Verimlilik, modern çağın en büyük dini haline geldi. Artık sadece daha çok üretmek değil, her saniyemizi “ölçülebilir” hale getirmek zorundayız. Zaman, artık yönetilen bir kaynak değil; yönetim kurullarının, uygulamaların, metriklerin elinde bir baskı aracına dönüştü. Notion, Jira, Clockify, Asana gibi araçlar hayatımıza düzen getirmek için girdi ama bugün, insanı bir dijital denetim sisteminin dişlisine çevirdi. Her dakikanın, her tıklamanın, her molanın raporlandığı bir dünyada yaşıyoruz. Çalışmak artık bir üretim süreci değil; sürekli olarak “çalışıyor görünme” zorunluluğuna dönüşmüş durumda.
Zamanı yönetmeye çalışırken aslında onun tarafından yönetiliyoruz. Üstelik bunu gönüllü biçimde yapıyoruz. Çünkü bize “verimlilik” adı altında pazarlanan şey, özünde itaatin modern biçimi. İş dünyası artık sadece hedeflere değil, o hedeflerin nasıl takip edildiğine de hükmediyor. Çalışan, üretmekten çok, üretkenliğini kanıtlamak için çalışıyor. Saatini kaydediyor, ekranını paylaşıyor, anlık durum bildiriyor, online görünmeyi sürdürüyor. Böylece, insanın kendi emeğiyle değil, verileriyle değerlendirildiği bir çağın ortasındayız. Zamanla savaş halindeyiz ve bu savaşta hiçbir kazanan yok.
Verimlilik, yeni nesil kimlik kartı
Artık bir işte ne kadar iyi olduğun değil ne kadar “yoğun” göründüğün önemli. Slack’te çevrimiçi kalmak, e-posta yanıt hızını artırmak, görev listelerini sürekli güncel tutmak, görünür bir performans simülasyonu yaratıyor. Bu durum, modern çalışanı sürekli alarm halinde tutan bir psikolojik sistem kuruyor. “Ne kadar çok şey yaparsam o kadar değerliyim” inancı, bir başarı ölçütü değil, bir nevroz haline geldi. İnsanlar işlerini değil, kendilerini optimize ediyor. “Daha fazla”, “daha hızlı”, “daha erken” derken anlamın kendisi siliniyor.
Bir işi iyi yapmak artık yetmiyor; bir önceki projeye göre daha hızlı yapmak gerekiyor. Bu bitmek bilmeyen hız takıntısı, üretkenliğin amacını da ortadan kaldırıyor. Artık düşünmek, planlamak, tartmak, yavaşlamak için zaman yok. Her şeyin acelesi var, ama kimse nereye yetiştiğini bilmiyor. Verimlilik bir araç olmaktan çıkıp, kimliğimizi belirleyen bir göstergeye dönüştü. Yorgunluk artık kaslarımızda değil, kimliğimizin içinde.
Dijital patronlar çağı
Byung-Chul Han’ın “Yorgunluk Toplumu” kitabında anlattığı gibi, artık dış baskıya değil, kendi iç baskımıza itaat ediyoruz. Kimse bize “daha hızlı ol” demiyor; biz zaten kendimize söylüyoruz. Performans sistemi içselleşmiş durumda. Her KPI, her metrik, her rapor içimizde küçük bir yöneticiye dönüşüyor. Bu yöneticinin adı bazen “motivasyon”, bazen “öz disiplin”, ama aslında her zaman aynı şeyi söylüyor: “Yeterince iyi değilsin.”
Dijital gözetim, fiziksel olmayan ama psikolojik olarak ağır bir baskı yaratıyor. Artık ofiste değilken bile işteyiz. Çevrimiçi olma hali, profesyonel varlığın temeli haline geldi. Mesai bittiğinde bile Slack’te yeşil ışığın sönmesi suçluluk yaratıyor. “Birazdan bakarım” diyemiyoruz, çünkü bir “hemen” kültürünün içindeyiz. Bu sürekli bağlılık hali, insanın zihinsel enerjisini kemiriyor. Verimlilik artık üretim değil, bir gözetim biçimi.
Ölçülemeyen her şey değersizleşiyor
Bir ekibin motivasyonunu korumak, bir meslektaşına moral vermek, bir fikri sabırla olgunlaştırmak… Bunların hiçbiri tabloların içinde yer almıyor. Çünkü sayı değiller. Kurumsal sistem, ölçülemeyeni yok sayıyor. Ve bu yok sayma, insanın en değerli taraflarını — empatiyi, sezgiyi, duygusal zekâyı — sistematik biçimde görünmez hale getiriyor.
Yavaşlık artık “verimsizlik” olarak damgalanıyor. Sessizlik, duraklama, düşünme, odaklanma — hepsi sistem için “boş zaman”. Oysa insanın düşünsel üretimi, genellikle sessizlikten doğar. Boşluk, zihnin yeniden şekillendiği alandır. Ama modern verimlilik ideolojisi, boşluğu düşman ilan etti. “Boş durmak” artık çalışmamak değil, suç sayılıyor.
Boş durmak bir direniştir
Hiçbir şey yapmamak cesaret ister hale geldi. Çünkü sistem bize sürekli “meşgul ol” diyor. Meşguliyet, anlamın yerini aldı. Ama bir şey üretmediğimiz anlarda, aslında kendimizi yeniden üretiyoruz. O kısa duraklamalar, düşüncenin oksijenidir. Sürekli iş yapmak, sürekli üretmek, zihni yorar, algıyı körleştirir. Üretkenliğin paradoksu şudur: Ne kadar hızlanırsak, o kadar sıradanlaşırız.
Zihinsel üretim bir hız yarışı değildir. Derinlik zaman ister. Ancak kurumlar artık derinliğe değil, çıktıya yatırım yapıyor. KPI kültürü, yüzeysel başarıları derin başarılara tercih ediyor. Çünkü derinlik ölçülemez, ama tabloya sığmayan şeyin değeri rapora yansımaz. Bu nedenle birçok kurum farkında olmadan “insan kaynaklarını” değil, kaynak insanları yönetiyor.
İK’nın ironisi
Şirketler, “insan odaklılık” sloganlarıyla övünürken aslında üretkenlik merkezli bir otoriteyi meşrulaştırıyor. İK departmanları, performans puanlarıyla insan davranışını kontrol ediyor; yaratıcılık, motivasyon, dayanıklılık gibi nitelikleri sayılaştırmaya çalışıyor. Ama sayılaşan her şey, özünü kaybediyor. Bir çalışanın değeri artık yarattığı fikirle değil, sistemin beklediği ritmi ne kadar sürdürebildiğiyle ölçülüyor.
Gerçek insan odaklılık, insana rağmen değil, insanla birlikte inşa edilir. Bir kurumun başarısı, hızla değil dengeyle ölçülmelidir. Performans sistemleri “ne kadar yaptın?” kadar “nasıl yaptın?”ı da sormalı. Çünkü yöntem, sonuçtan daha insani bir göstergedir. Fakat modern kurumlar bu soruyu sormak istemiyor. “Nasıl?” sorusu vicdan gerektirir; vicdan ise KPI tablosunda yer almaz.
Zamanı yönetmek değil, hissetmek
Asıl mesele zamanı yönetmek değil, zamanı hissetmektir. Biz zamanı verimlilikle doldurdukça, anlamla bağımız zayıflıyor. Zamanı ölçmekle meşgulüz ama yaşamakla değil. Oysa zaman, kronometreyle değil, bilinçle deneyimlenir. Dakikalarımıza hâkim olabiliriz ama duygularımıza olamayız. Bir günün verimli geçmesi, onun dolu geçtiği anlamına gelmez.
Belki de en üretken eylem, kısa bir an için hiçbir şey yapmamaktır. Çünkü o anlarda fark ederiz: Verimlilik, bizi güçlü gösterebilir ama anlamdan kopardığında bizi mekanikleştirir. Zamanı kaybetmek değil, hissetmemek en büyük kayıptır. Bu yüzden her sabah işe başlamadan önce kendimize sormalıyız: Bugün ne kadar iş yaptım değil, bugün kim oldum?
