ZEYNEP GÜRCANLI
İsrail-İran savaşı, uluslararası ilişkilerde ancak güçlü tarafın "haklı" bulunduğunu bir kez daha ortaya çıkardı. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından kurulan sistemin bir sonucu bu; Soğuk Savaş döneminde Batı cephesi ve Demir Perde ülkeleri, her ne yaparlarsa yapsınlar, kendi içlerinde hep "haklı", karşı taraf ise "haksız" bulundu.
Demir Perde'nin dağılmasıyla birlikte, "haklılık" ABD öncülüğündeki Atlantik ittifakına ve onun çeperinde sıralanan ülkelerin "tekeline" girdi. İsrail'in İran'a yönelik saldırıları için kullandığı "nükleer silaha erişim programı" bahanesine de bu açıdan bakmak gerek;
"İRAN NÜKLEER SİLAH SAHİBİ OLMASIN" PEKİ YA İSRAİL?
Küresel düzeyde nükleer silahların sınırlandırılmasına ilişkin anlaşma 1968'de, Soğuk Savaş'ın en kritik yıllarında imzalanmıştı. Anlaşma ile, her iki cephede de lider konumundaki bir grup ülkeye nükleer silaha sahip olma tekeli "bahşedilmiş", geri kalanların ise nükleer gücü sadece barışçı amaçlar için kullanmalarına izin verilmişti. Sadece ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve dönemin Sovyetler Birliği'ne nükleer silah sahibi olma hakkı tanınarak, bir çeşit "dehşet dengesi" kurulmuş, yeni bir dünya savaşının tüm insanlık için "ölümcül" olmasının önüne geçilmeye çalışılmıştı.
Nükleer Silahların Yayılmasını Engelleme Antlaşması'nı (NPT) sadece dört ülke imzalamadı; İsrail, Kuzey Kore, Hindistan ve Pakistan.
Anlaşmanın doğduğu dönemde Şah yönetiminde olan ABD liderliğindeki Batı cephesi ülkelerinden biri kabul edilen İran da anlaşmaya imza koydu. Şah döneminde atılan o imza ise, şimdilerde Tahran yönetiminin bombalanmasının önünü açan unsur haline geldi.
İRAN'IN İLK NÜKLEER TESİSLERİNİ AMERİKALILAR KURDU
NPT'nin imzalandığı dönemdeki dostane ilişkiler nedeniyle, İran'ın barışçı nükleer programının ilk tesisleri de bizzat ABD tarafından kuruldu. Ancak 1979'da Şah devrilip, yerine Molla rejiminin hüküm sürmeye başlamasıyla İran Amerikan karşıtı cepheye geçti. Ve o günden itibaren de nükleer alanda attığı her adım mesele haline geldi.
Oysa NPT'yi en başından imzalamayan Hindistan ve Pakistan'ın nükleer silah sahibi olmalarına kimse ses çıkarmadı. Keza İsrail'in de nükleer silah ürettiğine ilişkin zaman içinde sızan, ortaya çıkarılan çok sayıda belge, tanıklık, haber var. Şimdilerde İran'a Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'ndan sürekli denetim heyetleri gönderilip, Tahran yönetiminin bu heyetlere "tüm programını gösterip göstermediği" sürekli tartışılırken, İsrail'e nükleer alanda değil denetim yapmak, tek bir soru yapan bile yok.
İsrail'in nükleer meselede bu kadar "başı boş" bırakılmasının nedenini ise dünya en yetkili ağızlardan birinden, Almanya Başbakanı Merz'den öğrendi geçen hafta. Merz, ZDF televizyonuna yaptığı açıklamada, İran-İsrail savaşı için "İsrail bizim kirli işlerimizi görüyor" deyiverdi. Başka söze gerek var mı?
İRAN'IN NÜKLEER PROGRAMI KONUSUNDA ABD'DE BİLE GÖRÜŞ BİRLİĞİ YOK
İran, izlediği nükleer programın "barışçı" olduğunu, ülke yönetim sistemi gereği en yetkili kişi olan Dini Lider Ali Hamaney'in nükleer silah sahibi olmayı yasakladığını tekrarlarken, İsrail ise Tahran yönetiminin nükleer silah yapmaya çok yakın olduğunu savunuyor.
İran'ın gerçekten nükleer silaha erişime bu kadar yakın olup olmadığı konusunda Amerikan yönetiminde bile tam bir görüş birliği yok oysa; ABD Başkanı Donald Trump'ın bizzat atadığı Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) Başkanı Tulsi Gabard daha Mart ayında Amerikan Kongresi'ne yaptığı açıklamada, "İran'ın nükleer silah üretmediği değerlendirmesini yapıyoruz" demişti.
Kendi bürokratı Gabard'ın bu sözleri hatırlatıldığında ABD Başkanı Donald Trump'ın verdiği yanıt ise, tıpkı Almanya Başbakanı Mertz'in tavrını andırır nitelikte oldu; "Onun ne dediği umurumda değil. Ben, İran'ın nükleer silah sahibi olmaya çok yakın olduğunu düşünüyorum..."
İsrail'in İran'a saldırısıyla başlayan savaşın ardından Trump'ın kendi yakın güvenlik ekibiyle yaptığı kozmik toplantılara Gabbard'ın pek davet edilmediği ise bizzat Cumhuriyetçi siyasetçiler tarafından dile getiriliyor. Küresel güvenlik söz konusuyken, ABD Başkanı'nın en yetkili Güvenlik bürokratlarından birinin İran-İsrail meselesinin görüşüldüğü toplantılardan dışlanması kritik önemde; Belli ki Trump "karşıt fikir" duymaktan hazzetmiyor. Nitekim Trump son dönemde en sıklıkla, ABD'nin de İsrail'in yanında İran nükleer tesislerini bombalamasını savunan isimlerden CENTCOM Komutanı General Kurilla'yla biraraya geliyor.
AB İÇİNDE DE İRAN KONUSUNDA GÖRÜŞ AYRILIĞI VAR
Sadece ABD içinde değil, Avrupa Birliği içinde de İsrail-İran savaşı konusunda görüş ayrılıkları var. Kanada'da gerçekleşen son G-7 toplantısının ardından, İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya'nın da aralarında bulunduğu G-7 liderleri, İsrail'e destek veren, İran'ın ise "nükleer silah sahibi olamayacağını" bir kez daha dile getiren bildiriye imza koydular. G-7 bildirisinde İran-İsrail savaşı konusunda şu mesaj verildi;
"Biz, G7 liderleri, Orta Doğu'da barış ve istikrara olan bağlılığımızı yineliyoruz. Bu bağlamda, İsrail'in kendini savunma hakkına sahip olduğunu teyit ediyoruz. İsrail'in güvenliğine olan desteğimizi yineliyoruz. Ayrıca sivillerin korunmasının önemini de teyit ediyoruz. İran, bölgesel istikrarsızlık ve terörün başlıca kaynağıdır. İran'ın asla nükleer silaha sahip olamayacağını sürekli olarak net bir şekilde belirttik." İspanya'nın Sosyalist hükümeti ise, halihazırda İran'a yaptırım uygulayan Avrupa Birliği'nin, savaşın devam etmesi halinde İsrail'e de silah ambargosu uygulaması gerektiğini ifade etti. AB içinde İspanya'ya bu konuda destek verecek çok sayıda ülke var.
RUSYA VE ÇİN TUTUMU
Batı ülkeleri büyük ağırlıkla İsrail'in yanında saf tutarken, İran ise geleneksel müttefikleri Çin ve Rusya'dan aynı oranda destek alabilmiş görünmüyor.
Rusya, bizzat Devlet Başkanı Putin'in ağzından, İran'la olan askeri anlaşmaların bu ülkeye asker desteği sağlamayı içermediğini açıkladı. Çin ise, İran'ın yanında açıkça saf tutmak yerine, iki taraf arasında "arabuluculuğa soyunmayı" tercih eder bir görüntü çiziyor. Asya-Pasifik bölgesinde yaşanan tüm gelişmelere "beka meselesi" olarak yaklaşan Çin, Orta Doğu'nun da olduğu diğer bölgelere ise daha çok ekonomik çıkarlar gözlüğünden bakıyor. Bu açıdan, Çin'in BM'de İran lehine tavır alıp, diplomasi yolunu zorlamak dışında pek bir rol oynaması da beklenmiyor İran-İsrail savaşında.
İran-İsrail savaşına Arap ülkelerinin yaklaşımını ise, "ellerini ovuşturuyorlar" deyimiyle açıklamak mümkün; Arap aleminin tehdit olarak gördüğü iki ülke, İsrail ve İran'ın birbirini yıpratması en çok petrol zengini Arap ülkelerinin işine geliyor. Bir yandan artan petrol fiyatları ile zenginliklerine zenginlik katarken, diğer yandan kıllarını kıpırdatmadan Orta Doğu'daki en yakın tehlikelerin birbirini zayıflatmasını memnuniyetle izliyorlar.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Salman'ın İran rejimi konusunda yakın geçmişte yaptığı açıklama bu durumun somut örneği gibi; İran'daki Molla rejimini Hitler yönetimine benzeten MBS, "Ayetullahlar, Hitler benzeri bir proje peşinde. Ülkeler, Hitler'in ne kadar tehlikeli olduğunu anlamakta çok geç kalmışlardı. Suudi Arabistan nükleer bomba üretmek istemiyor. Ancak İran üretirse, biz de onu izleriz.."
İRAN SONRASINDA SIRADA PAKİSTAN MI VAR?
İsrail-İran savaşında bir başka ilginç detay ise, Pakistan'ın canhıraş şekilde İran'ı savunmaya girişmesi. Savaşın başından itibaren İran'ı destekleyen resmi açıklamalarda da bulunan Pakistan'ın Savunma Bakanı Khawaja Asif işi, Molla rejiminin devrilmesini isteyen eski İran Şahı Rıza Pehlevi'nin oğlunu, küfüre varan ifadelerle eleştirmeye kadar vardırdı.
Pakistan'ın bu tutumu, İran'la sınırda sürekli çatışma yaşıyor olmaları göz önüne alındığı, oldukça dikkat çekici. İran'la olan kritik sorunlarına rağmen Pakistan'ın Tahran yönetimi yanında saf tutmasının ardında ise, İran'dan sonra yine nükleer silahlar bahane edilerek sıranın kendisine gelebileceği endişesinin hakim olduğu açık;
Pakistan'ın can düşmanı Hindistan'ın Başbakanı Modi giderek Batı cephesine yaklaşmakta. Modi son olarak, üyesi olmamasına rağmen G-7 liderler zirvesine de davet edildi.
Pakistan ise gün be gün Çin ile olan askeri ilişkilerini geliştiriyor. Hindistan-Pakistan arasında birkaç hafta önce yaşanan son çatışma ortamında Pakistan'ın Çin silahlarını kullanarak Hindistan hava savunmasını dağıtması çok dikkat çekmişti.
TÜRKİYE DENGE POLİTİKASI İZLEMELİ
İran-İsrail savaşında Türkiye'nin yapması gereken ise, olabildiğinde "denge politikası" izlemek olmalı; Malatya-Kürecik'teki NATO radarı Türkiye'yi İran açısından "karşıt kampa" koysa da, Ankara şimdilik bu dengesizliği hükümet üyelerinin ağzından İsrail'i kınayan açıklamalar yaparak düzeltmeye çalışıyor.
ABD-İsrail-İngiltere eliyle İran'da mevcut rejimin devrilip, Türkiye sınırında yeni bir kaos ortamı ortaya çıkarılması, Ankara açısından ciddi güvenlik tehditleri de barındırıyor. Savaşta her iki tarafın birbirini olabildiğince yıpratması yakın vadede Türkiye'nin işine geliyor gibi görünse de, İran'ın dağılması orta ve uzun vadede Ankara açısından büyük riskler barındırıyor.