kurulan şirket, finansal desteğin yanı sıra girişimcilere stratejik rehberlik, mentorluk ve küresel açılım fırsatları sunarak onların sektörlerinde lider olmalarını ve Türkiye’ye değer katan çözümler üretmelerini amaçladığını vurguluyor.
2030’a kadar 100 yapay zekâ girişimine toplam 10 milyon dolarlık yatırım yapmayı hedefleyen Kayacan Ventures, doğrudan yapay zekâ girişimlerinin yanında fintech, SaaS, siber güvenlik ve sağlık alanlarına yönelik yapay zekâ girişimlerine de odaklanıyor. Şirket, hem Türkiye’deki girişimcilik ekosistemine katkı sağlamayı hem de uluslararası pazarlarda rekabet edebilecek teknoloji odaklı şirketlerle işbirliği yapmayı hedeflediğini kaydediyor.
Kayacan Ventures’ın konumunu anlamak için Kayacan Holding’in kendi içinde Kayacan Teknoloji ile yaptıklarına da bakmak gerekiyor. Kayacan Teknoloji A.Ş., eşyanın interneti (IoT) ve geleceğin her şeyin interneti (IoE) alanlarına odaklanan, zekâ barındıran teknolojilerle ürün, çözüm ve danışmanlık hizmetleri sunan bir teknoloji çözüm ortağı olarak konumlanıyor. Şirket, amaç ifadesinde, yapay zekâ uygulamaları, sağlık teknolojileri, RPA çözümleri ve makine öğrenmesi gibi yenilikçi alanlarda ilk adımlarını atarak önümüzdeki dönemde bu çalışmalarını stratejik bir büyüme planıyla ölçeklendirme amacına işaret ediyor. 2025’in son çeyreğinde daha geniş kapsamlı projelerle sektörün öncülerinden biri olmayı amaçlayan Kayacan Teknoloji’nin, vizyonunu kapsamlı çözümlerle somutlaştırarak, iş ortaklarına ve ekosisteme değer katma hedefine doğru ilerlemesini önümüzdeki aylarda görmemiz gerekiyor.
Yağız ile Ulaş Kayacan’ı aynı yazıda içinde kullanmama neden olansa “Kayacan Holding, bünyesindeki şirket ve girişimlerle oluşturduğu entegre ekosistem sayesinde, Ar-Ge ve stratejik ortaklıklar aracılığıyla güçlü bir yapı ile ilerliyor. Bu bütünleşik yaklaşımla Holding, teknoloji ve inovasyon alanında sürdürülebilir bir etki yaratmak için çalışmalarına devam ediyor.” ifadesi.
Geçmişte risk sermayesi olarak adlandırdığımız ama daha sonra girişim sermayesi tanımlamasını yapmaya başladığımız “venture capital” bugün şirketler kadar insanlara da yatırım yapmayı öğrenmek zorunda.
Yıllar önce NVIDIA başkan yardımcılarından biri İstanbul’a geldiğinde birlikte kahvaltı ederken NVIDIA CEO’su Jason Huang’ın ne yaptığını sormuştum. Otomobillerin ön konsollarını dijitalleştirecek chipler üzerinde çalıştığını söylemişti. O zamanlar grafik işlemciler yeni yeni kripto para madenciliğinde kullanılmaya başlamıştı ve getirisi ile enerji tüketimi çok yüksek olan bu iş birçok ülkede suç kabul ediliyordu. İşte o dönemde kimsenin anlamadığı tasarımlar üzerinde çalışan Jason Huang’ın NVIDIA’sının piasa değeri ben bu yazıyı yazarken 4,28 trilyon dolardı. Böyle bir şirketiniz olsa son beş yıllık piyasa değeri grafiğini tablo gibi salonunuza asmak istersiniz. İşte bu yüzden Yağız, bu ülkenin sermaye sahiplerine yaptığım bir yatırım tavsiyesidir.