Avrupa’daki dönüşüm krizi, kaçınılmaz biçimde buraya da yansıyacak. Zira Türkiye’nin otomotiv ihracatının %70’inden fazlası AB’ye gidiyor ve bu da bağımlılık riski yaratıyor.
Avrupa’da otomotiv endüstrisinin “piyasa yönelimli dönüşüm” yaşadığı iddiası artık inandırıcılığını yitirdi. Basitçe söylemek gerekirse, “piyasa dönüşümü” masalı sona erdi. Durumu en açık biçimde ortaya koymaya çalışırsak; bu bir dönüşüm değil, Çin hükümeti tarafından yürütülen asimetrik bir sanayi savaşıdır, yaşananlar. Avrupa Birliği parçalı ve dağınık, Almanya temkinli, sektör lobileri ve dernekleri ise gerçeği dile getirmiyor. Sonuç, bu bir dönüşüm değil, ağır çekimde ilerleyen bir ekonomik devralma!..
Bazı kıdemli sektör uzmanlarının yapısal olarak kazanılamayacak bir rekabeti geri almaya çalışma yönündeki ortak reçetesinde, geçiş mantığını bırakıp, Çin sübvansiyonlarıyla eşitlik sağlayacak bir sanayi acil durum mekanizması talebiyle Alman üreticilerin bataryalı elektrikli araçlara tam yatırımla yüklenmesi gerektiği savunuluyor… Yani, rekabetin kaybedildiği anda, talebin aslında artmadığı bir pazara kamu fonlarıyla nefes verilmesi gerektiği söyleniyor... Peki, bu plan ile sürdürülebilirlik söylemi arasında ne kadar ilgi olabilir?
Avrupa stratejik felç hali yaşıyor, Türkiye’de fotoğraf bambaşka
AB içinde Çin kaynaklı elektrikli araçlara getirilen ek gümrük vergilerine çekimser yaklaşarak tartışmalı korumacılık adımlarına mesafeli duran Almanya’nın büyük premium markalarının tepe yöneticileri ise “Çevre politikaları ekonomik gerçeklikten koparsa, yeni araçlara erişemeyen tüketiciler, eski ve kirli araçlara mahkum kalacaklar. Böylece karbon salımını azaltmak yerine, filonun yaşlanmasını ve toplumsal mobilitenin donmasını hızlandırırız” şeklinde uyarıyorlar. Bu risk, Çin tehdidi büyümeden birkaç yıl önce ilk kez dile getirildiğinde; tereddüt olarak görülen yanlış kurgulanmış çevre politikalarıyla ilgili bir ikaz iken; bugün neredeyse tüm endüstri liderleri tarafından yüksek sesle yineleniyor.
Avrupa böyle bir denklemle boğuşurken, adeta stratejik bir felç hali yaşarken, Türkiye’de bambaşka bir fotoğrafa bakıyoruz… Otomotiv Sanayii Derneği verilerine göre, 2025’in ilk yedi ayında toplam üretim %1 artarak 834.838’e ulaştı; ihracat ise %9 artışla 630.992 adet oldu ve 23,5 milyar dolar gelir sağladı. Ticari araç üretimi ve ihracatındaki çift haneli artışlar dikkat çekerken; OSD, otomobil üretiminin %4 gerilediğini belirtiyor. İç pazarda ise ODMD’nin son raporun göre, Türkiye sadece binek otomobil ve hafif ticari araçlarla bile toplam pazar, 2025 yılı Ocak-Temmuz döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre %6,5 oranında artarak 715.695 adet olarak gerçekleşti. Elektrikli otomobil satışları ise Avrupa ortalamalarını bile şaşırtarak; 103.310 adetle %18,1 paya ulaştı...
Stratejik mücadelede belirleyici olan yalnızca teknoloji değil
Yani Türkiye, küresel jeopolitik rekabetin içinde tedarik zincirlerinde kilit bir halka olarak güçlü üretim ve ihracat kapasitesini koruyan bir aktör. Ancak büyüyen bu tablo, ufukta yüksek bir bağımlılık riskini gizleyerek, ciddi çelişkili… Avrupa’daki dönüşüm krizi, kaçınılmaz biçimde buraya da yansıyacak. Zira Türkiye’nin otomotiv ihracatının %70’inden fazlası AB’ye gidiyor ve bu da bağımlılık riski yaratıyor. Avrupa’nın iç pazarındaki kriz büyür, Çin rekabeti derinleşirse, bugün parlak görünen ihracat rakamları bir anda baskı altına girebilir.
Sorun artık, kimin fikrini değiştirdiği değil; hiçbir şey değişmemiş gibi davrananlar. Çünkü otomotivdeki bu stratejik mücadelede belirleyici olan yalnızca teknoloji değil; politika tutarlılığı, sanayi disiplini ve jeopolitik gerçekçilik. Avrupa’nın şu an kaybettiği yerin tam da burası olduğu ve faturasının sınırlarının ötesinde de kesileceği, söylenmeyen bir gerçek!..