Eğer, attığın her adımın yaşama nasıl bir anlam kattığını önemsemez, “dünya bir gündür; o da bugündür” diyerek kendini avutursan: Kendini eksiltir, ötekini tamamlayamazsın!
Arkadaşlar geçtiğimiz Cuma günü Şeref Oğuz’un yazısında paylaştığı, “ kendini eksilterek ötekini tamamlayamazsın” özdeyişinin altını nasıl doldurmamız gerektiğini sordular.
Soru, zihnimde Sümer rahibinin tabletlere yazarak bize ilettiği sözü çağrıştırdı: “ Sen kendin için değilsen, kim senin için? Sen başkaları için değilsen, nesin? Şimdi değilse ne zaman?”
Sonra nelerin bizleri eksilttiğini düşündüm. Aklıma gelenleri sizlerle de paylaşmak istiyorum:
Eğer, Jon Bonjovi’ nin dediği gibi,” Şöhret hem yalancı hem de hırsızdır” sözünün derinliğini kavramaz, kendini şöhretin rüzgârlarına kaptırır, nasıl göründüğünü öne çıkarır, ne yaptığını sorgulamaz, ne değer kattığını önemsemezsen,
Eğer, yaşamını kendine ve başkalarına bir “anlam katmak” için değil de, “Dün dündür, bugün de bugün” ilkesizliğinin rüzgârlarında savurursan,
Eğer, eleştiriyle yüzleşme özgüveni göstermez, korkuların tutsağı olur, onların yerine merak ve öğrenmeyi ikame etmezsen,
Eğer, yaptığın işin yapısal ve ekonomik özelliklerini kavramaya yönelik ayrıntı özeni için kendine yatırım yapmaz, deneyime dayalı bilgi yerine, kulaktan dolma bilgiyle işi idare etmekten utanmazsan,
Eğer, birlikte çalıştığın, iletişim ve etkileşim halinde olduğun insanların ne düşündüklerini söylemeleri için alan açmaz, susturmayı ve tek sesliliği istikrar diye tanımlarsan,
Eğer, sloganların vasat kitlelerde yarattığı çekiciliğine kendini kaptırır, ciddi fikirlerin yaygınlaşması için gerekli emek ve zamanı harcamazsan,
Eğer, yaşamı maddi varlık alanı olarak görür, varlıklı olmayı, adalet ve merhametin önüne koyarsan,
Eğer, hayat, doğum ile ölüm arasındaki zaman; yaşam ise hayat içindeki sürçlerdir gerçekliğini kavramaz, vicdanı, adaleti, merhameti, etik değerleri süreçlerin bileşeni olarak algılamayı ve uygulamayı beceremezsen,
Eğer, işi bilen ve uzmanı olanlar arasında size hiçbir bağımlılığı olmayanların sözlerine değil de merak ve öğrenme peşinde olmayan vasat kitlelerin alkışının parıltısına kendini kaptırırsan,
Eğer, içinde yaşadığın coğrafyayı ve ekosistemini merak etmez, doğanın ve insan eliyle yaratılan teknolojilerin ritmini kavramaz, sonucu belirleyen incelikleri, iç ve dış dinamikleri, kök nedenleri anlamak için çaba göstermezsen,
Eğer, kozmosun, dünyanın ve insan doğasının ekosisteminin işleyişini kavramaya dönük yatırım yapmaz, dünyanın her yerinde kendini anlatabilecek bir dil oluşturamazsan,
Eğer, ilişkilerinde açıklık ve yüzleşme özgüveni yerine, pusu kurma, arkadan vurma, bende olmayan başkasında da olmasın kasaba kültürü kıskançlığına zihnini tutsak edersen,
Eğer, kibir ve üstünlük inancına kendini kaptırır; kendine fren koyacak ilke, kural ve yasalardan kaleler kurmazsan,
Eğer, önyargıların, yerleşik doğruların, kalıp düşüncelerin, kör inançların ve ezberlerin çürütücü etkilerini görmezden gelir; “cehalet konforuna” sığınma ile insanlığa “ihanetin” aynı kapıya çıktığının farkına varmazsan,
Eğer, kendi bildiğini tek doğru olarak algılar; doğrunun göreceli olduğunu unutur; çok seslilik ve kültürlülüğün beklenti yönetimindeki önemini kavramamakta direnirsen,
Eğer, korkunun adını “tedbirlilik” diyerek kendini sürekli kandırmaya dönük yaşarsan,
Eğer, insanlarla ilgili değerlendirme yaparken, kim olduklarına bakar, ne yaptıklarına bakmazsan,
Eğer, kendine aynı tutmasını beceremez, kendini sorulama cesareti gösteremez, sorgulamanın yaratıcılığını içselleştirmez, her şeyi kişiselleştirir, eleştirel akla karşı kalkanlarını sürekli kaldırma tuzaklarını aşamazsan,
Eğer, bir konu sorgulanırken, güvendiğin düşünceleri savunmaz, susarak kendini önemsetmeyi bir yaşam biçimi olarak benimsersen,
Eğer, gündemli ve ciddi bir sorgulama yapılırken, kenarda oturup telefonunda sürekli başka konularla ilgilenir; geçimini sağladığın asıl işin yücelmesi yerine yetmezliğini kurnazlığın kutsal şalları altında saklarsan,
Eğer, bütün makamlardan ve mevkilerden arınıp, sokakta sıradan bir insan olarak dolaşırken, daha önce ilişki ve etkileşim içinde olduğu insanlarla karşı karşıya geldiğinde, onların gözlerine gözünü kırpmadan bakamazsan,
Eğer, attığın her adımın yaşama nasıl bir anlam kattığını önemsemez, “dünya bir gündür; o da bugündür” diyerek kendini avutursan: Kendini eksiltir, ötekini tamamlayamazsın!
En iyisi mi halk ozanının “insan dediğin” başlıklı manzumesinde dediği gibi: “Yaşama anlam katıp nesillere kalacak/ Ya da sofradan tuvalete köprü olacak! ”sın.
Herkes kendi tercihini yapmada özgürdür…