ABD, sadece kendi sınırlarında önlem almakla yetinmeyip diğer ülkeleri de göçü sınırlamaya teşvik edecek, bu konuda yeni bir ortaklık kriteri oluşturacak.
ABD’nin bu aralık ayında açıkladığı ulusal güvenlik stratejisi, ülkenin küresel hegemonik liderlik iddiasından uzaklaşarak ulusal çıkar odaklı bir pozisyona geçtiğini gösteriyor. Belge, dünya üzerinde kalıcı hakimiyet kurma çabalarını geçmiş elitlerin stratejik hataları olarak nitelendiriyor. "Güç yoluyla barış" ve "müdahale karşıtı ama izolasyoncu olmayan" yaklaşım benimsenerek ulus-devletin üstünlüğü vurgulanıyor.
Stratejinin temeli ekonomik güç, sanayi kapasitesi ve enerji üretimine dayanıyor. Hedef, dünyanın en güçlü ekonomisi, en gelişmiş sanayi altyapısı ve en verimli enerji sektörüne sahip olmak olarak belirlenmiş. 1990 sonrası küreselleşme dalgası ve serbest ticaretin yarattığı dağıtım etkileri sert şekilde eleştiriliyor. Orta sınıfın ve endüstriyel yapının zayıflaması temel sorun olarak işaret ediliyor.
"Amerika yanlısı işçi" ve "adalet" ilkeleri çerçevesinde, serbest ticaret rejiminin yerini tarifeler, antidamping önlemleri ve yeniden pazarlıklarla şekillenecek korumacı bir mimari alacak. Bu değişim yalnızca iç siyaseti değil, küresel değer zincirlerini de doğrudan etkileyecek.
Belge, "kitlesel göç çağının bittiğini" ilan ederek güvenlik ve ekonomi politikası arasındaki bağı güçlendiriyor. Göç, kamu kaynaklarını zorlayan ve emek piyasasını bozan bir şok unsuru olarak tanımlanıyor. Sınır güvenliği, geleneksel ulusal güvenlik başlıklarının önüne geçiyor.
ABD, sadece kendi sınırlarında önlem almakla yetinmeyip diğer ülkeleri de göçü sınırlamaya teşvik edecek, bu konuda yeni bir ortaklık kriteri oluşturacak. Bu yaklaşım, işgücü hareketliliğini serbest sermaye akımlarıyla birlikte düşünen klasik küreselleşme paradigmasının sona erdiğini gösteriyor.
Strateji belgesi, 1990-2020 döneminin serbest ticaret ve çok taraflı kurumlar çizgisine mesafe koyuyor. Korumacılık geçici bir sapma değil, kalıcı bir rejim özelliği haline geliyor. Çelik, teknoloji ürünleri, yarı iletkenler, batarya, savunma ve enerji teknolojileri gibi stratejik alanlarda gümrükler ve antidamping önlemleri yaygınlaşacak.
Dünya Ticaret Örgütü kurallarının yerini güç dengesi ve ikili veya bölgesel anlaşmalar alıyor. İhracata dayalı ekonomiler için pazar erişimi artık sadece maliyet ve kaliteyle değil, siyasi güven, güvenlik iş birlikleri, göç politikası ve büyük güçlerle ilişkiler gibi faktörlerle birlikte değerlendirilecek.
Yeni strateji, ABD ekonomisi ve finans sistemini güvenlik politikasının merkezine yerleştiriyor. Friendshoring eğilimi, üretimin Çin yerine Meksika, Latin Amerika ve belirli Avrupa veya Orta Doğu ülkelerine kaydırılmasını destekliyor. Yapay zekâ, biyoteknoloji ve kuantum gibi alanlarda ABD standartlarını kabul etmeyen ülkeler pazar erişimi kısıtlarıyla ve teknoloji bloklaşmasıyla karşılaşacak.
Dolar ve ABD finans sistemine erişimin dış politika aracı olarak kullanılacağı açıkça belirtiliyor. Finansal kanallar üzerinden genişleyen yaptırımlar yeni bir standart oluşturacak.
ABD, sadece kendine yeten değil, enerji ihraç eden ve enerji üzerinden jeopolitik etki kuran bir pozisyonda olmayı hedefliyor. Fosil yakıtlarda iklim odaklı kısıtlayıcı dil zayıf, üretim artışı ve ihracat vurgusu güçlü. Bu durum, LNG, petrol ve kömür pazarlarında ABD'yi daha agresif hale getiriyor.
Avrupa'nın Rusya'ya bağımlılığını azaltma sürecinde ABD LNG'si zorunlu alternatif konumuna geliyor. Yenilenebilir enerji ve yeşil dönüşüm alanında ise AB ile ABD arasındaki öncelik farkları yeni gerilim hatları üretebilir.
ABD'nin yeni ulusal güvenlik stratejisi, dünyanın norm ve kural merkezli düzen tahayyülünden güç ve çıkar pazarlığı merkezli bir mimariye kayışını resmen tescil ediyor. Dış ticaret ve güvenlik ayrılamaz hale gelirken, ekonomik ilişkiler göç politikası, savunma harcamaları ve büyük güçlerle ilişkiler gibi başlıklarla doğrudan bağlanıyor.