Üstat Ege Cansen’in yaklaşımıyla ifade edeyim; siz başlıktaki Merkez Bankası'nı ekonomi yönetimi olarak okuyun. TÜİK mayıs ayında öyle bir enflasyon oranı açıkladı ki söz konusu ifade doğrusu tam oturdu!
Mayıs ayı için yüzde 1,53, ilk beş ay için yüzde 15,09, yıllık bazda da yüzde 35,41 açıklanan TÜFE artışından sonra kim engelleyebilir ki artık Merkez Bankası’nı!
Merkez Bankası faizi yüksek tuttuğu için zaten adeta dayak yiyordu, şimdi iki seçenek belirdi önünde...
Merkez Bankası, ya 19 Haziran’daki PPK toplantısında faizi aynı düzeyde tutarak çok daha fazla dayağı, hırpalanmayı göze alacak ya da “TÜİK gollük bir pas verdi, zaten ha bire eleştiriliyordum gol kaçırıyorum diye” düşüncesiyle topu ağlarla buluşturacak.
Ama unutulmasın, atılan her gol bir tarafı sevindirirken, bir tarafın da üzülmesine, kaybına yol açar! İşte o üzülenler bu duruma nasıl bir tepki verir, o pek bilinemez.
FAİZ NEREYE İNER?
Bu ifade, yani ara başlıktaki ifade faizin mutlaka indirileceği gibi bir anlam taşıyor, tabii ki farkındayım. Ama daha 19 Haziran toplantısına iki hafta var ve Türkiye gibi bir ülkede köprülerin altından böylesine bir sürede çok su akar. Dolayısıyla bakmayın faiz nereye iner dediğime... Şu anki duruma bakarak söylüyorum bunu.
Aslında faizin nereye ineceğini sorgularken, belki de şu an faizin hangi düzeyde bulunduğu sorusunu da sormak gerekiyor.
Politika faizi yerine ikame edilen gecelik borç verme faizi 20 Mart’tan 17 Nisan’daki olağan PPK toplantısına kadar yüzde 46 idi. 17 Nisan’da haftalık repo ihalesine başlandı ve faiz yüzde 42,5’ten yüzde 46’ya çıkarıldı; ama fiilen bir faiz artışı söz konusu olmadı ya da olmadığı sanıldı. Çünkü Merkez Bankası piyasayı 17 Nisan’dan sonra ağırlıklı olarak gecelik borç verme faiziyle fonladı, o oran da yüzde 49.
İşte son altı günün ortalama fonlama maliyeti...
26 Mayıs yüzde 48,94, 27 ve 28 Mayıs yüzde 48,97, 29 Mayıs, 30 Mayıs ve 2 Haziran yüzde 48,98. Şimdi ara başlıktaki soruyu bir kez daha soralım:
“Merkez Bankası 19 Haziran’da politika faizini nereye indirir?”
Bu soruya yanıt vermeden önce “fiilen uygulanan” faizin kaç olduğunu dikkate almak gerekiyor. İşte oranları aktardım; neredeyse yüzde 49.
Merkez Bankası 19 Haziran’da “Politika faizini yüzde 46’dan (örneğin) yüzde 44’e çektim” dese bu ne ifade edecek?
“Göstermelik hale gelmiş olan politika faizi”nin iki puan aşağı çekilmesinden sonra “fiili faizin” de yüzde 49’dan yüzde 47’ye çekileceği anlamını çıkarmamız mı gerekiyor? Herhalde...
ANLAMSIZ!
Yüzde 46’lık politika faizi, yani haftalık repo ihale faizi, piyasa fiilen yüzde 49’a dayanmış bir oranla fonlandığı için “göstermelik” hale gelmişse artık bu orana bakarak değerlendirme yapmaya çalışmanın anlamı kalmamıştır; şimdi olduğu gibi.
Dolayısıyla taşların yeniden yerine oturması ve piyasanın hangi faizle fonlanacağının bilinir hale gelmesi gerekir.
Bu yüzden de 19 Haziran’daki PPK toplantısında faizin birkaç puan aşağı çekilmesi “Bakın işler iyiye gidiyor, artık faiz indirilmeye başlandı” dedirtmekten öteye pek geçmeyecektir. Kaldı ki Merkez Bankası isterse, faiz oranını indirse bile piyasada parasal sıkılaştırmanın sürmesini başka yollarla pekala sağlayabilir. Yani faizin -inerse eğer- inmesi, “yüksek faiz kaynaklı tüm sorunların” geride kaldığı anlamına hiç mi hiç gelmez.
TÜİK’in oranına Merkez Bankası bile şaşırmış olmalı
Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan yılın ikinci enflasyon raporunu açıklarken mayıs ayı enflasyonunun nisandaki yüzde 3’lük gerçekleşmeye göre “biraz daha düşük” beklendiğini söylemişti.
Bu ifadeden yola çıkarak bu köşede “Yüzde 3’e göre biraz daha düşük, olsa olsa yüzde 2,5 dolayında bir oran olabilir” diye yazmıştım. Hatta yüzde 2’ye kadar inebilecek bir oran beklenmediğini, böyle bir orana “biraz daha düşük” değil, “epeyce düşük” denilmesi gerektiğini vurgulamıştım.
Benzer görüşleri dile getiren başka yorumcular da olmuştu. Nereden bilinebilirdi ki biraz daha düşük kavramıyla yarı yarıya bir oran kastedildiğini!
Ya da yoksa Merkez Bankası da mı hiç tahmin etmiyordu böylesine düşük bir oranı?
Bu aynı zamanda Merkez Bankası ile TÜİK arasında bir kopukluk olduğunu da göstermez mi? Tamam TÜİK veri açıklamadan bunu kimseyle paylaşmamalı ama bunun istisnaları da olmalı. En azından Merkez Bankası mayıs beklentisiyle ters köşeye yatmamalıydı.
Diyeceksiniz ki “Merkez Bankası bundan şikayetçi midir ki”, değildir elbette. Ama düşünsenize, mayıs artışı için nisandan iyi gelecek diyen Merkez Bankası, mayıstaki artış şöyle 4 dolayında olsaydı yine de “Ne yapalım, bizim tahminimiz tutmadı” şeklinde bir yaklaşım sergileyebilir ve bu durumu “hoş bir yanılgı” olarak değerlendirebilir miydi?
Enflasyonsuz enflasyon yazısı!
Bugün 4 Haziran; TÜİK mayıs ayının enflasyon verilerini dün açıkladı, bugünkü yazımın temel konusu açıklanan oranları analiz etmek olmalıydı ama ben öyle yapmadım. Tabii ki enflasyona değindim ama detaylı bir analize girmeye gerek görmedim.
Çünkü enflasyonla ilgili asıl yazım bu köşede dün çıktı.
TÜFE’deki ağırlıklar ile yine TÜİK’in yaptığı hanehalkı bütçe anketinin sonucuyla belirlenen tüketim ağırlıkları arasında belirgin farklar var. Söz konusu anketle belirlenen ağırlıklar ile TÜFE ağırlıklarının aynı olması elbette beklenmez ama farkın bu kadar açık olması da sağlıklı bir fiyat endeksi hesaplanamayacağının bir işareti.
Yine dünkü yazımda belirttiğim gibi fiyatlar hiç eksiksiz toplansın, hesaplama eksiksiz ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde yapılsın, fark etmez; ağırlıklar iyi belirlenmemişse vatandaşın hissettiği oran çok farklı çıkar.
Kaldı ki yine defalarca vurguladığım gibi maaş ve ücret artışlarını belirlemede tüm Türkiye’deki “toplam” harcamanın değişimini ölçen ve bu yapısı itibarıyla aslında doğru olan TÜFE’yi kullanmamak gerekiyor.
Yapılması gereken maaş ve ücretleri belirlemede kullanmak üzere yeni bir endeks hesaplamaktır. Bu yapılmadığı takdirde, TÜİK ağzıyla kuş tutsa, TÜFE tam anlamıyla doğru hesaplansa bile vatandaşın hissettiği enflasyon hep farklı olacaktır.