Biraz gerilere, 1960’lara gidip, 1960’lı yıllarda 20’li yaşlarında olan bizim kuşağın lise ve üniversite öğrencilerinin, kendileri ve ülke için kaygıları arasında “otomotiv sektörü” bir özlemin adıydı. Kendi çeliğimizi üretiyor, kendi otomobilimizi yapıyorsak; tankımızı ve uçaklarımızı da yapmanın önü açılırdı. Üretimde bağımsızlık, ülkeyi de “tam bağımsızlık hedefine” götürebilirdi.
Zaman aktı geçti, ülkemiz, bulunduğu coğrafyada “imalat sanayiinde dünya tedarikçisi” olma noktasına kadar geldi. İmalat sanayiinde küresel tedarik zincirine sağlam bağlantı kuran iş alanlarından biri de “otomotiv yan sanayii” oldu. CNC tezgâhlarında yapılan işlemeler, döküm alanında atılan büyük adımlar, plastik sektöründe küresel kalite yaratan iş yerleri birbirini izledi. Ülkemiz 70 sente muhtaçlık noktasından 250 milyar doları aşan ihracata yükseldi. İş yaşamının iç ve dış koşulları sürekli değişiyor ve dönüşüyor. Dünün gerçeklikleri, bugünün ihtiyaçlarını karşılamaz olabiliyor. Ülkemiz bugünlerde tam da böyle bir değişim ve dönüşümün sancılı günlerinden geçiyor. Üretimin her alanında rekabet gücümüzü korumak, geliştirmek, sürdürmek ve uzun dönemli geleceği güven altına almak için “akıllı ihtisaslaşma” yoluyla “değer yaratma zincirini güçlendirmek” gibi bir gündemle yüzleşiyoruz. İmalat sektöründe bir yalın gerçeği unutmamak gerekiyor: “Yan sanayi olmadan tam sanayi olamaz!”
KALICI İSTİHDAM YARATMAYI ÖNEMSEMELİYİZ
Âli Kerem Alptemoçin, Erkut Holding Yönetim Kurulu Başkanı. İştirakleri, otomotiv yan sanayisinde bilinen ve tanınan ihracatçı şirketler. Sektörün içinde, eli taşın altında olanların gözlemleri, analizleri ve birikimleri önemli. O nedenle Alptemoçin’den otomotiv yan sanayiinin genel durumuyla ilgili bir değerlendirme yapmasını istiyoruz. Alptemoçin, çeyrek yüzyılın birikimini günün koşullarıyla harmanlayarak sorumuzu yanıtlıyor: “Ben 1997 yılından beri sanayinin içinde olan, 1978 yılından bu yana otomotiv yan sanayisinin yanı sıra makine, kalıp üretimi ve lojistik alanlarında faaliyet gösteren Erkurt Holding’in ikinci kuşak Yönetim Kurulu Başkanıyım. Holdingimizin ülkemizde 4, yurt dışında da 2 iştiraki bulunmaktadır. Sanayide 30 yıla yaklaşan tecrübemin yanı sıra sivil toplum kuruluşlarında edinmiş olduğum 8 yıla yakın tecrübeye dayanarak ve üreten, istihdam yaratan ve ihracat yapan bir reel sektör temsilcisi olarak ülkemizin sanayi ve ihracat politikalarıyla ilgili şunları söyleyebilirim:
Çalışmaya başladığım ilk yıllardan beri ihracatımızı artırmak, cari açığımızı düşürmek ve yurt içindeki istihdamı artırmak, tüm hükümetlerimizin vurguladığı en önemli konulardan biridir. Genel olarak sanayinin büyümesi ve gelişmesi, yarattığı kalıcı istihdam nedeniyle çok önemlidir. Şunu demek istiyorum; tarım sektöründe olduğu gibi dönemsel veya inşaat sektöründe olduğu gibi proje bazında olmadığı ve çalışanlarına genellikle uzun süreli iş imkânı sağladığı için sanayide istihdam çok önemlidir. Bu da gösteriyor ki işsizliğin azaltılabilmesi için sanayinin desteklenmesi, yeni yatırımlarla yeni fabrikaların açılması buradaki en önemli unsurdur. Sanayide çalışmak aynı zamanda belirli bir vasıf da gerektirdiği ve işte ilerlemeye açık olduğu, kişilere kişisel gelişimleri için imkânlar sunduğu için de çok önemlidir. Bunun çok güzel bir örneğini kendi şirketlerimizden verebilirim. Biz her yılsonunda 15, 20, 25, 30 ve 35. yılını dolduran arkadaşlarımıza kıdem ödülleri veriyoruz. Örneğin geçen sene 45. yaşını kutlayan şirketimizde, 35 ve 30. yılını dolduran 5 arkadaşımız kıdem ödüllerini aldılar. Bu arkadaşlarımız çoğunlukla çalışmaya ilk iş yeri olarak bizde başlayan, hayatlarının en önemli yıllarını bizimle çalışarak geçiren ve hayatın içindeki tüm gelişimlerini burada tamamlamış arkadaşlarımız.
Sanayinin desteklenmesinin yanı sıra cari açığın düşürülmesi de Türkiye için çok önemli bir konu. Elbette ki cari açığın düşürülmesinin en önemli unsurlarından bir tanesi de Türk malı ürünlerin daha fazla ihraç edilmesidir. İthal malların yerine yerli üretimi geliştirmek ve böylelikle ithalatı yerli ürünlerle ikame ederek cari açığı düşürmek, 1961 yılından itibaren başlayan planlı kalkınma dönemi ile gündeme gelmiş, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası konulan ambargonun da etkisiyle gelişerek milli bir mesele haline gelmiştir. Bugün halen gündemimizde olan bir konudur.
İhracatımızın gelişmesindeki önemli sıçrama taşlarından biri de kuşkusuz 1996 yılında Avrupa Birliği ile imzalanan Gümrük Birliği olmuştur. Bu anlaşmayla Türk malı ürünler herhangi bir gümrük vergisine tabi olmaksızın AB üyesi ülkelere satılabilir duruma gelmiştir. Türk malı ürünlerin ihracatında önemli bir merhale olan 1996 yılından bu yana, Türk sanayisi gerek kalite gerek teknoloji ve gerekse de lojistik konularında kendini geliştirmiş ve bir hayli yol katetmiştir. Ancak hâlâ cari açık veriyoruz. Bunun iki tane temel sebebi var. Bunların ilki Türkiye’nin enerji kaynaklarının kısıtlı olması ve birçok sanayi sektöründeki ana girdiler olan petrol ve doğalgaz gibi kaynaklarda ve bazı hammadde kalemlerinde dışa bağımlı olmamızdır. Diğer sebebi de yukarıda bahsettiğimiz gibi her ne kadar Türk sanayisi belirli bir seviyeye gelmiş olsa da katma değeri yüksek ürün ihracatının istenilen seviyede olmamasıdır. Buradan, biz kalıcı istihdamı desteklemek istiyorsak sanayiyi desteklemeliyiz Dikkat ederseniz, sanayiciyi desteklemeliyiz ya da ihracatçıyı desteklemeliyiz değil, sanayiyi ve ihracatı desteklemeliyiz dedim. Bana göre ülkemizde, bu konulardaki destekleri artırmak için yapılması gereken reformlar sanayiciyi değil sanayiyi, ihracatçıyı değil ihracatı desteklemek için yapılmalıdır.”
TEŞVİK SİSTEMİNE YENİ BAKIŞ AÇISI GEREKLİ
Gündemine oturan “akıllı ihtisaslaşma ve yüksek katma değerli ürünler aşamasına geçme” konusu bir ülke sorunu. İmalat sanayimizi yeniden yapılandırma, firmaların ölçeği ne olursa olsun kendi imkânlarıyla aşabilecekleri bir sorun değil. Ekonominin bütün aktörlerinin akıllı bağlantı, ileri düzeyde iletişim ve etkileşim, tutarlı rekabet stratejileri ve etkin iş birlikleri gerektiriyor. Bu açıdan baktığımızda deneyimli iş insanımızın ekonominin diğer aktörlerinden neler beklediğini de açıklamasını istiyoruz.
Diyor ki, “Başta söylediğim gibi bizim başka ülkelerde de yatırımlarımız ve bu konuda iştahımız var. Son olarak Fas’ın yatırım imkânlarını ve teşvik programlarını ciddi olarak inceledik. Daha önce de Romanya’nınkileri incelemiştik ve bu inceleme sonucunda açılan fabrikamız Romanya’da faal olarak çalışmaktadır. Sanayide kendini geliştirmek isteyen ülkelerin genellikle yabancı yatırımcıyı çekmek ve içerideki sanayicinin önünü açmak için oluşturdukları teşvik paketleriyle ülkemizde oluşturulan teşvik paketleri arasında bir yaklaşım farkı var. Sözün gelimi Romanya’da da Fas’ta da yapılan yatırımın belirli bir miktarını belirli bir zamanda devletler nakit olarak şirketlere iade ediyorlar. Bu şirketlere önemli bir rekabet avantajı sağlıyor. Bunun yanı sıra düşük faizli ve uzun vadeli yatırım kredileriyle bu programı destekliyorlar. Bu teşviklerden yararlanmak için belirlenen kriterler çok sayıda firmanın erişebileceği nitelikte olup, üretim ve istihdam olarak ülke ekonomisine katkıları daha hızlı olabiliyor. Bizde ise teşvikler genel olarak ileride oluşacak çeşitli vergilerden istisna şeklinde oluyor ve bunların kriterleri de çok kolay değil. Yatırımı desteklemek amacıyla da ülkenin makroekonomik gerçeklerinden ayrıştırılmış, uzun vadeli ve düşük faizli yatırım kredileri yok değil ancak bunların kriterleri zor ve genele hitap etmiyorlar. Bu istisnalardan veyahut da bu imkânlardan faydalanabilmek için belirli bir büyüklüğe ulaşmış olmanız gerekiyor. Hal böyle olunca da konu sanayiyi veya ihracatı desteklemekten çıkıp zaten belirli bir seviyeye erişmiş sanayici ve ihracatçıyı desteklemek şekline geliyor.
DESTEKLERİ GÜNÜN ŞARTLARINA GÖRE GENİŞLETMEK GEREK
Örneğin Türkiye’nin geliştirdiği harika bir program var; Turquality. Bizim de bir şirketimiz Turquality Marka programında. Türk markalarının yurt dışında belirli bir bilinirliğe sahip olması ve Türk malı ürünlerin ihracatını artırabilmesi adına geliştirilmiş bu destek programından faydalanabilmek için dahi belirli bir ihracat seviyesine ve belirli bir kurumsal olgunluğa gelmiş olmanız gerek. Hâlbuki ben, sektöründe, ürünleri ihraç edilebilecek seviyede olup da ihracat yapma tecrübesi olmayan, yurt dışında şubeleşmeyi bilmeyen, yurt dışı firmalarla hangi hukuki zeminlerde çalışmaları gerektiğinin farkında olmayan pek çok firmayı bizzat biliyorum. Ancak bu girişimcilerin yabancı dil sıkıntısı var, yurt dışında bir şirket nasıl açılır bilmiyorlar, bir şirket nasıl yönetilir bilmiyorlar, yabancı bir ortaklık durumunda, şirketlerinin haklarını nasıl korur ve yönetirler bilmiyorlar. Bilemedikleri için de neticesinde ya harekete geçmekte geç kalıyorlar ya vazgeçiyorlar veya ürünleri hak ettikleri değeri bulmuyor. İşte bu noktada o şirketlere destek olabilmek için belki de Turquality’nin kapsamını bu değerlere erişecek şekilde geliştirmek lazım. Bir diğer örneği de kendi şirketimden vereyim. Biz, her sene ihracat yapıyoruz, her sene de bir önceki seneden daha fazla ihracat yapıyoruz. Şirketlerimizin yeşil pasaport kullanma hakkı var. Ancak net ihracatçı olmadığımız için, net ihracatçı olan şirketlerin yararlandığı imkânlardan yararlanamıyoruz. Aslında belki de, Türkiye’de üretilmeyen ve ithal etmek zorunda olduğumuz ara mamulleri üretebilmemiz için yatırım yapmamız ve desteklenmemiz gerekiyor. Net ihracatçı değiliz ancak önemli bir ihracatçıyız. Fakat net ihracatçı olan firmaların yararlandıkları bazı imkânlardan faydalanamadığımızdan bu doğal olarak rekabetçiliğimizi olumsuz etkiliyor.”
Sanayinin desteklenmesinin yanı sıra cari açığın düşürülmesi de Türkiye için çok önemli bir konu. Elbette ki cari açığın düşürülmesinin en önemli unsurlarından bir tanesi de Türk malı ürünlerin daha fazla ihraç edilmesidir. İthal malların yerine yerli üretimi geliştirmek ve böylelikle ithalatı yerli ürünlerle ikame ederek cari açığı düşürmek, 1961 yılından itibaren başlayan planlı kalkınma dönemi ile gündeme gelmiş, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası konulan ambargonun da etkisiyle gelişerek milli bir mesele haline gelmiştir.
Otomotiv yan sanayinin yeni bir atılıma ihtiyacı var
Sıra “NASIL?” sayfasının standart sorusuna geliyor: “Siz tam yetkili olsaydınız, otomotiv yan sanayiinin birikim yeteneğinin korunması, geliştirilmesi ve uzun dönemli geleceğinin güven altına alınması için hangi konuları, nasıl bir öncelikle ele alır, öngörme ve önlem alma, gözetim ve denetim disiplinine nasıl uyardınız?”
Alptemoçin, otomotiv yan sanayiindeki iş yerlerinin ve kamu yönetiminin alması gereken önceliklerle ilgili değerlendirmelerini şöyle le sıralıyor:
▶Öncelikle sanayinin ve üretimin ülkemiz için kaybedilmemesi hatta geliştirilmesi gereken bir kazanım olduğuna inanmak gerekir. İkinci olarak, örneğin 30 sene sonra, Türk Malı ürün denildiğinde yurt dışındaki bir alıcının kafasında nasıl bir imaj oluşacağına karar vermek gerekir. Örneğin, Japon ürünü kalitelidir, Alman ürünü sağlamdır, İtalyan daha estetiktir gibi. Türk malı ürünlere de gelecekte bir kişilik atamak yani bir vizyon çalışması yapmak gerekir.
▶Bu, tüm sektörleri kapsayan, sektörel derneklerin, sektör lideri firmaların, deneyimli sektör temsilcilerinin katılımıyla uzun soluklu, çok titiz bir taramayı ve çalışmayı gerektirir. Sonrasında, bu ittifakla belirlenmiş üst kimlik sektörlere dağıtılır. Üst kimlik mobilya sektörü için de, otomotiv sektörü için de aynı olabilir ama ihtiyaçları ve gelişim haritaları farklılık k içerebilir. Böylelikle sektörel farklılıkları da gözeterek, insan kaynağı gelişiminden tedarik zincirine, makine parkından dijital altyapı yazılım-donanım ihtiyaçlarına kadar tüm ihtiyaç haritaları çıkar. Bu noktadan sonra, ülkemizin, sektörel bazda tüm avantaj ve dezavantajları gözetilerek bu programı destekleyecek -örneğin 7 yıllık- gelişim programları yapılır. Gelişim programları, Sanayi Bakanlığı uhtesinde kurulacak takip ve koordinasyon kurullarınca izlenebilir. Bu kurullar, üniversitelerin, sektörel derneklerin hatta bankaların da içinde olduğu koordinasyon mekanizmaları gibi düşünülmelidir. Devlet teşvikleri, işte bu noktada konulan vizyona ve sektörel gerçeklere göre yeniden, örneğin bölgesel değil, vizyona uygun kriterler gözetilerek yeniden yapılandırılabilir. Söylemeden edemeyeceğim, mutlaka ve mutlaka bu vizyona uygun ve bu dönüşüme cevap verecek nitelikte ara eleman yetiştirecek donanımlı meslek liselerinin de beraberinde planlanması gerekir.
▶Bu aşamada, serbest piyasa ekonomisinin ruhuna ters düşmeyecek bir yaklaşımla bu programı de destekleyecek bir mali ekosistem de tasarlamak önemlidir. Çünkü, sana sanayi öncelikle istikrar ister. Makroekonomik istikrar ve öngörülebilirlik bizler için çok önem önemli. Sanayide, müşteri memnun ise sözleşmeler uzun solukludur. Hele bizim yan sanayide iş aldınız mı, binek araçlarda 4-5 sene, hafif ticarilerde 7-8 sene, kamyon-otobüs grubunda ise 10 sene boyunca, aynı fiyattan ve hatta ucuzlatarak ama belli bir tempoda üretim yaparsınız. Yeni makine ve inşaat yatırımı yapma kararı, yatırımın kaç senede geri ödeneceğine bakılarak yapılır. Ancak, sonraki dönemlerde şartlar öngörülenden farklı ve olumsuz gelişirse bu şirketlerin kârlılığını da olumsuz etkiler. Bu da programı sekteye uğratacak bir tehdit haline gelebilir. Vizyondan uzaklaşmadan, programı destekleyecek uzun vadeli ve uygun maliyetli yatırım araçlarına veya proje finansmanına ihtiyaç var. Taban Tabana yayılmış, sektörel hedefleri ve farklı ihtiyaçları destekleyen teşvik modellerine ve vizyona uygun Devlet-Sanayi iş birliklerine ihtiyaç var.
Haksız rekabet önlenmeli
Akıllı ihtisaslaşma sürecini başlatmak, hızlandırmak ve etkili sonuçlar almak için kamu yönetiminin “teşvik sistemleri” hayati önemde. Teşvik sistemlerindeki genel felsefenin, “Serbest ve adil piyasada üreticinin haksız rekabete uğratılmaması, şans eşitliğinin korunması ve geliştirilmesi, rakiplerden bir adım önde yürümesinin güven altına alınması noktalarına odaklanması” gerektiğini anımsatıyoruz. Ülkemizin özellikle otomotiv yan sanayisinde kazandığı deneyim ve birikimi, oluşturduğu know-how’ı iki basamak yukarıya taşıyabilmek için iş yerleri kadar kolektif yönetim açısından nasıl ele alınması gerektiğine ilişkin Alptemoçin’in düşüncelerini merak ediyoruz.
Sektöre uzun yıllarını vermiş bir yönetici olarak şu hususların altını çiziyor: “Örneğin yatırım taahhütlü avans kredileri var ancak bunların alt limitleri o kadar yüksek ki küçük ve orta ölçekli bir yatırımcının ihraç maksatlı bile olsa buna erişmesi mümkün değil. Elbette her devlet ve her kurumun belirli bir teşvik ve destek anlayışı vardır ve mutlaka bunlardan faydalanmak için belirli kriterlere gelmiş olmak da gerekir. Bunda hemfikiriz ancak uygulamada, geçmişte yaşanmış bazı olumsuz tecrübeler bugün bizim için sıkıntı yaratabiliyor. Yani, daha evvel açıklanmış teşvik ve destek programlarından yararlanan ancak üstlerine düşeni gereği gibi yerine getiremeyen bazı olumsuz örnekler, bugün iyi ürünler üreten iyi niyetli şirketlerin önünü tıkıyor. Bunu tabana yaymak, genişletmek ve konuya öyle bakmak gerekiyor.”