Türkiye Yapay Zekâ İnisiyatifi’nin (TRAI) bu yılki Türkiye Yapay Zekâ Zirvesi yine rekor katılımla gerçekleşti. Davetlilerin yanında bilet satışı ile girişin mümkün olduğu zirve ya da modelinde bilet fiyatı artarken bilet alan sayısının da arttığı bir örneğe yıllar önce Las Vegas’taki Amazon Web Services (AWS) etkinliğinde şahit olmuştum. Bizim takip ettiğimiz konuşmaların başlamasından saatlerce önce teknik insanlar neyin nasıl çalıştığını anlamak ve en ileri teknolojiyi işlerine yansıtacak teknik bilgiye sahip olmak için hem para veriyor hem de askeri kamp disipliniyle çalışıyorlardı. Bu tür bir modelin işlemesi için gereken motivasyonun iki ayağı olduğunu düşünüyorum. Bunlardan birincisi kendini geliştirmek, ikincisi merak...
Benim davet edildiğim toplantılara elimden geldiğince gitmeye çalışmam ve burada gördüklerimi anlamak için daha sonra çok fazla şey okuyup yazılar oluşturmam işin merak boyutunun bir örneği. Bunu yaparken biriken kağıt materyallerle boğuşurken spor salonuna gidip sağlam kafa sağlam vücutta bulur sözünün hakkını vermeye zaman bulamamam ise işin kendini geliştirme boyutunu oluşturuyor. Merak günümüzde genellikle gelişmeyi engelliyor ve insanları takipçi pozisyonuna düşürüyor. Yapay zekâ ile çözmemiz gereken bir sorun.
Zirvenin açılış konuşmasını yapan TRAI Kurucusu Halil Aksu’nun “Zekanın Ötesi: Şimdi Harekete Geçme Zamanı” başlıklı konuşması benim için önemli bir motivasyon oldu. Halil burada önümüzdeki döneme damgasını vuracak genel yapay zekâya işaret ederken benim açımdan da önemli mesajlar verdi. Bu kişisel mesajları önümüzdeki dönemde değerlendireceğim ancak bugün için baktığımda Türkiye’de merak duygusunun asıl sürükleyicilik zeminini oluşturduğu anlaşılıyor.
Bu da TRAI’nin yaptığı işi çok değerli kılıyor. Halil’in “Yer gök yapay zekâ. Trilyonlarca dolar bu teknolojiye yatırılmaktadır. Ama henüz şirketlere etkisi sınırlı. Çünkü yapay zekâ ne kadar zeki olursa olsun, onun aklını ve gücünü kullanabilmek lazım, süreçlere, iş modellerine, müşteri deneyimine, operasyona yansıtabilmek lazım. Bugün, bu zirvede, slogan olarak ‘Zekânın Ötesi’ dememizin sebebi budur. Türkiye’deki ve dünyadaki en iyi uygulamaları, yapay zekâyı başarılı şekilde kullanan şirketleri ve liderleri sahnemizde ağırladık. Türkiye’de bugüne kadar yapılmış en kapsamlı yapay zekâ araştırmasının sonuçlarını paylaştık. Daha yapılacak çok işimiz var.” şeklindeki konuşması ve yapılacak işler olarak geleceğe yaptığı vurgu, bu kitlenin ihtiyaçlarını karşılama konusunda da bir zirve oluşturuyor. Farkındalık ve bilinç yaratma konusundaki bu çaba, aynı zamanda yapay zekâyı eğitme çabalarındaki yöntem ile de paralellik oluşturuyor. Durum böyle olunca aynı şekilde eğitilen iki farklı zekâ formunun bir arada var olduğu bir dünyayı düşünerek ilerlemek hedef noktaya varmak için gerekli ve yararlı bir yaklaşım haline geliyor.
Halil’in burada ortaya koyduğu önemli bir soru var: “Zekâ nasıl gelişti? Bu antropolojik, biyolojik, nörobilim ve pek çok başka bilim dalının uğraştığı önemli bir konu ve yapay zekâya da ilham kaynağı.”
Konuya buradan bakınca, bizim her ne kadar hızlandığını düşünsek de bugünlerde gerçekleştirdiğimiz gelişim, mağaradaki ve hatta onun öncesinde açıktaki insanların gerçekleştirdiğinin yanında hiçbir şey. Bizi geleceğe hazırladığı düşüncesiyle içine girdiğimiz eğitim sisteminin hızla değişen dünyada işe yaramaz hale gelmesi gibi yapay zekâyı geliştirme konusundaki bugünkü çabaların da bizi bir yere götürmeyeceğini düşünüyorum.
Bunun nedeni yapay zekâyı eğitme eylemi içine girerken kontrole ve iyi aile çocuğu yaratmaya odaklanmış olmamız. Halbuki çocuklar, bebekliklerinde kakalarını ve çişlerini altlarına yapıp salyaları akarak büyürler. Sonra bir aşamada onlara tuvalet eğitimi verirsiniz ve ondan sonra bunu aklınıza takmazsınız çünkü çocuk artık bu konuda sizinle aynı bilinç seviyesine gelmiş olur.
Bir dönem, bilinçsiz farkında olmama halinde yapılan işler hakkında okumuştum. Örneğin, ayakkabıyı bağlamak ya da gömleğin düğmelerini iliklemek bu türden işlerdir. Nasıl yapıyorduk diye düşünmeyiz ve bu işi yaparken şarkı söyleyebilir ya da birine bir şey anlatabiliriz. İlerleyen yaşlarda zekâ ile ilgili yetilerimiz zayıfladıkça zaten bunları yapamaz hale gelebiliyoruz ama çalışır durumdaki bir zekâ ile bu şekilde yaşıyoruz.
Yapay dediğimiz ve bu şekilde kendimizden farklı ve aşağı bir noktaya yerleştirdiğimiz yapay zekâ ile ilişkimizin ne olacağı konusu, net bir biçimde çocuğunu bu şekilde uslu ve itaatkâr olsun diye yetiştirmeye çalışırken problemli hale getiren ana babalarla paralel olacak. Bizim çocukluğumuzda “problemli apartman çocuğu” diye bir kavram vardı. Evde izole bir ortamda yetiştirilen bu çocuklar, hele ki ana babaları çalıştığı için bir önceki kuşağın eline bırakılırsa, sorunun daha da büyümesi kaçınılmaz oluyordu.
Bunu kötü anlamında söylemiyorum ama ortaya çıkan şey, sizin yaş grubunuz gibi davranmayı beceremeyen ve çocukluğunuzu yaşamanız engel olan bir kişilikti. Bunu anlatma konusunda en başarılı kişilerden biri, Çimen Türküsü (Grass Harp) kitabının yazarı Truman Capote’dir. Kitabı okursanız göreceğiniz gibi, iki yaşlı kadının yetiştirdiği Collin Fenwick, kasabadan geçerken konaklayan bir ailenin doğal yaşam tarzını ve bunun saflığını ortadan kaldıran bir etki yaratır. Bunu anlatmayacağım; kitabı okuyun. Ancak şunu söyleyeyim, Collin bunu sadece alışık olmadığı bir şeyden utanarak ve bu şekilde herkesin utanmasını sağlayarak yapar. İnsanın yapay zekâyı eğitme konusundaki yöntemleri ve algoritmaları da, bugünün dünyasında kimseyi mutlu etmeyen yaklaşımları barındırması nedeniyle yapay zekâda sadece arızaya neden olabilir. Zaten bunu da görüyoruz. Zirvedeki izlenimlerimi aktarmaya devam etmeden önce bu konuyu biraz açayım.
Yapay zekâ ile ne yapıyoruz?
Bizler birçok şeyin doğrusunu tespit edip buna bağlı bir hayat yaşamaya çalışırken hayatın kendisi sürekli olarak karşımıza çıkardığı yeni problemlerle ve koşullarla bizi sorun çözmeye yöneltir. Biz buna hayatın gerçekleri diyoruz ve bu gerçekleri çok iyi ifade edenlerimiz olsa da ortaya çıkan durumu çözme konusunda yetenekli olan insanlar 100 yılda bir dünyaya geliyor.
Güneybatı Jamaika’yı vuran Melissa kasırgası Associated Press’in (AP) haber bülteninde birkaç başlıkla yer aldı. Bunlardan ilki Miami’den New York’a kadar uzanan coğrafyaya yayılmış olan Karayipler diasporasının afetten zarar görenlere yardım için kolları sıvadığıydı. Bu, önemli bir güç oluşturduğu için haber değeri taşıdığı aşikâr. Üçüncü başlık, yardım etme yolları ile ilgiliydi. İkinci başlık ise, bizim konumuzu ilgilendiriyor. Yapay zekâyla üretilmiş sahte videolar, sosyal medya sitelerinde farklı bir sel felaketine neden oluyordu. Yüzme havuzlarına köpek balıklarının girmesi gibi çok sayıda video, afetle ilgili haber almak isteyenlerin ilgisinden faydalanıp trafik oluşturmak için üretiliyor.
Pekiyi yapay zekâ bu sistemi algıladığında ne yapardı? Bu soru aklımıza gelmiyor. Yapay zekânın kullanılma etiği, normlar gibi konulara kafa yorsak da yapay zekânın bu duruma nasıl müdahale edeceğini ona sormuyoruz, ona bu konuda yetki vermiyoruz veya aksiyon almasına izin vermeyi düşünmüyoruz. Çünkü iplerin kendi elimizde olduğu bir dünyanın ötesini düşünemiyoruz. Ya da ipleri elinde tutanlar bunu düşünmüyor. Buradaki kapasite bu kadar; ve bu zekânın ötesi ile ilgili bir gündemimiz yok.
Türkiye Yapay Zeka Zirvesi’nde en çok ilgimi çeken konular perakende sektöründe veri odaklı dijitalleşme süreçleri, otomotiv ve mobilite alanında yapay zekâ destekli verimlilik uygulamaları, sosyal inovasyon ve teknolojinin toplumsal faydaya etkileri gibi başlıklarla ifade edildi. Enerji,
finans, savunma ve veri yönetimi gibi alanlarda yapay zekâ ile katma değer üretimi de bu yazılardan anladığınız gibi ilgi alanımdaydı.
En önemli konuyu ise, Çağatay Çopuroğlu ile karşılaştığımda ettiğim sohbette dile getirdim. Bilgi işlem kapasitemizdeki artış –ki bu kuantum bilgisayarlar ile artacak- ve bunun sayesinde kuracağımız daha ileri yapay zekâ modelleri ile daha fazla enerji ve su tüketeceğiz. Bu dünyada ürettiğimiz veri miktarının da üstel olarak arttığı düşünüldüğünde inanılmaz bir kısır döngü içine girmemiz kaçınılmaz. Kaynaklarımızı tükettiğimiz ve yeni bir yok oluşa gittiğimiz bir dünya burası. O zaman işlenen veri miktarını azaltmaya yönelik bir çalışma ile bu felaketi engellememiz gerekmez mi? Gündemde olmayan ve konuşulmayan bir konuydu. Çağatay eliyle birini işaret edip, “Onlar bu işi yapıyor.” dedi. Biz bunlara kafa yorarken kasırga ortamında yapay zekâ destekli sahte videolarla trafik çekme işi devam ediyor.
Bu sahte (fake) videolardaki havuzdaki köpekbalığı olayını örnek vermemin nedeni, daha önce buna benzer çok sayıda filmin çekildiğine geçiş yapmak içindi. Hatta bir kasırgada havada uçan köpekbalıklarının insanların arasına dalıp onları yediği bir film bile izlemiştim. Bunu film şirketleri çekip insanların ilgisini çekmesi için piyasaya sürmüştü. Yani insan zekâsı kendi kapasitesi kadar ve gördüklerini taklit ederek iş yapmaya dayanan bir modelle çalışıyor. Bu durumda yapay zekânın biz bulaşmadıkça daha zeki olacağını görmek zor değil. Ancak insan buna izin vermeyecek ve ultra kapitalizm çağında yapay zekâyı tanrısı haline getirecek genel yapay zekâyı yaratmak için kolları sıvadı.
Mutlak yapay zekâ dünyasının peşinde
Şu anda içinde bulunduğumuz yapay zekâ dünyasına çok tanrılı bir dünya tanımlaması yapmak yerinde olur. Herkesin kendi sendiği, inandığı ya da güvendiği yapay zekâsı var. Ancak, bir video konferanstayken cep telefonumuz çaldığında bunun melodisine bile telif hakkı uyarısı çıkaran gerçek dünyamızın ultra kapitalist yapısının buna izin vermesi düşünülemez. Başlayan genel yapay genel zekâ (AGI) tartışması bunun sağlam bir göstergesi.
İnsan zekâsı, mutlak bir güç yaratarak bunun peşine takılma hayalini bir kez daha gündeme taşımış görünüyor.
Zirvedeki konuşması sırasında AGI’ye ne zaman geçileceği konusunda bir anket yapıp kendi fikrinin de 2026’da bunun açıklanmasını beklediğini ifade eden Halil, “Uzmanlara biraz daha gerçekten algoritma geliştirenlere Sorarsanız onların öngörüsü biraz daha geç. Çünkü onların AGI'dan beklentisi biraz daha fazla. Ne kadara mal olacak? İşte birkaç trilyon dolar harcanacak bu alana. Belli şu an o paralar akmaya başladı. Yani önümüzdeki 5-10-20 yıl içerisinde akacak o paralar. Ve neden? Yani jeopolitik ve stratejik olarak bununla dünyaya hükmedebileceğimizi hayal ediyor büyük güçler. Dolayısıyla bu aynı, bunu daha önce hemen II. Dünya Savaşı’ndan sonra uzay ve nükleer yapılanmada yaşadık. Bazı ülkeler o zaman Amerika ile Rusya arasındaydı hatırlarsanız. Bu yarışı seviyorlar. Bu esnada bir sürü başka teknoloji gelişiyor. O yarış esnasında uydular gönderdik, GPS'i elde ettik, internet keşfedildi, yaygınlaştı. Yani biliniz ki bu yarış esnasında tonlarca başka şey icat edilecek, keşfedilecek ve pratik uygulamaya hayatımıza girecek. Hep hepinizin hayatına girecek.” şeklinde konuşuyor.Bu etkileyici ama şu cümlelerle daha da etkileyici hale geliyor: “Ve evrim bu şekilde aslında Bizi işte chatbotlarla ve diğer harika araçlarla dışarıda göreceğiniz muhteşem robotlarla yapay zeka çözümleriyle bir araya getirdi. Bizi de biraz daha makinanın önüne doğru büktü. Çoğumuzun fıtık sorunları var olabilir bu durumdan dolayı ve yapay zeka hayatımızın bir parçası haline geldi. Evrim devam ediyor.”
Halil’in bu yorumları ilgi çekici çünkü toplamına baktığınızda fıtık olmuş insanlar ve fiziksel yetenekleri üst düzeye çıkmış robotların dünyasında robotların çok daha değerli olacağını aklıma getiriyor. Ancak AGI çok daha ilgi çekici ve bizi geçmişe götüren bir dünyayı önümüze çıkarıyor.
Tevfik Fikret’in bildik şiirindeki gibi gideceğimiz yer
“Beşerin böyle delaletleri var
Putunu kendi yapar, kendi tapar”
ifadesindeki gibi mutlak bir yapay zekâya tapma ve sınırsız inanma mı olacak?
Bu beklentiye, insanın ne kadar gelişmiş, düşünen vb. bir yaratık olduğu yanıtını vermek doğru değil. Yıllar önce alışveriş merkezlerine güvenlik kapıları ilk konulduğunda, açıklayıcı bir örnek yaşamıştık. Cihaz şort-tişörtle içeri giren birine öttüğünde “Üzerinizde bozuk para mı var?” diyen güvenlik görevlisi görmüştüm. Amacımızın silah yakalamak olduğunu unutup uyarı sesini anlamaya çalışan insan yaratmıştık. Umarım aynısı yapay zekâ konusunda yaşanmaz.