Ekonomi, yalnızca sayılarla değil, o sayıların toplum ve işletmeler üzerindeki yansımalarıyla anlaşılır. Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en kritik sorunlardan biri, politika faizi ile ticari kredi faizleri arasındaki makasın genişliğidir. Bu makas, yalnızca finansal bir oran farkı değil; üretimden yatırıma, markalaşmadan toplumsal huzura kadar uzanan zincirleme etkiler doğurmaktadır.
Faizin çekim alanı ve yatırım iştahının kaybı
İş dünyası için en kolay yol, parasını üretime değil faize yatırmaktır. Zira yüksek faiz, kısa vadede risksiz bir kazanç kapısı gibi görünmektedir. Ancak bu tercihin faturası ağırdır:
- Fabrikalar üretim kapasitesini artırmaz,
- İşletmeler Ar-Ge’ye yönelmez,
- Markalaşma için uzun vadeli yatırımlar yapılmaz.
Böylece iş dünyası günü kurtarmaya odaklanırken, geleceğini ipotek altına almaktadır.
Tedarik zincirinde güven erozyonu
Yüksek faiz yalnızca yatırımı azaltmakla kalmaz, ticari ilişkilerin doğasına da zarar verir. Şirketler, satın aldıkları mal ve hizmetlerin bedelini ödemek yerine paralarını faizde tutmayı tercih ederek tedarikçilerini “oyalama” yoluna gitmektedir. Bu davranış güveni aşındırmakta ve ekonomide zincirleme bir belirsizlik yaratmaktadır. Kısacası, faiz finansal bir araç olmaktan çıkıp ahlaki bir problem haline gelmektedir.
Fahiş fiyat döngüsü
Faizden kazanma isteği, ürün ve hizmet fiyatlarına da yansımaktadır. “Faiz gibi kazanayım” anlayışıyla hareket eden girişimciler, maliyetlerinin çok üzerinde fahiş fiyat artışlarına yönelmektedir. Sonuçta hem üreten hem tüketen aynı mutsuzluğa sürüklenmektedir:
- Faizle yaşayan işletme mutsuz, çünkü üretimden kopmaktadır.
- Faizsiz yaşayan işletme mutsuz, çünkü rekabet gücü zayıflamaktadır.
- Fahiş fiyat uygulayan mutsuz, çünkü müşteri kaybetmektedir.
- Fahiş fiyatla mal alan tüketici mutsuz, çünkü alım gücü erimektedir.
Kısacası, faizle yaşayan da, faizsiz yaşayan da, fahiş fiyat uygulayan da, fahiş fiyatla alışveriş yapan da mutsuzdur. Bu tablonun değişmesi isteniyor mu? İsteniyorsa kim çözecek, ne zaman çözecek?
Plansızlığın karanlık yüzü
Asıl tehlike, zihniyetlerdeki yavaş yavaş oluşmaya başlayan “boş vermişlik” anlayışı, girişimcilerin uzun vadeli plan yapmaktan uzaklaşmasına yol açmaktadır. “Sağ kalan kalsın” mantığıyla işleyen bir piyasa düzeni ise, sürdürülebilir büyüme değil; kuralsız bir hayatta kalma yarışıdır.
Çıkış yolu
Türkiye’nin önünde iki seçenek bulunmaktadır:
1- Yüksek faizin rehavetine kapılıp günü kurtarmaya devam etmek,
2- Ya da üretim, yatırım ve markalaşma ve gerçek fiyatlandırmayı merkeze alan planlı bir yol haritası oluşturmak.
Çözüm yalnızca faiz indirimiyle sınırlı değildir. Asıl ihtiyaç; güveni tesis edecek, yatırımı teşvik edecek ve markalaşmayı destekleyecek bütüncül bir ekonomi politikasıdır.
Sonuçta hepimiz aynı gemideyiz. Birbirimizin aklıyla oyun oynamanın ya da birbirimizi yanıltmanın kimseye faydası yoktur. Herkes kendi alanında gayet bilinçli ve yapılanların farkında. Bugün birileri kendini +1, birileri -1 konumunda görebilir; ancak bu tablo sonunda sıfıra eşitlenmektedir. Oysa aynı ülkede yaşıyor ve bugüne kadar Türkiye’min sunduğu imkânlardan faydalanıyorsak, toplamı (1+1)²=4 yapacak daha iyi bir stratejik planlama–uygulama–kontrol–düzeltme döngüsü kurmak mümkündür.
Ne dersiniz, bu yaklaşımı birlikte hayata geçirmek ülkemizin geleceği için en doğru adım olmaz mı?
Not: Şirket içi kooperatifleşme makalesinden sonra, bu konudaki çalışmalara destek veren Ticaret Bakanlığı ve kamu yöneticilerine çok teşekkür ederiz.