Türkiye serbest bölgelerinin ikinci dönemine giriyor. Bu sadece ekonomik bir ihale süreci değil; ihracatın zihinsel dönüşüm fırsatıdır.
- Yeni bir eşik: Yenilenme değil, dönüşüm
Türkiye’nin serbest bölgeleri, 1985’ten bu yana ihracatımızın sessiz ama en üretken laboratuvarları oldu. Bugün Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın ikinci tur ihaleleriyle birlikte bu bölgeler bir “yenilenme” sürecine giriyor.
Fakat burada kritik soru şudur:
Bu süreç sadece fiziki alanların yenilenmesi midir, yoksa ihracatın niteliğini dönüştürecek bir stratejik yeniden yapılanma fırsatı mı?
Cevap, yaklaşım biçimimizde gizli: Eğer bu süreci sadece kira-satış-ruhsat ekseninde ele alırsak, geçmişi tekrarlamış oluruz. Ama Turquality, Greenquality ve Responsible ilkeleriyle bütünleştirirsek, Türkiye yeni bir “Yeşil Serbest Bölge Kuşağı” yaratabilir.
- Fırsatlar: Yeni nesil serbest bölgelerin getirisi
a- Yeşil Mutabakat Uyumu
AB’nin sınırda karbon düzenlemeleri hızla devreye girerken, serbest bölgeler “yeşil dönüşüm” için mükemmel pilot alanlardır. Yeni yatırımların enerji verimliliği, atık yönetimi ve dijital izlenebilirlik şartlarıyla şekillenmesi, ihracat rekabet gücümüzü doğrudan artırır.
b- Yatırımcı çekim gücü
Antalya, Mersin, İzmir, Bursa, Kocaeli gibi bölgelerde yapılacak modernizasyon çağrıları, lojistik avantaj + vergi teşviki + sürdürülebilir altyapı üçlüsüyle yeni yatırımcıları ülkemize çeker. Özellikle teknoloji, medikal, savunma, gıda ve tekstil sektörleri için bu bölgeler “yeşil ihracat kapıları”na dönüşebilir.
c- Markalaşma ve kurumsal mükemmeliyet
Turquality kapsamındaki firmalar, üretimlerini bu serbest bölgelerde sürdürürken kurumsal mükemmeliyet ve marka değerleme açısından yeni bir ölçek yakalayabilir. Bu durum Türkiye’nin global marka üretme kapasitesini güçlendirir.
- Riskler: Dönüşümün bedeli olmasın
a- Süre belirsizliği ve üretim sürekliliği
Ruhsat yenileme sürecinde, mevcut firmaların yeniden ihaleye girmesi zorunluluğu üretim zincirinde kesinti riski doğurabilir. İhracat sipariş sürekliliği, güven kaybına uğrayabilir.
b- Maliyet enflasyonu
Yüksek m² bedelleri (200–300 $/m²) üretim maliyetlerini yukarı çekerek, özellikle düşük kâr marjlı ihracatçıların rekabet gücünü zayıflatabilir.
c- Yerli KOBİ’lerin geriye düşmesi
Uluslararası sermaye güçlü olabilir; fakat Türkiye’nin dinamizmini oluşturan yerli KOBİ’ler, bu ihalelerde geri planda kalma riskiyle karşı karşıya. Bu durum ihracat tabanının daralmasına yol açabilir.
- Yeni dönemin anahtarı: Denge ve akıl
a- Öncelikli uzatma hakkı
Performansı yüksek, ihracat katkısı kanıtlanmış mevcut firmalara “öncelikli uzatma hakkı” tanınmalı. Bu, hem üretim istikrarını korur hem yatırımcı güvenini artırır.
b- ESG ve Greenquality zorunluluğu
Yeni ruhsat alan tüm firmalar için çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) kriterleri zorunlu hale getirilmeli.
- ISO 14001, ISO 50001 ve karbon ayak izi raporlaması temel şart olmalı.
- “Yeşil Serbest Bölge Sertifikası” kavramı gündeme alınmalı.
c- İhracat bazlı kira modeli
Sabit kira yerine ihracat performansına dayalı esnek model geliştirilmeli.
“Ne kadar çok döviz kazandırırsan, o kadar az kira ödersin.”
Bu anlayış, serbest bölgeleri birer “verimlilik laboratuvarı”na dönüştürür.
d- İhtisaslaşmış serbest bölgeler
Bölgesel ihtisaslaşma modeliyle;
- Mersin: Lojistik ve petrokimya,
- Antalya: Tarım teknolojileri,
- İzmir: Yenilenebilir enerji ve tasarım,
- Bursa: Otomotiv ve mobilite,
- İstanbul: İleri teknoloji ve yaratıcı endüstriler odaklı hale getirilmeli.
- Sonuç: İkinci dönem, ikinci şans
Türkiye serbest bölgelerinin ikinci dönemine giriyor. Bu sadece ekonomik bir ihale süreci değil; ihracatın zihinsel dönüşüm fırsatıdır. Yapılacak olan, eski binaları yıkmak değil; yeni bir zihniyet inşa etmektir. İhracat sadece mal değil, değer satmaktır. Serbest bölgeler ise bu değerin laboratuvarıdır. Şimdi bu laboratuvarı geleceğe göre yeniden tasarlama zamanıdır.