Merkez Bankası yöneticileri siyasette yaşanan son gelişmeleri herhalde büyük bir zamanlama şanssızlığı olarak okuyup “Sırası mıydı” diye söyleniyordur.
Aslında siyasetteki gelişmelerin Merkez Bankası’nın işini zora sokması yeni bir durum da değil ki. Geçen yılın aralık ayında başlatılan faiz indiriminden sonra bu yılın faiz eğrisinin yönü belli olmuştu. Ama 19 Mart operasyonuyla birlikte her şey değişti, her şey altüst oldu ve bir daha da eski dinginliğe dönülemedi.
Bırakın eskiye dönmeyi, işler her geçen gün daha da sarpa sardı.
Piyasa bir süre öncesine kadar en azından 11 Eylül toplantısında karar almayı güçleştirecek bir sorunla karşılaşmayacağını umuyordu. Oysa son gelişmelere bakılınca böyle bir konfor içinde olunduğu söylenebilir mi?
Herkesin tahmini, 11 Eylül toplantısında faizin çok rahatlıkla üç puan aşağı çekilerek yüzde 43’ten yüzde 40’a indirileceği yönündeydi.
Ya şimdi? Bunu söylemek o kadar kolay mı? Hele hele “İndirim üç puandan da fazla olsun” demek?
Merkez Bankası’nın işi çok zor...
Bankanın elinde iki tarafı da keskin mi keskin bir bıçak var!
Üç puan zor Merkez Bankası bugünkü toplantıda politika faizini üç puan indirirse, “Ben olan biten her şeye gözümü kapadım, dur bakalım ne olacak” yaklaşımı sergiliyor demektir.
Bir merkez bankası, konumuz TCMB olduğuna göre TCBM, böyle bir yaklaşımla hareket edebilir mi?
Merkez Bankası proaktif davranış sergilemek, o şekilde davranmak durumundadır.
“Hele faizi bir indirelim, bir olumsuzluk doğarsa bakarız bir şekilde çaresine” denilebilir mi?
Dolayısıyla ben Merkez Bankası’nın bugünkü PPK toplantısından üç puandan daha düşük bir faiz indirimi bekliyorum.
■ Hiç indirim yapılmaması olmaz.
■ Bir puanlık bir indirim kimseyi tatmin etmez.
■ Bir buçuk ya da iki puanlık indirimler en makul olanıdır.
■ İki buçuk puanlık bir indirim ise “Üç puan yapılmadı işte” dedirtmeye dönük aldatmaca olarak okunacağı için herhalde tercih edilmeyecektir.
Sanayi üretimini yüksek teknolojili ürünler taşımaya devam ediyor
Ekonomide genel gidişattan yakınmayan sanayici neredeyse yokken ve bu durumun tipik bir göstergesi olarak gidebilenler üretim tesislerini adeta sırtlayıp yurt dışına taşıyorken, Merkez Bankası’nın ölçtüğü imalat sanayindeki kapasite kullanım oranı tarihi düşük düzeylerde seyrediyorken TÜİK’in sanayi üretim endeksi artmaya devam ediyor.
Peki bu nasıl oluyor? Yakınmalarda mı abartı var, kapasite kullanım oranı mı yanlış hesaplanıyor yoksa TÜİK mi üretim endeksi ölçümünde hata yapıyor?
Hayır, ne yakınmalarda abartı var, ne bu verilerde bir yanlışlık...
Şeytan ayrıntıda gizli! Dile getirilenlerle ve genel gidişatın iyi olmadığını ortaya koyan diğer verilerle çelişkili görülen sanayi üretimi verilerinin detayına bakmak gerekiyor. Her şey orada...
Yüksek teknolojili ürünler
Takvim etkilerinden arındırılmış sanayi üretimi son dokuz aydır bir ay hariç bir önceki yılın aynı ayına göre artış gösteriyor.
Sanayi üretiminde yıllık bazda kasımda yüzde 1,7, aralıkta yüzde 7, bu yıl ocakta yüzde 1,2, martta yüzde 2,5, nisanda yüzde 3,2, mayısta yüzde 5, haziranda yüzde 8,5 ve son olarak temmuzda yine yüzde 5 artış kaydedildi.
Bu dönemde yalnızca şubat ayında yüzde 1,2’lik bir üretim gerilemesi oldu.
Yüksek teknolojili ürünlerde toplamdaki gibi uzun soluklu bir üretim artışı yok ama söz konusu ürünlerin üretimindeki artış çok hızlı.
Yüksek teknolojili ürünler üretimi geçen yıla göre mayısta yüzde 29,7, haziranda yüzde 87,7, temmuzda yüzde 58,5 oranında artış gösterdi.
İmalat sanayinin neredeyse yarısı
Temmuzda toplam sanayi üretimi geçen yıla göre yüzde 5 büyürken imalat sanayindeki büyümenin oranı yüzde 5,5’i buldu.
TÜİK verilerine göre, yüksek teknolojili ürünlerde temmuzda kaydedilen yüzde 58,5’lik üretim artışından imalat sanayi büyümesine olan yansıma tam 2,5 puan.
Yani yüksek teknolojili ürünler imalat sanayindeki yüzde 5,5’lik büyümeye tam 2,5 puanlık katkı yaptı.