Elektrikli araçlar, bir çözüm olmaya devam edecek; ancak artık her sorunun çözümü oldukları yanılgısı geride kalıyor.
Elektrikli araçlara geçiş süreci, 7-8 yıl önce “geri dönülmez bir devrim” olarak anlatılıyordu. Bugün ise, o devrimin yerini temkinli, rasyonel ve çok katmanlı stratejik değerlendirmeler aldı. Pandemi döneminde otomotiv sanayisinin kaçınılmaz kaderi olarak konuştuğumuz elektrikli mobilite, artık hem finansal hem de teknolojik açıdan sorgulanan bir denklem haline geliyor. Avrupa merkezli otomotiv devleri, son dönemde stratejilerini revize ederken, bu yön değişimi yalnızca bir ürün politikası değil, aynı zamanda sermayenin yeni bir farkındalık eşiğine ulaştığına işaret ediyor.
Örneğin; Porsche’nin 2030 %80 elektrikli satış hedefinden geri adım atması, elektrikli Boxster ve Cayman projelerini askıya alıp yeniden içten yanmalı motora dönmesi, yalnızca teknik bir karar değil; ekonomik gerçeklerle yüzleşme... Çünkü Porsche gibi yüksek marjlı, marka sadakati güçlü ve teknolojiyle özdeşleşmiş bir üretici bile, elektrikli dönüşümün maliyet/fayda dengesinde sürdürülebilirlik göremiyorsa, kitlesel pazarın oyuncuları için tablonun çok daha karmaşık olduğunu tahmin edebiliriz. Bu gelişmeyi izole bir örnek olarak değil, Avrupa otomotiv endüstrisinin bütünsel yön değişimi olarak okumamız gerekiyor.
Avrupa, uzun süre elektrikli mobilitenin öncüsü olma iddiasını taşıdı. Ancak bu iddia, kendi teknolojik altyapısına değil, büyük ölçüde dışa bağımlı bir stratejiye dayanıyordu. Batarya üretiminde Çin’e olan bağımlılık, içten yanmalı motor tedarik zincirinin zayıflaması ve iklim politikalarının ekonomik gerçeklikle çelişen biçimde yorumlanması, bugün geldiğimiz noktada stratejik bir kırılmaya yol açtı. Bu kırılma, Avrupa otomotiv sermayesinin küresel güç dengeleriyle yeniden hizalanma sürecine girdiğini gösteriyor.
Elektrikli araçların payı zaten organik olarak sınırlıydı
Elektrikli araçlara yönelik talebin “beklenenden yavaş” büyüdüğü yönündeki değerlendirmeler de, bu çerçevede ele alınmalı. Sorun, talebin yavaşlaması değil; beklentilerin, pazarın fizyolojik sınırlarını yanlış okuması. Tüketici davranışları, şarj altyapısının kısıtlılığı, enerji maliyetleri ve araç fiyatları gibi faktörler göz önüne alındığında, elektrikli araçların pazar payı zaten organik olarak sınırlıydı. Bugün yaşanan, bu doğal sınırların görünür hale gelmesi. Yani piyasa, kendisine dayatılan bir gelecek yerine, kendi ekonomik rasyonalitesine uygun bir yön çiziyor.
Elektrikli mobilite, elbette otomotivin geleceğinde önemli bir paya sahip olmaya devam edecek. Ancak bu pay, egemen değil, tamamlayıcı bir rol olacak. Şehir içi ulaşım, filo yönetimi, lojistik gibi belirli kullanım alanlarında elektrikli araçların avantajı tartışmasız. Fakat tüm otomotiv pazarını dönüştürecek ölçekte bir devrim için ne enerji altyapısı, ne üretim maliyetleri, ne de tüketici alışkanlıkları henüz hazır. Avrupa’nın “yeşil dönüşüm” stratejisi, teşviklerle büyüyen ama talep esnekliğini dikkate almayan bir modele dayandı. Bu modelin finansal sürdürülebilirliği ise giderek zayıflıyor.
Elektrikli mobilite artık bir dogma değil
Piyasalar da bu farkındalığı fiyatlamaya başladı. Elektrikli araç üreticilerinin borsa performanslarındaki dalgalanmalar, yatırımcıların beklentilerinde bir yeniden kalibrasyonun yaşandığını gösteriyor. Tesla’nın piyasa değerinde görülen düşüşler, Çinli BYD’nin agresif fiyat stratejileriyle marj erozyonuna uğraması, Avrupa markalarının yatırım planlarını revize etmesi… Tüm bu gelişmeler, elektrikli mobilitenin sermaye piyasalarındaki “sonsuz büyüme” anlatısının sona erdiğini kanıtlıyor. Bugün yatırımcılar, artık sadece satış adetlerine değil, birim karlılığa, batarya tedarik zincirinin verimliliğine ve enerji maliyetlerinin istikrarına bakıyor.
Yeni bir realizm dönemine giren elektrikli mobilite artık bir dogma değil, karma bir enerji ekosisteminin bileşeni. İçten yanmalı motorlar, hibritler, hidrojenler ve e-fuel yeniden masada. Bu çok yönlü yaklaşım, aslında piyasanın doğal denge arayışını temsil ediyor. Çünkü gerçek dönüşüm, tek bir teknolojiye değil, çoklu çözümlerin sürdürülebilir rekabetine dayanmalı…
Bugün otomotiv endüstrisinde yaşanan stratejik geri adımlar, aslında bir gerileme değil; bir olgunlaşma süreci. Finansal olarak, bu sürecin bilanço etkilerini önümüzdeki birkaç yıl içinde daha net göreceğiz.
Teşvikler veya zorlamalar olmadan, gerçek taleple tutarlı olarak pazarın %30'una ulaşabileceğini tahmin ettiğimiz mantıkta; elektrikli araçlar, bir çözüm olmaya devam edecek; ancak artık her sorunun çözümü oldukları yanılgısı geride kalıyor. Ve belki de otomotiv sanayisinin en sağlıklı dönüşümü, tam da bu farkındalıkla başlıyor.
