Önemli Noktalar
RÜŞTÜ BOZKURT
Sunay Akın’la oyuncak endüstrisinin nasıl geliştiğini, bugünün iç ve dış koşullarını, teknolojik atılımları, küresel ölçekte bağlantı, iletişim, etkileşim, rekabet ve işbirlikleri potansiyellerini de soruyoruz. Altını çizerek, “Oyuncak endüstrisi gelişmişlik göstergesidir” diyor.
Oyuncak endüstrisi gelişmişlik göstergesidir.
Sunay Akın oyuncak endüstrisinin gelişmesi konusunda malumatı olan ama bilgisi olmayan bizim gibi “malumat mahkûmu” olanların bilgi alanını genişletecek, ufkunu açacak uzmanlık deneyimlerini konuşturuyor. Oyuncak endüstrisi ile gelişmişlik arasındaki ilişkiyi ve etkileşimi de şöyle anlatıyor: “Neydi bu oyuncaklar? Bu oyuncaklar çocuk aklını ve motor gücünü geliştirecekti. Örneğin, resimli küp oyunları ve ardından puzzle değimiz oyunlar. Çocuk motor hareketleri ve zekâsını geliştiren oyunlar. Biliyor musunuz, gelişmişlik ve oyuncak endüstrisi arasında çok büyük bir paralellik var. Bu da şu: İlk oyuncak fabrikaları Sanayi Devrimi’nden hem sonra Almanya’da kuruldu. Özellikle Nürnberg kentinin çevresinde. Almanya oyuncak endüstrisinde hızla yükseldi. İkinci Dünya Savaşı’na kadar dünyanın her yerinde oyuncakların üzerinde ‘Made-in Germany’ yazılıydı. Arjantin’den Japonya’ya kadar her yerde Almanlar egemen oldular oyuncak üretimine. Ve bütün dünyanın oyuncak pazarlarını ele geçirdiler. Almanya oyuncak endüstrisinin üzerine diğer üretim alanlarını ekledi. Ardından Japonya, İkinci Dünya Savaşı’nda iki atom bombasıyla karşı karşıya kaldı. Her yanı yıkıldı, perişan haldeydi. Ama ne yaptı biliyor musunuz? Yaptığı ilk işlerden biri oyuncak endüstrisini kurmak oldu. Önce oyuncakla işe başladı ve 1950’li, 60’lı, 70’li yıllarda dünyanın her yerinde oyuncakların üzerinde ‘Made-in Japan’ yazıyordu. Bugünkü Japon sanayi ve oyuncak üretimindeki birikim üzerinde yükseldi. 1980’li yıllarda geldiğimizde dünya oyuncak pazarını Çin ele geçirdi. Bugün dünyanın neresine giderseniz gidin, bir oyuncak satın aldığınız zaman üzerinde ‘Made-in China’ yazıyor.”
Son yılların mucizesi diye nitelenen Çin’deki gelişmelere getiriyor sözü. Diyor ki, “Bu anlattığım nedir? Gelişmişlik, ilerleme ve oyuncak endüstrisi arasında paralellik var. Bugün Çin uzayda. Ben bunu şöyle yorumluyorum: Hani, büyük bir mimari projede önce maket olarak yapılır ve sonradan gerçeği üretilir ya onun gibi.” Sonra altını çize çize diyor ki: “Oyuncak endüstrisini sağlıklı olarak geliştirmeyen bir ülke, asla ve asla ilerleyemez!”
Çocuğun önüne oyuncak diye koyduğumuz insanlığın geleceğidir
Oyuncak endüstrisinin nasıl geliştirileceği sorusunu da şöyle yanıtlıyor : “Oyuncak endüstrisinin nasıl geliştirilebileceği sorusunun yanıtını da şöyle verebilirim: Yine Atatürk’ün önemsediği şeye geliyoruz: Kültür. Kültürün toplumla buluştuğu yer neresi biliyor musunuz? Söyleyeyim: Çizgi roman... Çizgi roman, 1894 yılında Amerika’da ortaya çıkıyor. “Yellow Kid” ile birlikte büyük bir çizgi roman fırtınası başlıyor. Çizgi roman ve çizgi romanın endüstrileşmesiyle oyuncaklarda çeşitlilik, renklilik öne çıkıyor. En temel oyuncakların arkasında hep çizgi romanlar var. Örneğin, Almanya’nın “Bild” adlı gazetesi bir çizgi roman yayınlıyor. O zaman çizgi romanlar gazetelerin pazar eklerinde yayınlanıyor. Bu yayın 1950’lı yıllarda BİLD tarafından yapılıyor. “Lilli” adlı bir genç kızın maceralarını anlatıyor. Sonra Lilli’nin oyuncağı yapılıyor ve İsviçre'ye tatile giden bir çift oyuncağı görüyor. Kendileri oyuncak üreticisi oldukları için gördükleri oyuncağın geleceği olduğunu anlıyor ve bütün haklarını satın alıyor. Üstelik oyuncağa da kendi kızlarının adını veriyorlar: Barbie. Bu şunu gösteriyor: Oyuncağın üretilmesi, geliştirilmesi için hayal gücü gerekiyor. Çizgi romandan sonra oyuncaklar çeşitleniyor, yaygınlaşıyor. Neden? Çünkü hayal dünyası gelişiyor da ondan.”
İranlı şair Füruğ’un “Bütün hayaller kendi saflıklarının doruklarından düşerek ölürler” cümlesini anımsatılınca, Akın itiraz ediyor: “Aslında tam tersi… Einstein’a soruyorlar: Akıl mı, sezgi mi? Sezgi öncelikli diyor. Önce hayal gelir. Hayal gücü güçlü olan insanların sezgileri güçlüdür. Gerçek, hayallerin ayak izlerine basarak yürür. Hemen oyuncakla ilgili somut bir örnek anlatayım: Uzay konulu ilk oyuncak 1927 yılında ortaya çıkıyor: Buck Rogers. Bir hayal kahramanı. Ay’a ilk Amerikalılar gitti… Ay’a gitmeden önce o oyuncakla oynayan çocuklar daha sonra NASA’da görev yaptı ve işte bu ilki gerçekleştirdi. Olumsuz örnek, İkinci Dünya Savaşı Nazi’lerin Polonya’yı işgali ile başladı. Ama bu doğru değil. İkinci Dünya Savaşı, Hitler iktidara geldiğinde Almanya’nın Stuttgart kentindeki bir firmaya oyuncak askerler yaptırtıyor. Ama nasıl oyuncaklar? Tıraş olan, yemek yiyen, yaralı olan, yaralı arkadaşını kucağında taşıyan asker gibi savaşın her anını, her durumunu çocukların önüne koyuyor. 1933 yılında bu oyuncaklarla oynayan çocuklar 1940’lı yıllarda oyuncağın yerine geçiyor. Şimdi oyuncağın önemi, etkisi ve rolü anlaşıldı mı? İki örnek verdim; biri uzay, diğer savaş… Yani çocuğun önüne oyuncak diye koyduğumuz insanlığın geleceğidir.”
Oyuncakları çocuklar yapmadı
Yıllarını oyuncak, insan ve çocuk üzerine çalışarak geçirmiş, ilgili olduğu kadar bilgisini de kanıtlamış bir insan Sunay Akın. Söyleyeceklerini elbet ki “mutlak doğru” kabul etmemeliyiz. Alanındaki birikimlerinin bizlerden farklı, daha yoğun, daha derin olduğunu bilerek söylediklerini alıcı bir ruhla dinlemeliyiz. Akın, “Oyuncakları kim yaptı?” sorusunu yöneltiyor ve sonra da yanıtını veriyor: “Şimdi daha çarpıcı bir şey söyleyeyim: Bir oyuncakçı mağazasında raflara bakarak dolaşırken şunu görürüz. O oyuncakların hiçbirini çocuklar yapmadı. Oyuncakları büyükler yapıp çocukların önüne koydu. Buradan şuna bağlamak istiyorum: Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu bir derste öğrencilerine şunu söylemiş: Çocuklar, bugüne kadar Türkiye’nin her yerinden anne ve babalar bana çocuklarını getirdi. Hocam bu çocukları muayene edin, diye. Onlara ‘telaşlanmayın!’ dedim. Çocukları oyuncak odasına götürdüm, onlarla sadece oynadım; arkadaş oldum. Anne ve babalarını tedavi edip geri gönderdim.” Ve Sunay Akın bir kez daha güçlü bir biçimde vurguluyor: “Oyuncak neden çok önemli? Şimdi anlaşıldı mı?”
Yılların gözlemlerini çok açık ve net bir genellemeyle açıklıyor usta anlatıcı: “Çocukları, biz yetişkinlerin kötülüğünden, büyüklerin şerrinden korumak lazım.”
Bir merakımızı daha iletiyoruz kendisine: Üretim, ulaşım ve iletişim teknolojileri tarihte hiç rastlanmamış nitelik ve nicelikte değişime ve dönüşüme uğruyor; üretim, ulaşım ve iletişim teknolojilerinin yarattığı karar ve kurumlar bir önceki kurumların yapılarını, işlevlerini ve kültürünü çözüyor; yenisini oluşturuyor. Bu bağlamda insanların sosyal, zamansal, mekânsal, deneysel ve psikolojik mesafe ayarlarını yeniden kurması ve örmesi gerekiyor. Oyuncak da bu süreç içinde ciddi biçimde farklılaşabilir? Sizin gözlemlerinize göre geleceğin oyuncakları nasıl yapıda, hangi işlevleri yerine getirecek ve nasıl bir kültürün oluşmasını gerektirecek?
Konu üzerine ciddi kafa yormuş olmalı ki anında yanıt veriyor: “Homosapiens değil, homoludens. Yani oynayan insan. Nasıl ki Sanayi Devrimi sonrasında oyuncak endüstrisi oluşuyor; bugün de teknolojik oyuncaklar gündemde. Sizle bu röportajı yaparken, bir anne baba geldi, yanlarında çocukları vardı. O çocuk telefonla oynuyor. Bu çok tehlikeli. Neden? Şöyle düşünelim: Bir labirent var, koridorları var. Ortasına bir peynir bırakıyoruz. Labirentin ucunda da bir fare. Fare labirentin koridorlarında dolaşırken peynirin kokusunu alıyor. Fare peyniri bulmak istiyor; peynire yaklaştıkça telaşlanıyor; sonunda peyniri buluyor; ’başardım’ diyor. Fare hiçbir şey başarmadı. O labirentte peynire giden bir tane doğru yol vardı, onu da oraya ben koydum. Çocukların önüne hazır konanlar, başarılı olmaya yolunda engeller oluşturuyor. Heyecan, hayalperestlik, arama yok; içgüdüsel bir şey işte o kadar. Bilgisayar yerine oyuncakla oynayan çocukların hayalleri, arayışları ile bilgisayarla oynayan çocuğun durumu bir değil. Akılcı yol, hayal dünyasının güçlenip gelişmesinin peşinden gider. Yapay zekaya ben ‘yapay akıl’ diyorum; ondan korkuyoruz ya…. Bir yerde hafızaya dönüşme süreci. Bundan korkma. Adı üstünde yapay. Çocukları o kolaycı yolun yolcusu yapmamalıyız.
Teknolojinin dışında kalınamaz. Çocukların elinde cep telefonu denen aygıt var. Bu telefon değil. Hayatımıza girmiş, kötü de değil. Asıl önemlisi onu nasıl kullanacağımız. Anne-babanın rolü burada çok önemli. Şöyle söyleyeyim, telefonu biz yaptık, çocukların eline verdik. Nobel dinamiti bulmasaydı, yolları yapamaz, tünelleri açamazdık. Ama dinamit yanlış ellerde, yanlış yerlerde insanları öldürüyor. İnsana zarar verecek yerde kullanma, engelle. Morfin olmasaydı tıp bilimi gelişemezdi ama aynı zamanda bağımlılık da yaratan bir madde.
Burada insanın etik değerleri ve aklının karar mekanizmalarında olup olmaması önemli. Akıl şu anda üretim alanlarında. Bugün pek çok firmada gençler müthiş akıl kullanarak üretim gerçekleştiriyor. Devlet dairesine gidince, o aklı orada maalesef göremiyorsunuz. “
Sunay Akın tam yetkili olsa hangi önlemleri alırdı?
Ülkemizin sorunlarını çok konuşuyoruz; en ciddi akademik toplantılarda tartıştığımız gibi kahve sohbetlerinin mezesi olarak da durmadan tekrarlıyoruz. Söyleşi yaptığımız herkese soruyoruz: Parasal kısıtlarınız olmasa, tam yetkiye sahip olsanız hangi önlemleri alırdınız? Aynı soruyu Akın’a da yöneltiyoruz. Aldığımız yanıtı birlikte izleyelim:
1- Çizgi romancıları toplardım, onların hayal güçleriyle yeni hayal güçlerini ortaya çıkarırdım. Hayal gücünü yaratır; çoğaltır ve yaygınlaştırdım.
2- Çizgi romanların baskısı, çoğaltılması, çocukların ve kitlelerin ellerine ulaşmasının bütün altyapısını, dağıtım ağlarını, akışkanlığı sağlayan mekanizmaları oluştururdum. Medya, gazete, dergi gibi alanlarda gerekli olan yaptırımları oluştururdum. Destek sistemleri, abonelikler, ders programları vb.
3- Hayal kahramanlarının oyuncaklarını yaptırır; çocukların önlerine koyardım. Söylediklerimden sadece oyuncak endüstrisi beslenmez. Çizgi roman, sinema endüstrisinin gelişmesine ve aynı paralellikte istihdam yaratması da sağlar.
4- Türkiye’deki bütün yeşil alanları, oyun sahalarının hepsini yeniden düzenlerdim. Millet bahçesi deniyor ya… Cumhuriyet kurulduğunda yeşil alanlara ‘çocuk bahçesi’ denmiş. O mekânları çocuk merkezleri haline getirirdim. Ülkenin yeşil alanı, bitkileri, hayvanları nesi varsa çocukların geleceği için değerlendirirdim. Bunlar çok kolay, ülkemizin imkânları buna yeterli.
5- Anne-babaların eğitimi…Çocukların okumadığından yakınıyor. Anne-babalara diyorum ki çocuk sizi yemek yerken, telefonla konuşurken, kavga ederken görüyor… Oysa okurken de görmeli. Asıl mesele, anne baba dünyasının giderek kısırlaşmasında.
6- Bir de çocuğu aşağılayan, çocuğu ezen bütün söylemleri ortadan kaldırırdım. Büyükler birbirimizi kırmak için günde kaç kez ‘çocukluk yapma’ sözünü söylüyoruz? ‘Bana masal anlatma!’, ‘Çocuk gibi gülme!’, ‘Senin o dediğin çocuk oyuncağı! Sonra da ‘çocuklar bizim geleceğimiz, her şeyimi’” söylemi. Bu ikiyüzlülük, iç tutarlılık eksikliği. Sahtekârlık… Bizzat çocuğu aşağılayan sözlere neden cephe almayalım?
7- Masa oyunları çok önemlidir. Çocuk ve oyun tarihine bakın, en yaygın tombala. Ailedeki herkes katılır. Gelişmiş ülkelerde sadece masa oyunu satan mağazalar var. Bu oyunları yine kültürden yola çıkarak oluşturulmasını sağlar, masa oyunlarında bu toprakların değerlerini oyunun merkezine koyardım. Örneğin bilim kurgu, uzay romanını Lukiannos yazdı…. Rüzgârın bir yelkenliyi Ay’a götürmesiyle birlikte, Ay ile Güneş’in kavgasını anlatır. Bu kitap Anadolu’da yazılmıştır. Anadolu’da yazılan bu hikâyeyi alır, masa oyunu yapardım.