Süper güç olarak nitelendirilen devletlerin bile kontrol edemediği ve tam kapsamlı şekilde düzenleyemediği yapay zekâ karşısında devletlerin eğilimi, bu gücün yanında yer almaya çalışmak veya teknoloji yarışına doğrudan katılmak yönünde oluyor. Yapay zekâ sadece bilimsel bir gelişme olmaktan çıkarak; ekonomik güç kazanmanın, ulusal güvenliği sağlamanın ve küresel rekabette öne çıkmanın temel aracı haline geldi. Ancak hızla artan bu rekabet, konunun insan hakları boyutunu büyük ölçüde geri planda bırakmaya başladı. ChatGPT gibi yapay zekâ modellerinden otonom araçlar ve robotik sistemlerdeki çığır açıcı gelişmelere kadar, bu teknoloji her geçen gün karmaşıklaşırken, onu düzenleyecek şeffaf ve kapsayıcı bir hukuki çerçevenin hâlâ eksik olduğu ortada. Peki, bu kuralları kim belirleyecek? Teknolojiye yön veren birkaç büyük şirket mi yoksa kendi çıkarlarını koruyan ve önceliklendiren ulusal devletler mi? İnsanlığın ortak değerleri ve insan hakları temelinde şekillenmiş, küresel bir hukuki koruma mekanizması mümkün mü? Yapay zekâya ilişkin hukuki düzenlemeleri, kanun koyucuların yaklaşımı ile birlikte ele aldığımız yazı dizimize bu soru ile devam ediyoruz.
Avrupa Konseyi, uzun süredir yapay zekâ alanında insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü merkeze alan çalışmalarıyla dikkat çekiyor. Süreç, 2019 yılında Yapay Zekâ Ad Hoc Komitesi’nin (CAHAI) bu alanda bağlayıcı bir uluslararası düzenlemenin mümkün olup olmadığını incelemekle görevlendirilmesiyle başladı. Komitenin görev süresini tamamlamasının ardından, 2022 yılında kurulan Yapay Zekâ Komitesi (CAI) sözleşme metnini hazırlayıp ilgili müzakereleri yürüttü. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından onaylanan ve 5 Eylül 2024’te Litvanya’nın Vilnius kentinde imzaya açılan Yapay Zekâ, İnsan Hakları, Demokrasi ve Hukukun Üstünlüğü Çerçeve Sözleşmesi, küresel ölçekte yapay zekâ yönetişimi için ortak standartlar oluşturma yolunda önemli bir gelişme. Sözleşme, bugün itibari ile 42 ülke tarafından imzalanmış bulunuyor. Türkiye sözleşmeyi henüz imzalamadı.
Sözleşme, teknik düzenlemelerin ötesine geçerek taraf devletlere insan haklarının korunması, demokratik süreçlerin bütünlüğünün gözetilmesi ve hukukun üstünlüğüne saygı gösterilmesine yönelik yükümlülükler getiriyor. Taraflardan ayrıca, yapay zekâ sistemleriyle ilgili faaliyetlerinin insan haklarını korumaya ilişkin hem uluslararası hem de ulusal yükümlülükleriyle uyumlu olmasını sağlamaları bekleniyor. Bir diğer önemli nokta ise sözleşmenin yalnızca kamu kurumlarını değil, özel sektörü de kapsaması. Özel sektör için daha esnek bir yaklaşım benimseniyor; taraf devletlerin, özel sektör kaynaklı risk ve etkileri nasıl ele alacaklarını belirtmelerine imkân tanıyan bir beyan mekanizması öngörülüyor. Bu doğrultuda, her bir taraf devletin, sözleşmeyi imzalarken veya onay, kabul ya da katılım belgelerini sunarken Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne vereceği bir beyanla bu yükümlülüğü nasıl yerine getirmeyi planladığını açıklaması gerekiyor. Devletler bu kapsamda ya sözleşme hükümlerini doğrudan özel sektör faaliyetlerine uygulayacaklarını ya da iç hukuklarında aynı amaca hizmet edecek alternatif önlemler alacaklarını bildirebiliyorlar. Bu beyanlar, güncellenebilir niteliktedir.
Sözleşme, Facebook–Cambridge Analytica veri skandalından beri gündemde olan yapay zekânın demokratik süreçler üzerindeki potansiyel etkileri konusunu da düzenliyor. Demokratik kurum ve süreçlerin zarar görmemesi için gerekli önlemlerin alınması, seçimlerin bütünlüğünün korunması, kamuoyu tartışmalarının şeffaflığı ve bireylerin fikir oluşturma süreçlerinin korunması gibi düzenlemeler içeriyor. Ayrıca, yapay zekâ sistemlerinin yaşam döngüsü boyunca gözetmesi gereken insan onuru, eşitlik, şeffaflık ve denetim gibi temel ilkeler de sözleşmede açıkça tanımlanıyor. Bu hükümler, kamuoyunu yanıltabilecek veya demokratik süreci zedeleyebilecek içeriklerin yapay zekâ yoluyla üretilmesine yönelik artan endişelere yanıt veriyor. Ayrıca, insan hakları üzerinde önemli etkiler doğurabilecek yapay zekâ sistemlerine ilişkin bilgilerin belgelenmesi ve etkilenen kişilere sunulması zorunluluğu getiriliyor. Örneğin bireyler bir yapay zekâ sistemiyle etkileşimde bulunduklarında, bunun açıkça kendilerine bildirilmesi gerekiyor.
Türkiye’nin bu sözleşmeyi imzalaması, yalnızca teknolojik gelişmelere uyum sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda yapay zekâ alanında küresel politik dengelerde aktif ve söz sahibi bir ülke olmasını mümkün kılacaktır. Sözleşmenin politik etkileri arasında, uluslararası alanda demokratik değerlerin ve insan haklarının korunmasına yönelik ortak duruşun güçlendirilmesi yer almaktadır. Türkiye, bu süreçte hem bölgesel hem de küresel iş birliklerini derinleştirerek, yapay zekâ yönetiminde etik standartların belirlenmesinde etkin bir rol üstlenebilir. Ayrıca, sözleşmenin öngördüğü şeffaflık, hesap verebilirlik ve hukukun üstünlüğü ilkeleri, Türkiye’nin demokratik kurumlarının güçlendirilmesine ve kamuoyunun yapay zekâya dair endişelerinin giderilmesine katkı sağlayacaktır.
Yapay zekâ alanındaki hızlı gelişmeleri sadece ekonomik ve teknolojik bir yarış olarak görmek yerine, bu teknolojilerin insan hakları ve demokratik değerlerle uyumlu biçimde yönlendirilmesini sağlamak açısından da Türkiye’nin sözleşmeyi imzalaması önem arz ediyor. Aksi halde, küresel standartların dışında kalmak hem uluslararası iş birliklerinde zorluklar yaratabilir hem de vatandaşların temel haklarının yeterince korunamaması riskini doğurabilir. Bu nedenle, Türkiye’nin Avrupa Yapay Zekâ Çerçeve Sözleşmesi’ni imzalaması; etik, şeffaf ve hesap verebilir yapay zekâ uygulamalarını desteklemesi, demokratik değerleri ve hukukun üstünlüğünü geleceğe taşıması açısından kritik bir adım olacaktır.
Stj. Av. Zeynep Meryem Ünal’ın katkılarıyla