Teknoloji biraz ilerleyip dijital ikiz, klon robot ve yapay zekâ ile işlerimizi halledip “zamanımızı kendimize saklamayı” öğrenince bayram kutlamalarını nasıl yapacağız?
Çok sevdiğim bir fıkradır. Osmanlı döneminde Galata Köprüsü yokken iki yaka arasında ulaşım kayıkçılar tarafından sağlanırmış. Bir gün genç bir beyefendi kayığa binmiş. Hareket ettikten sonra muhabbet açmak için kayıkçıya, “Sen Bakî’yi bilir misin?” diye sormuş. Kayıkçı bilmediğini söyleyince “Aman efendim” demiş “Bakî’yi nasıl bilmezsin! Gitti ömrünün üçte biri” demiş. Kayıkçı biraz daha kürek çekmiş. Beyefendi yine şansını denemiş: “Sen Nefî’yi bilir misin?” Kayıkçı buna da “bilmiyorum” diye yanıt vermiş. Beyefendi yine başlamış, “Aman Allahım, nasıl olur. Nefî’yi bilmemek büyük bir zenginlikten mahrum kalmaktır. Gitti hayatının üçte biri” diye. Biraz daha gitmişler. Bu sefer kayıkçı, “Beyim, sen yüzme bilir misin?” demiş. Beyefendi anlamamış. Kayıkçının yüzüne boş boş bakarken kayıkçı, “O zaman gitti hayatının tamamı çünkü kayık su alıyor” demiş.
İnsan becerilerinin ve kültürünün gelişimi, bulunulan ortama uygun olmayıp geçmişteki bir temele ya da gelecekteki bir koşula tahvil edildiğinde, yaşanan durumun ihtiyaçlarına yanıt vermekte yetersiz kalıyor. Kader birliği olmayan yerlerde, insanların yeni oluşan koşullara göre yeniden organize olup çözüm bulması güçleşiyor. Bu, mutlulukların ve ortak değerlerin paylaşımında da geçerli.
Bayram kutlamaları benim çocukluğumda ailenin en büyüklerinin evinde toplanılması ve birlikte olunması şeklinde gerçekleşirdi. Bu sadece büyüklere olan saygıdan kaynaklanan bir durum değildi; altında toplanılacak ortak bir çatı, kurulu düzen de sağlamasındandı. Birlikte yiyip içilip oturulduğu için bu modelde maliyetleri kontrol altında tutmak da daha kolay olurdu. İnsanlar birbirleriyle durumlarını paylaştıkları için yeni dönemde yapacakları şeylerde yanlarında duracak kişileri de tespit ederlerdi. Bizde babam ve kardeşleri kendi aralarında konuşurken “patron” sözünü kullanırlardı. Benim çocuk halimle bilmediğim bir sözcük olarak duvar gibi karşımda dururdu. Zamanla anladım. Birine “patron” dedikleri zaman onun ya parasından ya da bilgisinden faydalanıyorlardı. Yani hesabı ona ödettiriyorlardı.
Bu, komünistlerin emek-sermaye çelişkisi dediği türden bir patron ilişkisi değildi; seçtikleri patronla birlikte hedefledikleri işi yapıyorlardı. Onu seçiyor ve seçtikleri kişinin otoritesine saygı duyarak işlerini yapıyorlardı. Bu modelin ne kadar anlamlı olduğunu bugün anlayabiliyorum. Arada kavga etmiyorlar mıydı; ediyorlardı. İnsanlara karşı son derece saygılı olan babam, prensiplerine aykırı bir biçimde arkasından iş çevirmeye çalışan bir akrabamızla bir daha hiç iş yapmadığı gibi konuşmadı bile. İlkeleriniz olmadığında ve durumu kurtarmak için her yola tevessül etiğinizde, kutlayacak bir şey olmazdı; ne bayram, ne şampiyonluk, ne baba olmak, ne de Mars’a roket göndermek...
Babamlar, İstanbul’a gelip de hayatı sıfırdan yeniden kurmaya giriştiklerinde yani kendi ana babaları bu maceraya giriştiğinde bu planın ileriye dönük önemli parçalarını oluşturuyorlarmış. Hayatın o kadar kolay olmadığı o günlerde, örneğin top oynamak istediklerinde büyükbabamdan parayı, “baba, kitap alacağız” diye isterlermiş. O parayla gidip top aldıktan sonra Kocamustafapaşa’da (ya da eski adıyla Samatya’da) boş bir arsada kaleleri kurup maç yaparlarmış. Sonra babaannem elinde oklava ile yerlerini bulur ve “dersinizi çalışın” diye eve sokarmış. Okuma yazması olmayan babaannem bu yöntemle bir Merkez Bankacı ve bir matematik profesörü çıkarmış. Sonra kendisi de 60 yaşından sonra kursa gidip okuma yazma öğrendi. Bunun hikâyesini anlatırken Doğubeyazıt’taki hocanın kendisine vurmasının fiziksel acıdan ziyade gurunu kırması nedeniyle okula gitmeyi reddettiğini anlatmıştı. Dikkatinizi çekerim; okuma yazma öğrenene kadar neden okulu terk ettiği konusu hayatımıza girmemişti bile.
Bu ülkeyi inşa eden insanlar, ilkeleri ve emekleri ile bu ülkeyi tuğla tuğla örerken bayram kutlama haklarını da kendileri yaratıyorlardı. En küçük amcam yeterli para olmadığı için okumak yerine işçi olma yoluna girmişti. Önce burada sonra gittiği Almanya’da yıllarca çalıştı. Babamla diğer amcam üzerinde hakkı olduğunu düşünüyorum ama bunu hiç söylemediler. Babam, matematik zekâsı nedeniyle gramerini hızla yuttuğu ama bir türlü konuşamadığı Almanca’nın kursuna, Almanya’ya işçi olmak için gitmişti. Başvurduğu ilk yıl gidemediği ve çalışmak zorunda olduğu için Merkez Bankası’na başvurduğu için babam, bu kurumda birinci imzalığa kadar yükseldiği bir kariyere sahip oldu. Yoksa Almanya’da işçi olacaktı.
Ya da sahibi olduğumuz Özdemir Dershanesi’nin pankartını asıp dershaneye öğrenci bulmak için sokağa çıktıklarında, polis komiseri son anda babamların bombalı pankart asmadığını anlamasa ve ateş açılsa, cenaze olacaktı. Allahtan yazı maviymiş de polis uyanmış ve ben de 1970’li yıllarda babasız kalmamışım. Bunları gülerek anlatan babamın yine gülerek anlattığı bir diğer hikâye ise, sorumluluk ile ilgiliydi. Merkez Bankası’nda yemekhane hesaplarını kontrol sorumluğunu aldığı bir dönemde babam, hesapları kontrol ederken butların yarısının ortada olmadığını görüyor ve bunun peşine düşüyor. Oldukça sert bir araştırma yaparken fıkradaki kayıkçı gibi biri, “İsmet Bey, onlar kuzu değil, tavuk butu. Tavukta da iki tane but olur, dört değil” diye uyarınca babam rahatlıyor. Kendi malı için bu kadar uğraşır mıydı, bilmiyorum. Ama babamın, bunu, anlattığı her bayram buluşmasında ortamdaki bir densiz, “Aaa, sen tavukta iki but olduğunu düşünemedin mi? O hesabı yapamadın mı?” diye babamla dalga geçmeye çalışırdı. Babamın, gerek bilgi gerekse matematik zekâsı olarak beşle çarpıp ona böleceği bu densiz, huyundan hiç vazgeçmedi ve babamın yanında durmayacağı kişilerden biri olmayı başardı. Şaşırtıcı bir biçimde, o kadının ağzını açamaz hale geldiğine tanık oldum. Babamın karşılık vermemesi ve onun bulunduğu ortamdan çıkması, kadını haddini bilir hale getirdi ama o ortamın da dışına attı.
Babamın tam tersi yönde yarattığı bir etki de, yine bir bayram akraba ziyaretinde çok ağır ülke meseleleri konuşulurken bana dönüp “Kerem, bu konuda ne düşündüğünü bize anlatsın?” demesi oldu. Ben de o zaman Kadıköy Anadolu Lisesi’ndeyim; öğretmenlerimiz büyük bir özveri ile bize dünyayı öğretmeye çalışıyorlar. Tartıştıkları konuya onların aşina olmadığı bir bakış açısıyla yorum getirdim. Tartışma bitti. Babam hem orada akrabalara, “Bak, bizden iyi anlıyor” dedi, hem de sonrasında bana “Aferin, böyle ol” diye alçak sesle söyledi. Bunun meali, “Biz bütün gücümüzü sana harcıyoruz. Bunun karşılığını ver” idi. Ülkede böyle insanlar olsa, bugün de bayram kutlamak isterim.
Elon Musk gitti, ABD hikâyesi bitti
Birlikte bayram kutlamak isteyeceğim insanlardan birinin de Elon Musk olması, size şaşırtıcı gelebilir ama şimdiye kadar anlattığım hikâyenin bu garipliği biraz törpülemiş olduğunu düşünüyorum. Olmadıysa şunu söyleyeyim: bayram, duygu ve düşünce birliğine sahip olan ve bu doğrultuda birlikte çalışan insanların ortaklaşması durumunda anlam taşıyor. Musk, Hıristiyanların kutladığı Noel’de geçen sene aklıma kazınan bir paylaşımda bulundu. Bu bir karikatürdü. Adamın biri diğerine “Happy Christmas” diyor, Musk olduğunu düşündüğüm diğeri de ona “Merry Christmas” diye yumruğu çakıyordu. İkisini de “Mutlu Noeller” diye çevirmemiz mümkünken farkı nasıl anlatacağımı bilecek kadar filoloji okumadım ama bizdeki karşılığını bilecek kadar bu ülkeye bağım var. Bu, bizdeki “bayram”-“tatil” ikilemine denk düşüyor. Özellikle milli bayramlar için “tatil” sözcüğünün kullanılması, bende de benzer bir gıcıklanmaya neden oluyor.
Bizde ağırlıkla “deli” olarak tanımlanan Musk için bir “Deli Petro-Büyük Petro” analizi yapmanın da zamanı gelecek ancak kendisi, bugünkü yazımda ABD yönetimindeki görevinden ayrılması ile gündemimde. Olayı, BBC’nin 31 Mayıs tarihli haberinden aktarayım.
“Milyarder iş insanı Elon Musk'ın ABD Başkanı Donald Trump'ın vergi ve harcama yasa tasarısını "iğrenç" olarak tanımlamasının ardından ikili arasındaki görüş ayrılıkları iyice gözler önüne serildi.
Trilyonlarca dolarlık vergi kesintileri ve daha fazla savunma harcaması öngören, ayrıca hükümete daha fazla borç alma imkanı sağlayan tasarı geçen ay Temsilciler Meclisi'nden geçmişti.
Musk kendisine ait X platformunda yaptığı paylaşımda "Buna oy veren herkes utanç duymalı" dedi.
Teknoloji milyarderi Musk, Doge diye bilinen ve harcamaları kısmakla görevlendirilen kuruluşun başında 129 gün geçirdikten sonra, aniden görevden ayrılmıştı.”
Benim notlarımda 130 gün olarak geçiyor ve “son yasanın kendisinde hayal kırıklığı yarattığı” şeklinde daha diplomatik bir ifade var.
Bu tavrı anlamak ve kendi dilimizde ifade etmek için Namık Kemal’in Hürriyet Kasidesi’ne göz atmak gerekiyor. 1888’de aramızdan ayrılan Namık Kemal, “Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selâmetden/Çekildik izzet ü ikbâl ile bâb-ı hükûmetten” diyor. Bunun günümüz Türkçesi ile “Çağın yöneticilerini doğruluk ve güvenlikten uzaklaşmış görünce/ şerefle ve mutlulukla hükümet kapısından ayrıldık.” şeklindeki karşılığı ve şiirin tamamı (https://www.siirparki.com/nkemal.html) adresinde yer alıyor.
https://blog.itucekirdek.com/elon-musktan-hayatta-basarili-olmak-isteyen-genclere-5-tavsiye/?gad_source=1&gad_campaignid=22605110528&gbraid=0AAAAADELvQN20Ae3gkyrGU79vhQMrFf9u&gclid=Cj0KCQjwuvrBBhDcARIsAKRrkjfiAyWsFjHJjrQQ_5aG_Sy56DZ_3NjCGmspy_0RxtehWEZbn-tcjHcaAhzJEALw_wcB adresindeki İTÜ Çekirdek blog yazısında ise, Musk’ın gençlere beş öğüdüne yer veriliyor.
Ben bunlardan üçüncü maddeye burada yer vermek istiyorum: “Lider Olmak için Özel Çaba Sarf Etmeyin: Musk, gençlere ayrıca, lider olmak için üst düzey bir çaba sarf etmemeyi öneriyor. Başkaları tarafından kabul görmüş ve lider olarak benimsenen kişilerin, genellikle liderlik için özel bir çaba sarf etmeyen kişiler olduğunun altını çiziyor.”
Bu, “para kazanmak için para kazanmaya odaklanmayın, bir iş yapmaya odaklanın” sözü kadar önemli ve sizin emeğinizi satarak mı yoksa içinde yer aldığınız toplumu, mahalleyi veya ülkeyi satarak mı yaşayacağınızı belirliyor. Bu bazen cahillikten olabildiği gibi bazen kötü niyetten de kaynaklanabiliyor; ya da belki her ikisinden de… Kamboçya’daki Angkor yerleşimi, insanların giderek zenginleşen bir şehir yaratmalarının ve bunu yaparken suyu tüketmeleri nedeniyle bu yaptıkları şeyde yaşayamaz hale gelmelerinin çok iyi bir örneğidir. Önce yoksullar terk etmek zorunda kalır ama sonunda para ile satın alınacak su kalmayınca zenginler ve zenginlik de orada barınamaz. Musk olmadan ABD hükümetinin yaratacağı başka bir örnek görünmüyor.
Manpower’ın insan kaynakları konusundaki araştırması da görevi zıplayarak kabul edip törensiz bırakan Musk’ı anlamaya yardımcı oluyor.
ManpowerGroup'un dijital dönüşümden sürdürülebilirliğe, yapay zekâdan çeşitlilik ve kapsayıcılığa kadar iş dünyasının temel dinamiklerini ele alarak gelecek yıllarda iş gücünü şekillendirecek 16 önemli trendi analiz ettiği “2025 Global İş Gücü Trendleri” raporundan birkaç maddeyi aktararak yazıyı sonlandırmak istiyorum.
Z Kuşağı Yetkinlik Kazanıyor:Z kuşağı çalışanları, önceki kuşaklara kıyasla daha büyük zihinsel sağlık ve iletişim becerileri zorluklarıyla karşı karşıya. Z kuşağı çalışanları, mevcut işverenlerinin yeterli terfi fırsatları sunduğunu (yüzde 63), faydalı teknoloji araçları sağladığını (yüzde 80) ve yeni beceriler kazanma fırsatları sunduğunu (yüzde 76) en çok kabul eden grup. Buna karşın Z kuşağı çalışanları, önümüzdeki altı ay içinde mevcut rollerinden gönüllü olarak (yüzde 47) veya istemeyerek (yüzde 34) ayrılma olasılığı en yüksek olan grup.
Y Kuşağı Yöneticilerini Etkileyen Stres:Y kuşağı yöneticileri iş yerinde orta veya yüksek düzeyde günlük stres yaşadıklarını söyleme olasılığı en yüksek olanlar (yüzde 53) ve neredeyse üçte biri (yüzde 27) önümüzdeki altı ay içinde mevcut görevlerinden ayrılmalarının muhtemel olduğunu söylüyor.
Üretkenlik Kaynaklı Baskı:Dünya genelinde çalışanların yaklaşık yarısı (yüzde 49) her gün iş yerinde orta ila yüksek düzeyde stres yaşadıklarını söylüyor. Yapay zekâ kullanan çalışanların yarısı (yüzde 47), işverenlerinin kendilerinden beklediği üretkenlik becerisini nasıl elde edecekleri konusunda hiçbir fikirleri olmadığını söylüyor. Araştırmalar, işyerinde anksiyete ve depresyon tedavisine yapılan yatırımın, çalışan üretkenliğinde ortalama 4 kata kadar artış sağladığını tahmin ediyor.
Yapay Zekâda Şaşkınlıktan Sorgulamaya Geçiş:Dünya genelindeki işverenlerin neredeyse yarısı (yüzde 48) şu anda üretken yapay zekâ araçlarını kullanıyor ve yüzde 21'i de önümüzdeki 12 ay içinde bu araçlardan yararlanmayı planlıyor. Yapay zekânın benimsenmesi süreci hızlanırken, yüksek yatırım maliyeti (yüzde 33), gizlilik ve düzenlemeler (yüzde 31) ve yapay zekâ becerilerindeki eksiklikler (yüzde 31) işverenlerin en büyük endişeleri arasında yer alıyor.
Bu dünyada Elon Musk sadece hükümetten ayrılması ile Z kuşağı tavrı göstermesi ile değil, aynı zamanda yapay zekâ dünyasına Grok ile yaptığı katkı ile izlenmeyi hak ediyor. Kalanı, dış haberler rutini; belki de yakında Türkiye haberleri rutini olarak takip etmemiz de gerekebilir.
Herkese iyi bayramlar.