Gaziantep’in İbrahimli 2 bölgesinde kurulan AGRO Park, yalnızca bir tarım alanı değil; geçmişin ve geleceğin birbirine dokunduğu bir anlatı mekânı. Çevresindeki beton blokların arasında toprağın fısıltısının yükseldiği müthiş bir yer. Bir zamanlar dere yatağı olan bu alan, şimdi çocukların tanıklığıyla yeniden yazılan bir hafıza haritası. Burada toprak, geçmişin izlerini geleceğe taşıyor.
Şehitkamil Belediye Başkan Yardımcısı Ceyda Gürsel ile adımlıyorum alanı. Çocukların neşeli sesleri sarıyor etrafı. Minik eller toprağa eğiliyor; coşmuş bitkileri sevgiyle okşuyorlar.
Parkın 31 bin 700 metrekarelik alanı, mevsimlerin ritmini soluyor. İlkbaharda toprak uyanıyor, fideler umutla gömülüyor. Yaz geldiğinde meyve bahçeleri şenleniyor. Elma, armut, muşmula, kiraz… Her biri Gaziantep’in belleğinden bir iz taşıyor. Sonbaharda çeşit çeşit üzümler sahne alıyor; ağaçlar ise yapraklar dökülüyor, çocuklar hasadın anlamını öğreniyor. Kışla birlikte tropik sera nefes alıyor. Bir çocuk kiviye dokunuyor, “Bu bizim iklimde yetişmezdi ama burada büyüyor” diyor. Merakla, hayranlıkla…
Bostan alanında domates, biber, patlıcan, karpuz sıraya giriyor. Her bitki toprağın dilini konuşuyor. Bir çocuk, “Bu kabak geçen hafta yoktu, şimdi büyümüş!” diye sesleniyor. O anda doğayla kurulan bağın ne kadar canlı olduğunu hissediyorum. O bağ yalnızca üretimi anlatmıyor; aynı zamanda tanıklığın ta kendisi oluyor.
Her şey buğdayla başlıyor. Su değirmeninde karakılçık buğdayı öğütülüyor, o undan yapılmış ekmekler çocuklara ikram ediliyor. Her tohum, bir kültürün genetik hafızasını taşıyor. Karakılçık buğdayı, yalnızca bir ürün değil; Anadolu’nun sabırla yoğrulmuş sesi, geçmişin tanıklığı.
Geleneksel tarım aletlerinin sergilendiği mini müzeye uğruyoruz. Geçmişin üretim ritüelleri karşılıyor bizi. Su değirmeni, yel değirmeni, tulumba… Her biri bir zamanın sesi oluyor.
Alanın planlamasında dönemin Başkan Yardımcısı Murat Özgüler’in emeği büyük. Sessiz ama derin… Her detay yalnızca teknik bir çabanın değil, vicdani bir sorumluluğun iziyle şekilleniyor. Murat Bey’in katkıları parkın dokusunda saklanıyor. Görünmeyen ama hissedilen bir mimarlık nefes alıyor.
Eğitim atölyesinde çocuklar deney yapıyor. Toprak türlerinin su tutma kapasitesini inceliyor, bitki köklerinin yapısını gözlüyor. Her çocuk bir araştırmacıya dönüşüyor. Her gözlem bir tanıklığa açılıyor. Çocuklar, toprağa dokundukları günü küçük defterlerine yazıyor. ‘Bugün ilk kez bir fide diktim’, ‘Toprak suyu nasıl tuttuğunu gördüm’… Bu günlükler bir araya geldiğinde, parkın belleği çocukların kaleminden okunuyor. Park yalnızca bir eğitim alanı olmuyor; aynı zamanda doğayla kurulan bir laboratuvar. Tarımın felsefesi çocukların kalbine işleniyor: Sabır, emek, zamanla kurulan dostluk.
Parkta çalışan bir eğitmenle konuşuyorum. “Ben bu çocuklara yalnızca tarımı değil, sabrı öğretiyorum,” diyor. Bir çiftçi, “Bu park bana çocukluğumu hatırlatıyor,” derken gözleri buğulanıyor. Bir çocuk, “Toprağa dokunduğumda kendimi çok mutlu hissediyorum” diyor. Sesler birleşiyor, anlatının çok sesli bir korosuna dönüşüyor.
AGRO Park yolculuğu, topraksız tarımın uygulandığı geleceği simgeleyen bölümde sona eriyor…
AGRO Park’ın bulunduğu dere yatağı belediye tarafından çevrede yapılan binaların molozlarıyla doldurulmuş. Üzerine toprak eklenmiş ve şimdi bir hikâye bahçesi. Mekânın belleği toprağın sesiyle yeniden yazılıyor.
Tarım, şehirleşmenin gölgesinde unutulan bir hafıza. Betonlar arasında kaybolan bostanlar, apartmanların arasında sıkışan meyve ağaçları, çocukların ellerinden uzaklaşan toprak… AGRO Park bu hafızayı yeniden canlandırıyor. Bir şehirde tarımın sesi yükseliyorsa, o şehir yalnızca yaşanabilir olmuyor; aynı zamanda sürdürülebilir bir gelecek vadediyor.
Geleceğimiz için bu tür parkların çoğalması gerekiyor. Çünkü çocuklar artık toprağa dokunmadan büyüyor, doğayla bağ kurmadan yaşıyor, üretimin ne olduğunu bilmeden tüketiyor. O zaman şehirler yalnızca beton yığınlarına dönüşüyor. Oysa biz şehirlerimizi birer anlatı atlasına çevirebiliriz. Her park bir hikâyeye dönüşür. Her fide bir umudu büyütür. Her çocuk bir tanıklığa dönüşür.
AGRO Park bu umudun Gaziantep’teki sesi. Diliyorum ki başka şehirlerde de benzer düzenlemeler yapılır toprağın fısıltısı duyulur. Çünkü tarım yalnızca geçmişin dili değil; aynı zamanda geleceğin de dili. Ve bu dili çocuklara öğretmek, en büyük toplumsal sorumluluğumuz.
Çıkışta bir çocuk bana içi toprak dolu bir saksı uzatıyor: “Sen de ek.” O küçük ses, bütün anlatının özeti oluyor. Çünkü ekilen her tohum yalnızca bir bitki değil; geleceğe yazılmış bir şiirin ilk dizesi. Toprağa dönen her adım, geleceğe ekilmiş bir umut. Peki, siz çocuğun uzattığı o saksıya ne ekmek isterdiniz?