Yok; çünkü hemen hemen hiç kimse açıklanan enflasyon oranlarının gerçeği yansıttığını ve doğru olduğunu düşünmüyor.
Düşünenler de bu oranın toplumun geniş bir kesiminin yaşadığı oran olmadığının farkında.
Bu yalnızca kasım ayına özgü bir durum da değil, artık tüm aylar için hakim olan bir görüşten söz ediyorum.
Bir süre önce Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan’ın da katıldığı bir televizyon programında dile getirdiği gibi açıklanan enflasyon oranları -tümüyle doğru olsa bile- Türkiye ortalamasındaki fiyat artışını yansıtıyor. Oysa Türkiye’de gelir dağılımı öylesine bozulmuş durumda ki, ortalama enflasyon oranının kapsamadığı, başka bir ifadeyle enflasyonu bu ortalama orandan çok farklı hisseden çok geniş bir kesim bulunuyor.
Mesele, bu kesimler için bir şeyler yapılıp yapılmayacağı…
Mesele, bu kesimler için daha sağlıklı bir ölçüme geçilip geçilmeyeceği…
Bu yönde herhangi bir çaba ne yazık ki yok.
Çaba olmaması bir yana, geniş kitlelerin bu oranlara güven duymamasını önemseyen de yok.
Hatta Eurostat öyle istiyor diyerek mevcut enflasyonun yapısını ağırlıklar itibarıyla dar gelirli kesim açısından daha da geri götürecek bir çalışma yürütülüyor ve endeksin yapısı 2026’dan itibaren değişiyor.
Yeni yapıda gıda ve kiranın ağırlığı düşecek. Bu da mevcut ağırlıklara göre belirlenenden daha düşük bir enflasyon çıkması anlamına gelecek.
Nasıl, iyi değil mi, hem de çok iyi!
Yaraya tuz biber ekilecek adeta!
Dolayısıyla TÜİK bugün kasım enflasyonunu yüzde 1 açıklasa da fark etmez, 2 ya da 3 açıklasa da, hatta 0,5 açıklasa da…
Başta TÜİK olmak üzere ekonomi yönetimine güven sıfırlandı bir kere.
Aslında TÜİK burada eleştiri oklarını üstüne çeken bir paratoner gibi.
Ne yani ekonomi yönetimi TÜİK’e dese ki “Şeffaflıkta geçmişe döneceksin, hatta daha şeffaf davranıp vatandaşın açıklanan oranlara inanmasını sağlayacaksın”, TÜİK itiraz mı edecek, öyle bir gücü olabilir mi?
Dolayısıyla TÜİK’e dönük eleştirilerde bazen aşırıya kaçılıyor.
Asıl adres TÜİK değil.
Güven sağlanamadan çok zor
2021’in aralık ayındaki yüzde 13,58’lik rekor artış hatırlanacaktır. Herkes 2021 eylülündeki faiz indirimi ve sonrasında yaşanan kur tırmanışını izleyen bu rekor artış yaşandığında adeta şoktan kurtulamamıştı ve bu oran üstünde fazla kafa yorulmadı. Sonrasında 2022’nin ocak ayında yüzde 11,10’luk bir artış daha… O oran da adeta karambole geldi. Gerçi üst üste gelen çift haneli bu oranlar TÜİK’te taşları yerinden oynatmıştı ama bu yüksek oranlar en azından TÜİK’in işini gerektiği gibi yaptığı şeklinde yorumlanmıştı, nitekim o dönemde öyleydi.
Ne olduysa 2022’nin mayısıyla birlikte oldu, verilerin üstü örtüldü ve kuşkular tırmanmaya başladı.
2023’ün haziranında aynı iktidarın farklı bir ekonomi ekibi işbaşına geldi ve geçmiş yönetimin birikmiş ekonomik tortusu yok edilmek istenircesine Haziran 2023’te yüzde 25’i bulan bir kur artışına izin verildi. Bu artışın sonucunda da temmuz ve ağustos gibi normalde fiyatların çok az arttığı, hatta kimi dönem gerilediği yaz aylarında, normal ayda bile görülmeyecek ölçüde yüzde 9’u aşan artışlar yaşandı.
Ok yaydan çıkmıştı artık… Türkiye enflasyon patikasında çok yukarılara oturmuştu ve bundan daha kötüsü “Gerçekte açıklanan orandan daha yüksek bir gerçekleşme yaşanıyor, ben de ona göre davranayım, fiyatlarımı ona göre belirleyeyim” algısı yerleşti.
Şimdi enflasyonla mücadele ediliyor ya, öncelikle halledilmesi gereken bu algıyı yok edebilmek, tümüyle değilse bile belli ölçüde.
Bu nasıl olacak; “Bize inanın” demekle olmuyor işte, başka somut adımlar atmak kaçınılmaz.
O somut adımların başında da TÜİK’i tümüyle şeffaf, hatta madde fiyatları ve ağırlıklarını açıklama durumundan daha şeffaf hale getirmek geliyor. Bu konudaki önerimi bu köşede 18 Kasım’da detaylı olarak yazdım.
Ancak, “Bu önerimin uygulanacağını sanmadığımı, uygulanmasını temenni ettiğimi” de bir not olarak düştüm.
Bu detaylı öneriyi dile getirirken elbette şunu söylemedim:
“TÜİK şeffaf çalışmaya başladı ve beklentiler düzeldi mi enflasyon kendiliğinden düşmeye başlar, ekonomik önlem olarak bir şey yapmaya gerek yok.”
Tabii ki böyle bir yaklaşım sergilemedim, bu zaten söz konusu olamaz. Yalnızca enflasyonla mücadelenin beklenti ayağına ilişkin sorunun çözümüne ilişkin bir katkı önerisiydi bu.
Hâlâ aynı görüşteyim. Ekonomik açıdan yapılacak çok şey var elbette, onlarla birlikte vatandaşın güvenini tesis edecek adımlar da atılmak zorunda. Bunlar da yetmez; hukukun üstünlüğünü sağlamak gibi temel bir sorun da var ortada.