FİKRİ CİNOKUR/ANTALYA
Antalya Ticaret Borsası (ATB) Başkanı ve TOBB Yönetim Kurulu Üyesi Ali Çandır, Ekonomi Muhabirleri (EMD) Antalya temsilciliği üyeleri ile bir araya gelerek, ülke tarımı ve ekonomisi hakkında görüşlerini paylaştı.
Antalya’nın 11 aylık ihracatında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 2,5 düşüş yaşandığını, tarımsal ürün ihracatının da yüzde 0,7 azaldığına dikkat çeken Çandır, ‘’Bizim rekabet ettiğimiz ülkelerle fiyat oluşturmakta ihracatımız zorlanıyor. Girdi maliyetlerin artması, kurun düşük kalması rekabet gücümüzü önemli ölçüde düşürüyor. Bunun dışında iklimsel faktörlerde var. Tarımsal ürün ihracatının düşmesini iklime bağlayanlar da var.’’ dedi.
"Tarım ihmal edildi"
Tarım alanlarının imara açılması, iklimsel değişimler, enflasyon, girdi maliyetlerinin artması, üreticinin para kazanamaması gibi nedenlerden dolayı tarım alanlarının küçüldüğüne dikkat çeken Çandır, şunları kaydetti:
‘’Aslında tarımdaki düşüşü başka yerlerde aramamız gerekiyor. Uzun yıllardır tarım ihmal edildi. 1995'ten bugüne kadar GSMH içerisindeki tarımın payı yüzde 50 azalmış. Türkiye’nin büyüme sepetine bakıldığında aynı zamanda sanayi sektörü de 3’te 1 kaybetmiş durumda. Yüzde 30’lardan yüzde 17-18'lere gelmiş durumda. Hizmet sektörü ve dış ticaret büyüyor. İthalattan gelen bir büyüme var. Tarım sektörünün ihmal edildiğini görüyoruz. Tarım aslında ülkede en çok konuşulan, herkesin konuştuğu bir konu haline gelmesine rağmen günlük tedbirlerle, günü kurtarma işleriyle günübirlik devam ediyor. Tarıma yapısal bir bakış açısı getirmek gerekir.’’
"Bölgesel üretim planlaması gerekir"
Tarımsal üretimde bazı destek ve teşviklerin olduğunu ancak bunun yetersiz olduğunu savunan Çandır, tarımın Ankara’dan yönetilemeyeceğini, bölgesel üretim planlamasına geçilmesi gerektiğini söyledi. Çandır, şöyle devam etti:
‘’Tarımsal değer zinciri yeniden gözden geçirilmeli. Sadece destek, teşvik adı altında üretmek yerine neyi destekleyeceğimizi, kaybolmasını istemediklerimizi, neyi teşvik edeceğimizi ileride bize potansiyel olacakları iyi tahlil edip ona göre destek vermemiz lazım. Hâlâ bütçenin yüzde 1’i kadar desteği bile verebilmiş değiliz. Verilen desteklerin çoğunluğu çiftçinin finansmanı için Ziraat Bankası ya da Tarım Kredi sübvansiyonundan geçiyor. Üretimin geliştirilmesi ve artırılmasıyla ilgili çok sağlıklı destekler olduğu söylenemez. Belki de en başta bu destek teşvik mekanizmasını yeniden yaratmakla çıkıyor. Geçen yıl tarımsal planlamayla ilgili stratejik bazı ürünlerde destek başladı. Bunun sonuçlarınızı önümüzdeki dönem göreceğiz.’’
Ankara'dan bu işin organize edilmesinden ziyade yerelde her bölgenin kendi üretim planlamasını yapmasını sağlayacak ortamın yaratılmasını isteyen Çandır, şöyle devam etti:
‘’Bu planlama Ankara'dan yapılınca diğer illerde uygulamada bir takım zorluklar çıkabiliyor. Bir de o şehrin özellikleri de dikkate alınmalı. Su derdi olan bir şehirde eğer tropikal bitkiler ya da mısır üretmeye çalışıyorsanız, bugünü kurtarsanız da yarın ciddi zorluklarla karşılaşacaksınız. Artık eskisi gibi (Tarım işte at tohumu, Allah ne verdiyse) mantığından ziyade belli bir planlama, belli bir verimlilik hedefiyle yola çıkılmalı. Çünkü maliyetler çok yüksek. Eski bildiklerimizden, eski alışkanlıklarımızla tarımı bir yere götürme şansımız yok. Yeni bir bakış açısından, yeni bir tasarlamaya ihtiyacımız var.’’
"Dünyanın en büyük kumarbazı çiftçiler"
Tarımsal girdi fiyatlarının artması nedeniyle maliyetlerin düşürülmesi için çiftçilerin mutlaka kooperatifleşme ve birlikte hareket etmesi gerektiğine dikkat çeken Çandır, şöyle konuştu:
‘’Fide ve tohum fiyatları alabildiğine yüksek. Dünyanın en büyük kumarbazları çiftçiler. Yani tarım maliyete göre hesap yapılan bir sektör değil. Çiftçimiz ürettikten sonra pazar iyi gitsin diye Allah'a dua ediyoruz. Fiyatlar arz taleple oluşuyor. Özellikle bozulabilir ürünlerde bir fiyat garantisi sistemi henüz ülkemizde yok. Bunu yaratmak için de yapısal yaklaşımlara ihtiyaç var. Bizim en büyük eksikliklerimizden biri birlikte hareket etmeyi beceremiyoruz. Üreticinin birlikte hareket etmesini sağlayamıyoruz. Türkiye alanda şu anda dünyanın en pahalı ülkelerinin başında geliyor. Üretim maliyeti çok pahalı. Her alanda maliyetlerimiz artmış durumda. Bu maliyetleri düşürmenin yolu da az birlikte hareket etmelerinden geçiyor. Yani birlikte tedarik sağlamalarından, birlikte depolama, paketleme yapmalarından ve birlikte pazarlık gücünü oluşturmalarından geçiyor. Destek ve teşviklerde birlikte hareket etmeyi özendirmeli. "
"Tropikal meyve üretiminde çok su tüketimi var"
Türkiye’nin son yıllarda serada tropikal meyve üretiminde önemli artışlar yaşandığını ifade eden Ali Çandır, tropikal meyve üretiminde su tüketimine dikkat çekti. Çandır, şöyle devam etti:
‘’Serada meyve üretimi sürdürülebilir değil. Sembolik yapanlar var. Zirai don olayından korunmak için meyve üretenler var ama sürdürülebilir değil. Açık alanda tarla ve fidan maliyetiniz varken kapalı alanda demir konstrüksiyon, naylon, ısıtma gibi maliyetleriniz var. İyi hesaplamak lazım. Tropikal bitkiler, normal bitkilere göre neredeyse iki kat fazla su ihtiyacı olan bitkiler. Tropikal meyvenin ihracatı da yok. Tropikal bitkiler genelde anavatanıolan ülkelerde açık alanda yetişen ürünler. Muz gibi, mango gibi, ananas gibi. Biz kapalı alanda daha çok maliyetle bir üretim gerçekleştiriyoruz. Daha çok su tüketiyoruz. Ve bu ürünlerin bir bölümü de muz gibi bizde koruma altında. Yani ithal ederseniz ciddi vergisi var. Vergiyi kaldırırsanız rekabet etme şansınız yok. Dolayısıyla bu ürünlerde bizim derinleşmemiz demek çok ekonomiyle örtüşen bir şey değil. Belki bu ürünleri ithal etmemiz, üretmemizden daha ucuza gelecek ülkeye.’’
"Yağmur suyu hasadına destek verilmeli"
Ali Çandır, önümüzdeki süreçte başta Antalya olmak üzere Türkiye’de su kullanımında kriz yaşanacağını, şimdiden gerekli önlemlerin alınmasını istedi.
COP31’in 2026 yılında Antalya’da yapılacağını anımsatan Çandır, hem genel hem de yerelde bunu farkındalığı artırmak istediklerini bildirdi.
Su tüketiminden başlayarak Antalya'nın çevre değerlerini öne alacak bir dönem olmasını hedeflediklerini anlatan Çandır, şöyle konuştu:
‘’Antalya, akarsuları ve şelaleleriyle su zengini bir yer imajı çizse de şu anda su stresi altında bir şehir. Özellikle tarım ve turizm bu suyu ciddi ölçüde tüketiyor. Bunun farkındalığını arttırmamız gerekiyor. Çünkü su yoksa Antalya yok demek lazım. Özellikle depolama vs konularda kurumların bir öneri şeklinde çalışması gerekir. Yağmur suyu hasadıyla ilgili devlet destek vermeli. Hatta bunun karbon salınımıyla ilgili paketin içinde çevre değerlerini öne çıkarmamız gerekiyor. Ama Bunlar özel teşebbüsün kendi olanakları ile yapacağı işler değil. Karbon salınımını azaltmak, su ayak izini sağlıklı hale getirebilmek için devletin destek vermesi gerekiyor. Su hasadını Antalya'da gerçekleştirmemiz lazım. Özellikle örtü altı üretimi ya da kamu binalarından başlayarak yağmurun yağdığı dönemlerde hasadı gerçekleştirerek onu diğer dönemlerde kullanmamız gerekiyor.’’
Turizm sektörünün de su kullanımı ve yönetimi konusunda çabaları olduğunu ve otellerin su tasarrufu çağrısında bulunduğunu anımsatan ATB Başkanı Ali Çandır, sözlerini şöyle tamamladı:
‘’Tarım ve turizm sektörü bu konuda çalışıyor. Turizmde otellerde her bir odanın günlük su tüketimi 1500 litre. O gri suyu orada tekrar döndürmek, yani kullanılan suyu tekrar kullanır hale getirmek gerekir. Hatta deniz suyunu arıtan sistemleri artık gündemimize alarak geniş bir farkındalık yaratmayı hedeflememiz lazım. Türkiye'de günü yaşıyoruz. Günlük sorunlarla boğuşurken aslında geleceği ihmal ediyoruz. Şu anda Antalya ve Türkiye'nin birçok yerinde sulama rejimimiz sağlıklı olmadığı için sondaj kuyuları artık dibin dibine inmeye başladı. Tarımı konuşurken ürün desenini de buna göre tasarlamamız gerekir. Su ihtiyacına göre ürünleri tespit etmemiz lazım. Tabii sadece su değil, Antalya olarak Antalya'nın bütün doğasına da sahip olmamız gerekiyor. Antalya son 40-50 yılında bir marka yaratmış bir şehir değil. En büyük markalarımız tarih eserlerimiz ya da doğal güzelliklerimiz.’’