Yapay zekâ ile ilişkimiz geliştikçe onun karşısında, daha doğrusu yanında nasıl davranacağımız ile ilgili edebiyatımızı kurmuş olmalıyız. İnsan deneyimi sadece içgüdülere bırakıldığında birikimin oluşmasının bedeli yüksek olabiliyor.
Bu yazıda size HPE’nin Barcelona’daki Discover etkinliğinde tanıttığı yeni teknolojiler üzerinden geleceğin dünyasının nasıl olacağını anlatacaktım. Geri dönüş yolunda Tom Cruise’un çizgi roman kahramanı gibi damgasını vurduğu Impossible Mission filmlerinin sonuncusu olan Son Hesaplaşma’yı izleyince fikrimi değiştirdim. Barcelona’ya gitmeden önceki pazartesi gecesi sabaha kadar bir işle uğraşıp hiç uyumadan yola çıktığım için uçakta seçtiğim bu filmi bir türlü izleyememiştim. Sürekli uyukluyor, uyandığımda geldiğim noktayı anlamıyor ve geri sardığımda nerede uyuduğumu bilemediğim için en başa kadar gidiyordum.
Çok garip bir deneyimdi ancak bu garipliğinin yanında önemli bir görecelik dersini de içeriyordu. 3 saat 20 dakikalık uçuş süresi açıklanan gidiş yolculuğunda düzensiz uyumak 2 saat 50 dakikalık filmi izlemek için gereken süreden mahrum olmaya neden oluyordu. İstikrarsızlığın maliyetini anlatan çok güzel bir örnek olmuştu. Kaynaklar doğru kullanılmadığında ya da kaynakları kullanmak için gerekli hazırlıkta –ya da amadelikte- bulunulmadığında eldeki olanakları heba etmek işten bile değildi. Dönüş yolculuğunda uçuş süresi üç saat olarak ilan edilmesine karşın hem filmi bitirmem mümkün oldu hem de üzerine Ajda Pekkan’dan “Yakar Geçerim” ile başlayıp Teoman’dan “Sardunyalar Arasında” ile bitirdiğim bir müzikal yolculuk organize edebildim. Aradaki şarkılarla birlikte yarım saat civarında süren bu müzikal yolculuk IGA’da pistin üzerinde gerçekleşen uzun yolculuğa harcadığım süreyi zevkle geçirmemi sağladı. Her insanın yegâne sermayesi olan zamanı bu şekilde değerlendirebilmiş olmaktan mutlu oldum.
Ancak bu sadece mutluluk değil, aynı zamanda bir verimlilik örneği de olmuştu. Uçak durmadan ayağa kalkanlar olduğu için olsa gerek ardı ardına birkaç defa uçak nihai park yerine varmadığı için kemerlerin çözülmemesi, ayağa kalkılmaması ve baş üstü dolaplarının açılmaması anonsu geçilmesi müzik zevkimi bölse de iyi bir deneyimdi. Bu ayağa kalkanlar muhtemelen aktarması olduğu ya da uzun süre belirli alışkanlıklarından uzak kaldıkları için yedi aylık doğum moduna geçenlerdi. Bu deneyim ise bana, bizim Şehir Hatları’nda tanımadığım ancak kendisiyle gurur duyduğum bir kaptanı çağrıştırdı. Kendisinin sesini ikinci duyuşum, Ş.H. Durusu vapurunun Kadıköy iskelesine yanaşması sırasında gerçekleşti. Ses, “Kapalı kapının önünde bekleyenler. Yanlış yerde bekliyorsunuz. İnişler diğer kapıdan…” diyordu.
Alışıldık bir durum değildi çünkü genellikle bu tür durumlarda ya görevliler uyarır ya da basmakalıp gemimiz iskeleye yanaşmıştır anonsu yapılır. Çocukluğumda Ş.H. kısaltmasının ne olduğunu bilmediğim ve 1970’li yıllarda Kıbrıs savaşındaki şehit askerlerimiz ile daha sonraki yıllarda şehit edilen kamu görevlilerinin haberlerini çok sık aldığımız için bunun şehitlerle ilgili bir tanımlama olduğunu düşünürdüm. Daha sonra bunun Şehir Hatları’nın kısaltması olduğunu öğrendim. Durusu ve İsmail Hakkı Durusu vapurlarının adının Bandırma Vapuru’nun kaptanından geldiğini daha yakın zamanda öğrendim. Bindiğimiz bu şekilsiz yeni nesil vapurların elektrikli olduğunu bundan biraz daha önceki dönemde öğrenmiştim ama geçenlerde birisine söylediğimde “hadi canım” yanıtı karşısında kendimi savunamadım. Google’a sordum, destek bulamayınca geri adım atmak zorunda kaldım. Biliyordum ama savunamıyordum. Geminin üzerinde baca olmadığını söylemek de aklıma gelmedi.
Bu örnek yapay zekâ çağında insanlar ile yapay zekâ yapıları arasındaki farkı göstermek için çok yararlı. Bir adım geri dönüp makine öğrenmesini değerlendirirsem, vapurdaki görevlilerin çeşitli durumlarla ilgili anonsları tahminimce ilgili düğmeye basarak yaptığı model insanın, makine öğrenmesi ile öğrenilebilecek bir işi yapma düzeyine nasıl düşürüldüğünü gösteriyor. Kamera sisteminden bir şey gördüğünde düğmeye basmak, Adriano Celentano’nun başrolünü oynadığı Bingo Bongo filmindeki muz verme sahnesini andırıyor. Ormanda büyüdüğü için maymuna benzer davranışlar sergileyen Bingo Bongo (Adriano Celentano) bir testte yapılması istenen hareketi yapamayınca duvardaki pencere açılıyor ve eline cetvelle vuruluyordu. Doğru hareketi yaptığında ise, kendisine bir muz veriliyordu. 1982 yılında çekilen filmde teknoloji kullanımı bu kadar olabiliyordu ancak. Bingo Bongo doğru yapıp muzu aldıktan sonra yanlış yapıp eline cetvelle vurulunca insanca bir tepki gösteriyordu. İnsanca tepki ile neyi kastettiğimi merak ediyorsanız, pencereye vurduktan sonra kenara saklanıyor ve elinde cetvel olan görevli kendisini göremediği için kafasını dışarı çıkardığında onu kravatından yakalayıp bir güzel tokatlamaya başlıyordu. Adamı elinden zor alıyorlardı. Bunu yapmasının nedeni, Celentano’nun canlandırdığı karakter olan Bingo Bongo’nun insan olması ve insani tepkiler vermesiydi. ,
Yapay zekâ ile ilişkimiz geliştikçe onun karşısında, daha doğrusu yanında nasıl davranacağımız ile ilgili edebiyatımızı kurmuş olmalıyız. İnsan deneyimi sadece içgüdülere bırakıldığında birikimin oluşmasının bedeli yüksek olabiliyor. Zaman içinde, iki zekâ formu birbiriyle kaynaştığında kendi zekâmızı orijinal sayıp yapay zekâyı yapay olarak adlandırmanın ne kadar yanlış olduğunu, böyle bir bedel ödemeden öğrenmeyi umuyorum.
Bu dünyada var olacağını düşündüğüm insan tipine değinmek için yine Ş.H. Durusu’nun kaptanına dönmeliyim. Vapur aynısı mıydı hatırlamıyorum ama ses aynısıydı. Paşabahçe ya da İsmail Hakkı Durusu yerine bu ütü kılıklı vapurun gelmesinden rahatsız bir biçimde binip cam kenarına oturmuştum. Birden o sesi duydum: “İkinci güvertede sigara içenler. O sigaralarınızı iyice söndürüp çöpe atın.” İş ikinci anonsa kaldı mı hatırlamıyorum ama kaptan o sigara içme macerasını “Gemimizin kapalı ve açık alanlarında…” diye başlayan anonsu hepimize defalarca dinletmeden çözmüştü. Yapay zekâ kimlerin işini elinden alacak tartışmasının hâlâ prim yaptığı çağımızda yapay zekâ ile birlikte var olacak insan tipi işte bu kaptandır. Bir şey tespit edildiğinde onunla ilgili karar alan ve harekete geçen kaptan yapay zekâ ile birlikte var olacaktır ve yapay zekâ bu insan tipiyle birlikte var olmak üzere geliştirilmelidir.
Bunu uzun süredir kafamda Uzay Yolu’ndaki Kaptan Kirk karakteri olarak canlandırıyorum. Kaptan Kirk karakteri hatadan muaf olmayan ancak hatanın sonuçlarının yarattığı yeni koşullarda sorunu belirli bir noktada çözmek için kendini o akışa adamış kişi olarak sürekli oyunun içinde bulunan kişidir. Bu karakter tanımlaması, şaşırtıcı bir biçimde son olarak Impossible Mission: Son Hesaplaşma’da karşıma çıktı. Biz bu film dizisinin televizyon dizisi halini Görevimiz Tehlike olarak izliyorduk. O zamanki Türkçe seviyemizi bugün kaybetmiş olmalıyız ki, artık İngilizcesini kullanmayı tercih ediyoruz. (Google’da bu yorumun dışında kalacak şekilde Türkçe adı kullananlara da rastladım.)
İki filmlik serinin ilkinde kuantum bilgisayara ulaşmak için gereken anahtarı ele geçiren Tom Cruise, ikinci filmde kaynak kodunu ele geçirmeyi ve sonsuz sayıda ihtimali hesaplayabilen kuantum bilgisayarı yenmeyi başarıyor. Bunu da kendi stratejisini kurarak ve alışılmadık karakterlerin entegre olduğu bir yapı kurarak başarıyor. ABD Başkanı’nın “kimseye yanıt vermediğin için ben sana ulaştım” diye Amerikan tarzında bir simge sıkıştırdığı ilk mesajın içindeki “sen bizi hiç dinlemedin ve hep kendi bildiğini yaptın” sözünün benim hayatımda öznel bir karşılığı var. Yerli bir film yapsak bunu rahmetli babamın “hak bildiğin yolda yalnız yürüyeceksin” sözü ile değiştiririm. Ancak buradaki daha önemli konu, devlet başkanı ile ajanın birbirinden farklı yaşayarak ancak birlikte var olmalarıdır. Agentic AI’ı değerlendirirken buna dikkat etmek gerekiyor.
Bunları şu anda yazmamın nedeni, HPE’nin kurduğu platform ile yapay zekâ çağının teknolojisini kurmaya çok yaklaşmış olmamız. Ancak şirketin üst düzey yöneticileri bile, attıkları adımların ne tür uygulama örneklerini ortaya çıkaracağını tam olarak bilmiyor. Üst düzey, özellikle Juniper satın almasının ardından networking tarafında elde edilen güçle bu sürecin başarıyla sevk ve idare edilmesi konusuna odaklanmış durumda ve canla başla çalışıyor. Demo katında, yapay zekâ fabrikalarının ardına süper bilgisayarlara dayanan HPC ve onun arkasına da uygulama örneklerinin yerleştirildiği kurulum bu yaklaşımı yansıtıyor. Ancak burada ziyaretçilerin ilgisini çekmekle yükümlü iş birimlerinin geliştirdiği örneklere h+akim değiller. Bunu hızla ilerleyen teknolojinin satış tarafında genişlettikleri kadroya devretmişler. İlgimi çeken gerçek zamanlı veri ile anlatım örneği oluşturma demosu, insanlarda tutku yaratan ne bulabiliriz diyen ekibin buluşu. Uç bilişim konusunda yeni cephenin aydaki uzay çalışmaları olacağını da yine sahadan öğreniyoruz ve bunlar büyük resmin içinde çok önemli hale gelecek rötuşlar. Bütün bunlar olurken kimse Taylor Swift’e atıfta bulunan ve benzeyen bir hikâye anlatamıyor. Buradan Kaptan Kirk ya da Tom Cruise gibi karakterlerin ortaya çıkmasıyla asıl hikâyenin şekilleneceğini ve ilgi çekici hale geleceği sonucuna ulaşıyorum. Bu noktaya nasıl varacağız?
Son Hesaplaşma’yı izlemeden önce, hakkında okurken, filmin başındaki maske çıkarma sahnesiyle ilgili cılkını çıkarma yorumunu hatırlıyorum. Film izlensin diye eklenen aşırı aksiyonun parçası olduğu yorumu yapılmıştı. Oysa ki, bu sahne ve filmin tamamı kuantum bilişimin ders olarak gösterilebilecek bir açıklamasını oluşturuyor. Ben kendi adıma artık sinema eleştirmenlerini “hızlı okuma” alanıma kaydırıyorum. Çünkü hayatı anlamak, filmi anlamaktan daha önemli hale geliyor. Bu işin teknoloji boyutu için bir sonraki yazıya beklerim.