Bugün size Gazi Mustafa Kemal’in 30 Ekim 1923 tarihinde İsmet İnönü’ye yazdığı öne sürülen mektup üzerinden bir iş modeli ve sürekliliği yazısı yazmayı planlıyordum. Son incelemelerimi yapmak için Google’a girdiğimde Malumatfuruş’ta (www.malumatfurus.org) böyle bir mektup olmadığını öğrendim. Bu konuda şimdiye kadar yazılan bütün yazıları, yazarları ve kaynakları alt alta dizip bu içeriğin geçerliliği ile ilgili değerlendirmelerini yapmışlar.
Bu yazıyı okuyunca ne kadar şanslı olduğumuzu düşündüm. Benim ortaokula ya da liseye gittiğim yıllarda bilgi kaynağı pek yoktu. Olanlara erişmek için de kütüphaneye gitmek gerekirdi. Bahsettiğim yıllarda arasında rekabet olan medya grupları kuponla Meydan Larousse ve Ana Britannica ansiklopedilerini vermişlerdi. O yıllarda moda olan duvar boyu büyük dolapların daha önce fotoğraf ve vazo konulan açık bölmeleri bir anda boydan boya dizilen bu ansiklopedilerle kaplanmıştı. Muazzam bir bilgi altyapısı elde etmiştik.
Okulda bir ödev verildiğinde hemen ansiklopediyi açıyor ve oradan baka baka dosya kağıdına yazdığımız ödevi öğretmenimize veriyorduk. Ödevlerin nasıl notlandığını hatırlamıyorum çünkü sonuçta hepsi standart bilginin aktarılmasıydı. O yılların alışkanlığı herhalde, bugün de bizim kuşaktan herkes sosyal medyada gördüğü bir şeyi paylaş butonu ile aktarmaktan hoşlanıyor. Bu sayede neyin aslında öyle olmadığı konusunda bilgimiz oluyor ama aslında ne olduğunu anlamadan yaşayıp gidiyoruz.
Malumatfuruş, aktarılan o mektubun kurgusal olduğunu ortaya koyarken Gazi Mustafa Kemal’in 30 Ekim 1923 sabahı güne nasıl uyandığını ve ne yaptığını bilmiyoruz ya da en azından ben bilmiyorum. Ancak Cumhuriyet’in ilk 15 yılında kurulan tesislere baktığımızda Gazi Mustafa Kemal’in o sabah, mektupta yazan biçimde bir gündemle güne başladığını söyleyebiliyorum. Bunu söyleyebilmemin nedeni, başka türlü bu kadar büyük bir kalkınma hamlesi gerçekleştirmenin mümkün olmadığını düşünüyorum. İnternetten toparladığım tesisler listesi aşağıdaki gibi:
1-Ankara Fişek Fabrikası (1924)
2-Gölcük Tersanesi (1924)
3- Şakir Zümre Fabrikası (1925)
4-Eskişehir Hava Tamirhanesi (1925)
5-Alpullu Şeker Fabrikası (1926)
7-Uşak Şeker Fabrikası(1926)
8-Kırıkkale Mühimmat Fabrikası (1926)
9-Bünyan Dokuma Fabrikası (1927)
10-Eskişehir Kiremit Fabrikası (1927)
11-Kırıkkale Elektrik Santrali Ve Çelik Fabrikası (1928)
12- Ankara Çimento Fabrikası (1928)
13-Ankara Havagazı Fabrikası (1929)
14-İstanbul Otomobil Montaj Fabrikası (1929)
15-Kayaş Kapsül Fabrikası (1930)
16-Nuri Killigil Tabanca, Havan Ve Mühimmat Fabrikası (1930)
17-Kırıkkale Elektrik Santrali Ve Çelik Fabrikası (1931- Genişletildi)
18-Eskişehir Şeker Fabrikası (1934)
19-Turhal Şeker Fabrikaları (1934)
20-Konya Ereğli Bez Fabrikası(1934)
21-Bakırköy Bez Fabrikası (1934)
22-Bursa Süt Fabrikası (1934)
23-İzmit Paşabahçe Şişe Ve Cam Fabrikası (1934 Temel Atma)
24-Zonguldak Antrasit Fabrikası (1934 Temel Atma)
25-Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası (1934)
26-Keçiborlu Kükürt Fabrikası (1934)
27-Isparta Gülyağı Fabrikası (1934)
28-Ankara, Konya, Eskişehir Ve Sivas Buğday Siloları (1934)
29-Paşabahçe Şişe Ve Cam Fabrikası (1935 - Tamamlandı)
30-Kayseri Bez Fabrikası (1934 Temel Atma)
31-İzmit Kağıt Ve Karton Fabrikası (1934- Temel Atma)
32-Nazilli Basma Fabrikası (1935- Temel Atma)
33-Bursa Merinos Fabrikası (1935 Temel Atma)
34-Gemlik Suni İpek Fabrikası (1935 Temel Atma)
35-Keçiborlu Kükürt Fabrikası (1935)
36- Ankara Çubuk Barajı (1936)
37-Zonguldak Taş Kömür Fabrikası (1935)
38-Barut, Tüfek Ve Top Fabrikası (1936)
39-Nuri Demirağ Uçak Fabrikası (1936)
40-Malatya Sigara Fabrikası (1936)
41-Bitlis Sigara Fabrikası (1936)
42-Malatya Bez Fabrikası (1937 Temel Atma)
43-Karabük Demir Çelik Fabrikası (1937- Temel Atma)
44-Divriği Demir Ocakları (1938)
45-İzmir Klor Fabrikası (1938- Temel Atma)
46-Sivas Çimento Fabrikası (1938-Temel Atma)
İlk 10 yılın müthiş kalkınma hamlesi
Ancak bu liste, yapılanları tam olarak yansıtmıyor. İş Bankası’nın Eminönü’ndeki müzesinde balık konservesi üretim tesisleri gibi farklı ve daha çok sayıda tesisin Cumhuriyet’in ilk 10 yılında kurulduğunu hatırlıyorum. Müzedeki Cumhuriyet’in 100. Yılı sergisinde eskiden yapılmış bir harita üzerinde bu tesislerin Gazi Mustafa Kemal’in sevdiği biçimde görselleştirildiğini biliyorum ama tam aklımda kalmadığı için planlananlar/tamamlananlar konusunu çok uzatmak istemiyorum. Malum o yıllar ülkenin toparlanma sancıları yaşadığı ve planlanan her şeyin yapılmasının mümkün olmadığı yıllar. Ancak Gazi Mustafa Kemal’in 10. Yıl Nutku’ndan ülkenin nasıl bir mesafe kat ettiğini ve nasıl bir zihinsel dönüşüm yaşadığını anlayabiliyoruz. Mektup yerine gerçekliğinden emin olduğumuz bu metni aktarmak istiyorum:
Türk Milleti!
Kurtuluş savaşına başladığımızın 15'inci yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!
Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir.
Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârâne yürümesine borçluyuz.
Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz.Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz.Yurdumuzu dünyanın en mâmur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.
Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür.
Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyete hakikî huzurun temini yolunda, kendine düşen medenî vazifeyi yapmakta, muvaffak kılacaktır.
Büyük Türk Milleti, on beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.
Bugün, aynı inan ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medenî âlem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk Milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türk'üm diyene!
Sonraki 10 yıllar ne getirdi?
Bu metni duygusal bir etki yaratmak için ya da unutanlara hatırlatmak için paylaşmıyorum. Bunu Türkiye Cumhuriyeti’nin faaliyet raporu olarak kabul edersek sonraki on yıllarda yapılanları da doğru değerlendirme fırsatımız olabilir. Bunu yapmak ister miyiz, bilmiyorum çünkü o faaliyet raporuna yazacak fazla bir şeyimiz olduğunu düşünmüyorum.
Bunun yanında toplum olarak geldiğimiz noktayı da bu faaliyet raporunda yazmaya yüzümüz olacağını sanmıyorum. Bu yazının yayınlanmasından iki gün önce önemli bir teknoloji toplantısına gitmek için bindiğim otobüste “ilerlesene” sözünün söylenme biçiminden hazzedilmediği için üç kişi birbirini yumrukladı ve polisin gelip zabıt tutmasını beklemek zorunda kaldık. Navigasyon bana aktarma yapmamı söylediği için altı dakikada bir geçtiği iddia edilen otobüsü beklemek için inip 20 dakika olmayan bir otobüsü bekledim. Daha sonra yine bildiğim otobüsle ve ileri teknoloji eseri navigasyon uygulamasını dinlemeden gideceğim yerin kapısına kadar gittim. İlk defa gittiğim mekan için navigasyon kullanmıştım ama kendi zekâmla daha önce kapısını gördüğümü düşündüğüm yerde indim ve hedefi 12’den vurdum. Bunlar büyük resmin içinde küçük ve önemsiz ayrıntılar gibi görünebilir ama içinde “toplu” sözcüğü geçen sistemlerde gerçekleşen bu tür kayıplar kümülatif olarak çok yüksek düzeylere ulaşır ve siz de bu yükün altında ezilirsiniz.
Cumhuriyet’in o dönemi ile daha sonrasını karşılaştırdığımızda en önemli arızamız bilgiyi doğru kullanma konusunda ortaya çıkıyor. Bunu da yürüyen merdivenler ile açıklayayım. Yürüyen merdiven konusunda iktidar partisinin de ana muhalefetin de bağlı kaldığı doğru yürüyen merdivenleri kullananların sağda durması ve sol şeridin de yürüyen kitleye ayrılması şeklinde. Yani bu yaklaşım genel doğru haline gelmiş durumda. Ancak yıllar önce, yürüyen merdiven geliştiren Thyssen Krupp’un teknik dokümanında yürüyen merdivenin amacının bir bölgedeki insanların o alandan çıkmasını sağlamak olduğu ve bunun en iyi şekilde yapılmasının, yürüyen merdiven üzerinde ikili olarak dizilmekle mümkün olduğu yazılıyordu. Toplumun iki farklı cephesinin de bu doğrudan habersiz olarak bir yanlışı kabul etmesi, Gazi Mustafa Kemal’in bilimsel yaklaşım ile ilgili söylediklerinden ne kadar uzaklaşmış olmamızı gösteriyor.
Bu noktaya gelirken Cumhuriyet garip bir insan tipolojisi ile mücadele etmeyi beceremiyor. Mustafa Kemal Paşa’yı Samsun’a götüren Bandırma Vapuru’nun kaptanı İsmail Hakkı Durusu, 1938’de kendisinin deneyimli bir kaptan olmadığını ve kaptanı olduğu Bandırma vapurunun döküntü olduğunu söyleyenlere karşı basın yoluyla gerçekleri anlatmaya çalışıyor. Halbuki İTÜ’den yetişme bir kaptan olan Durusu, Hindistan ve Çin’e kadar seyir gerçekleştirme deneyimine sahip olmasının yanında yıllarca da Karadeniz’de kaptanlık yapıyor. İTÜ üzerinden bizim ağabeyimiz olan ve adını taşıyan güzel bir vapur şehir hatlarında çalışan Durusu, geminin kıyıya yakın seyretmesi üzerine anlattıkları ile Mustafa Kemal Paşa’nın komuta niteliğini ortaya koyuyor. Durusu, Mustafa Kemal Paşa’nın seyirle ilgili bilgi aldıktan sonra olası bir saldırıya karşı güvenlik için kıyıya yakın seyir emrini verdiğini söylüyor. Gazi Mustafa Kemal’in riskleri hesaplama ve buna dayanarak cüret etme metodolojisi, 10. Yıl Nutku’ndaki şu cümleye zemin oluşturuyor:
“Büyük Türk Milleti, on beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.”
Bunu sonraki 10 yıllar için de değerlendirmek, Cumhuriyet’in bir sonraki 100 yılını şekillendirecek olanların boynunun borcudur.
Bundan sonrası mühendislerin işi
Gazi Mustafa Kemal’in kurduğu sistem, onun bile şaşırdığı başarıları ortaya çıkarıyor. Ekonomi gazetesinin (NBE) yayınlarından 1923-2023 Ekonomi Kronolojisi’nde, 25 Aralık 1933’te açılan Eskişehir Şeker Fabrikası’nı altı ayda inşa eden mühendis, sanayici, iş insanı, yönetici ve siyasetçi Kâzım Taşkent’in hikâyesi anlatılıyor. Taşkent, Gazi Mustafa Kemal’i bile şaşırtan bir başarıya mühendislik becerisi sayesinde imza atıyor. Kitaptan ilgili bölümü aktarıyorum:
“Temeli 1 Şubat 1933’te atılan, makinelerinin montajına 1 Nisan günü başlanan fabrika, Kazım Taşkent’in başında bulunduğu bir ekip tarafından kuruldu. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa Taşkent’e üretime ne zaman başlanabileceğini sormuş ve ‘Altı ay içinde’ cevabını almıştı, Gazi, daha sonra İktisat Vekili Celal (Bayar) Bey’e ‘Bu çocuk ya deli, ya da işi, bilmiyor’ demişti. Kazım
Bey, kentteki Porsuk Oteli’ne ekibiyle adeta üs kurdu. Ekibin günde 18 saate çıkan fedakâr ve azimli çalışması sayesinde Ekim başında deneme üretimine geçildi. CelalBey, ‘Harika bir iş başardınız’ deyince Taşkent, ‘Teknikte harika olmaz’ cevabını vermişti. Fabrika tam kapasite ile üretime 5 Aralık’taki açılış töreninden sonra başladı. Faaliyetini 21. Yüzyılda da sürdüren tesis kurulduğu dönemde Türkiye'nin üçüncü ve en büyük şeker fabrikasıydı.”
Kâzım Taşkent’in doğum yeri, Osmanlı İmparatorluğu toprakları içindeki Yanya’daki Preveze’ydi. Mustafa’nın doğum yeri Selanik’ti. Bir Osmanlı paşası olan Mustafa Kemal’e düşman olanların bile bilmesi gerekiyor ki, Gazi Mustafa Kemal 57 yıllık hayatının 38 yılını Osmanlı vatandaşı olarak ve askeri hayatını da bu imparatorluğun topraklarını korumak için farklı cephelerde savaşarak geçirdi. Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmasının ardından onu yükseltmek için geçirebildiği süre ise sadece 15 yıldır. Ancak müthiş bir mühendislik ve stratejik düşünme becerisi ile çok önemli bir eser inşa etti.
Ben doğduğumda, Cumhuriyet’in kurulmasının üzerinden üç tane ve Gazi Mustafa Kemal’in ölümünün üzerinden de iki tane 15 yıl geçmiş. Biz, bize sağlanan bu olanakları her zaman varmış gibi sıradan bularak yaşadık. Birkaç kuşağın kendisi feda etmesiyle ortaya çıkan Cumhuriyet, sürekli daha yüksek nitelikli insanlar yaratan bir fazilet rejimi olmaktan vazgeçtikten sonra en anlamsız ifade “ben Cumhuriyet’in sağladığı olanaklar sayesinde bu noktaya geldim” oldu. 29 Ekim’de Cumhuriyet’i överek ya da ona söverek geçirmiş olabilirsiniz, 30 Ekim’i son 15 yılda ne yaptığınızın muhasebesini çıkararak geçirin.
30 Ekim 1923 sabahına gelince, herhangi bir kaynağa gerek olmadan, Gazi Mustafa Kemal’in çok uzun olmayan bir uykudan sonra uyanıp kahvesi ile bildiğimiz rulosunu içip ülkesini muassır medeniyetlerin önüne taşımak için yapması gerekenleri yapmaya başladığına eminim.