Merkez Bankası'nın bugün vereceği faiz kararı ne olursa olsun, değiştirilmesi gereken bir karamsar iklimle karşı karşıyayız. Karamsarlık atalet getirir. Ülke olarak ataletin bataklığına sürüklenmemek için gidişatı iyi okumak gerekiyor.
Merkez Bankası eldeki verileri ve koşulları enine boyuna değerlendirip uyguladığı "sıkı para politikası" doğrultusunda politika faizine karar veriyor. Hiç şüphesiz gene öyle yapacaktır.
Öte yandan, şu sıra reel sektörün bu politikanın yarattığı sonuçlardan ciddi şikayeti var. Son olarak, TİM Başkanı Mustafa Gültepe, "Yüksek faiz-düşük kur politikasıyla üretim bitme noktasına geldi. Program hemen yarın sabah revize edilmeli" çağrısı yaptı. Bu köşede, Denizli'den iki ihracatçının anlattıkları da, mevcut politikanın üretime verdiği hasardan çarpıcı bir kesit sunuyordu. Örnekler sayısız artırılabilir.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in iyimser "En kötüsü geride kaldı" mesajına, reel sektörden, "Geçen sene de aynı sözleri dinledik" eleştirileri var. İyileşme sürecinin çok uzamasından yorulanlar, "Faiz inse ne olur, inmese ne olur. İş, faizle çözülme noktasını çoktan geçti" diyor.
Ekonomiye negatif bakanlar, hayata ve ülkeye de negatif bakıyor. Diyeceksiniz ki, zaten Türkiye'de hayata pozitif bakmak en hafif deyişle 'saflık' olarak görülür. Fikir borsasında primi; felaket tellallığı, karamsar kehanetler, komplo ve korku ticareti yapar. Doğrudur. Ama soru şu; bunu boşa çıkarmak için hükümet ve ekonomi yönetimi ne yapıyor? Sıkı para politikası gerekli ama yeterli mi? Bulaşıcı olduğu kanıtlanmış karamsarlık giderek daha çoğumuzu etkisi altına alırken, ezberlenmiş teknikler ve soğuk yaklaşım, aksaklıkları düzeltmeye, hasarları onarmaya yardımcı oluyor mu? İyi düşünelim ve harekete geçelim! Geçelim ki, sosyal bilimcilerin "kendi kendini doğrulayan kehanet" dedikleri kısır döngüye teslim olmayalım.