Geçen haftaki yazımda, ABD’nin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS), güvenlik kavramını askeri boyutun ötesine taşıyarak teknoloji, enerji ve savunma sanayiini birbirine bağlı bir ekosistem içinde ele aldığından bahsetmiştim. Bu yaklaşım, Türkiye açısından birçok alanda kritik riskler ve çeşitli fırsatlar barındırıyor. Bu hafta bu risk ve fırsatlara değineceğim.
Yeni stratejide çelik, alüminyum ve kritik mineraller gibi sektörler, ulusal güvenliğin önemli bir parçası olarak konumlandırılmış. Gelecek dönemde tarifeler, kotalar ve soruşturmalar artık meşru ve kalıcı enstrümanlar haline geliyor. Türkiye açısından bu durum, 232 benzeri ek vergiler, anti-damping soruşturmaları ve kota uygulamalarının özellikle çelik ve alüminyum sektörlerinde daha sık gündeme gelebileceğinin sinyallerini veriyor.
Bununla birlikte, ABD'nin Rusya ve Çin’den stratejik olarak uzaklaşma arayışı, Türkiye için bu alanı doldurma fırsatı sunuyor. Yassı çelik, paslanmaz ürünler, alüminyum yarı mamuller, bakır ürünleri ve savunma–otomotiv odaklı nitelikli çeliklerde bu çerçeve doğru okunursa, önemli kazanımlar elde edilmesi mümkün.
NSS, tedarik zincirlerinin "batı yarımküre ve dost ülkeler" lehine yeniden kurgulanmasını, üretimin mümkün olduğunca ABD'ye ve çevre ülkelere dönmesini stratejik bir hedef olarak tanımlıyor. Türkiye’nin, NAFTA veya benzeri bir serbest ticaret anlaşması ile ABD pazarında avantajlı bir statüsü bulunmuyor. Dolayısıyla otomotiv, beyaz eşya ve genel imalat sanayi alanında Çin'e yönelik tarifelerin toplu paketler halinde genişlemesi halinde, bu dalgaya ikincil etkiler yoluyla Türkiye'nin de maruz kalma ihtimali azımsanamaz.
Buna karşılık, AB merkezli otomotiv ve beyaz eşya üreticileri, ABD pazarında rekabetçi kalabilmek için maliyet ve verimlilik baskısını yönetmek zorunda. Bu da Türkiye'yi yan sanayi, kablo-tesisat, döküm, plastik aksam, motor–şanzıman parçaları ve beyaz eşya bileşenleri alanında "yakın bölge tedarikçisi" olarak cazip hale getiriyor. Türkiye üzerinden ABD'ye veya üçüncü ülkelere erişimi optimize eden tedarik stratejileri, Türkiye'ye yeni fırsatlar sunabilir.
Yeşil dönüşüm ve iklim politikası cephesinde ise ABD–AB ayrışması belirginleşiyor. Türkiye, SKDM sebebiyle demir-çelik, alüminyum, çimento, gübre ve elektrik ihracatında ciddi bir uyum baskısı altında. AB ile entegrasyonu derinleştirmek için ETS benzeri bir karbon fiyatlama sistemine geçiş fiilen kaçınılmaz görünüyor. AB tarafında daha sıkı bir iklim rejimi varken, Yeni NSS, ABD tarafında daha gevşek bir tutumu destekliyor. Türkiye iki farklı iklim rejimi ile eşzamanlı olarak çalışmak zorunda. Bu durum, kısa vadede iç maliyetleri artıracak olsa da, orta vadede AB'nin Rusya ve Çin'den uzaklaşma ihtiyacı ile coğrafi yakınlığı ve daha düşük karbonlu üretim potansiyelini birleştirebilen Türkiye için önemli avantajlar da sunabilir.
Bu panoramada Türkiye için rasyonel yol haritası, AB ile Gümrük Birliği'nin güncellenmesini ve Yeşil Mutabakat uyumunu stratejik öncelik haline getirmeyi gerektiriyor. Zira hala en büyük pazar ve tedarik zincirlerinin çekirdeği AB'de. Sanayide ise çelik, kimya, makine ve elektronik gibi stratejik sektörlerde ara malı bağımlılığını azaltan, fakat AB ve ABD ile açık ticaret çatışmasına yol açmayacak stratejilere ihtiyaç var. Aynı anda, Afrika, Orta Doğu, Orta Asya ve Latin Amerika'da lojistik, inşaat, enerji, gıda ve sağlık sektörlerinde derinleşen bir Küresel Güney stratejisi izlenmesi doğru olacaktır.
Enerji boyutunda NSS, ABD'yi enerji ihraç eden ve enerji üzerinden jeopolitik etki kuran bir pozisyonda konumlandırıyor. LNG ve fosil yakıtlarda üretim ve ihracat artışı, Çin gibi ülkelere bağımlılığı azaltmanın temel araçları olarak tanımlıyor. Türkiye, bu denklemde Azerbaycan, Orta Asya ile Doğu Akdeniz gazının Avrupa'ya aktarımında kilit güzergâh rolünü pekiştirerek enerji transit ve ticaret merkezi iddiasını tahkim edebilir.
Yenilenebilir enerji ekipmanlarında, güneş paneli bileşenleri, kablo, trafo ve rüzgar türbini parçaları üretiminde hem AB hem ABD için Çin'e alternatif tedarikçi olmak da önemli bir fırsat alanı.
Yeni dönemde Türkiye için kilit stratejik öncelikler şu şekilde özetlenebilir:
- Enerji ekseninde
LNG terminal ve depolama kapasitesi yatırımları, Azerbaycan-Türkiye-Avrupa enerji koridorunu güçlendirme, yenilenebilir enerji ekipmanlarında Çin'e alternatif üretici pozisyonuna yükselme.
- Dijital teknolojilerde
ABD ve AB standartlarına uyumlu ama esnek dijital düzenleme çerçevesi, veri merkezi ve bulut hizmetleri için bölgesel “hub” konumunu güçlendirme.
- Kritik hammaddelerde
Bor, nikel ve nadir toprak elementlerinde işleme kapasitesi geliştirme, ham madde ihracatçısı olmaktan çıkıp yüksek katma değerli ürün üreticisi olma.
Bu stratejik yönelim, Türkiye'nin hem AB ile entegrasyonunu derinleştirmesine hem de ABD ile yakınlaşmasına imkân tanıyarak, yeni jeopolitik ve jeoekonomik dengelerde avantajlı bir pozisyon kurmasını sağlayabilir.