ABDULLAH SÖNMEZ/ESKİŞEHİR
Geçit Kuşağı Araştırma Enstitüsü, 1925’te Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle Islah-ı Buzr İstasyonu adıyla kurulduğu günden bu yana, Türkiye’nin geçit kuşağı iklim ve toprak koşullarına uygun bitkisel üretim modelleri ve araştırmalarıyla bölgesel tarımsal yapının şekillenmesinde kritik rol oynuyor. Enstitü, tarla bitkileri, toprak–su kaynakları ve tarımsal teknolojiler başta olmak üzere birçok alanda yürüttüğü çalışmalarla çiftçilerin verimliliğini artırmayı, üretim maliyetlerini düşürmeyi ve sürdürülebilir tarımın yaygınlaşmasını hedefleyen bir bilim üssü niteliği taşıyor.
Yüz yıllık süreçte geliştirilen yerli ve milli çeşitler, gerçekleştirilen uzun dönemli gözlem çalışmaları, çiftçi eğitimleri ve saha demonstrasyonları, yalnızca bölgesel değil ulusal tarım politikalarının şekillenmesine doğrudan katkı sağladı. İlk yerli buğday Ak 702’den dünyanın en geniş makarnalık buğday alanında ekilen Kunduru 1149’a, biçerdöverle hasat edilebilen Azkan nohuttan Türkiye’nin ilk tescilli safran ve çörekotu çeşitlerine kadar pek çok kilometre taşı Geçit Kuşağı Araştırma Enstitüsü bünyesinde ortaya çıktı.
“Bir kurum değil, Türk tarımının 100 yıllık yolculuğunu kutluyoruz”
Geçit Kuşağı Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürü Ulaş Çınar, 100’üncü kuruluş yıllarını kutlama programında yaptığı konuşmada enstitünün Cumhuriyet vizyonundaki yerine işaret ederek şu ifadeleri kullandı: “Bugün burada bir kurumu değil, Türkiye tarımının 100 yıllık yolculuğunun yıldönümünü birlikte idrak ediyoruz. 1925’te atılan bir tohumun 2025’e geldiğimizde bir asra dönüşmesinin gururunu yaşıyoruz. Bu kurumun temeli rastlantıyla değil, güçlü bir devlet aklıyla atılmış; Atatürk, ekonomik bağımsızlığın tarımsal üretimden geçtiğini çok erken görmüştür. Eskişehir’in iklimi, toprak yapısı ve coğrafi konumu nedeniyle Türkiye’nin bir tarım laboratuvarı olarak seçilmesi de bu vizyonun en somut göstergesidir.”
Enstitünün ıslah çalışmalarındaki tarihsel rolünü de ayrıntılarıyla anlatan Çınar, “1925’ten bugüne enstitümüzde tohum yalnızca toprağa ekilmedi, bu ülkenin geleceğine ekildi.
İlk tescilli buğdayımız AK 702 ile başlayan ıslah serüveni; 1970’li yıllarda dünyanın en çok ekilen makarnalık buğdayının bu enstitüde ıslah edilmesiyle uluslararası bir imzaya dönüştü.
Doğal türlerin tespiti ve korunması üzerine yürüttüğümüz çalışmalar genetik mirasımızı kayıt altına almakla kalmıyor, sürdürülebilir hayvancılık için de güçlü bir altyapı oluşturuyor.
Anadolu-T gibi yerli etçi tavuk çeşitlerinin geliştirilmesi ise olası arz sorunlarına karşı stratejik bir güvence sağlıyor” diye konuştu.
Tarımın bugün yalnızca üretim değil bir milli güvenlik meselesi olduğuna vurgu yaparken, dijitalleşmenin sektör için taşıdığı önemin altını çizen Ulaş Çınar, “Bugün basit ıslahın yanında dijital tarımı, hassas tarımı, uzaktan algılamayı ve yapay zekâyı konuşuyoruz.
Dün tarlaya bakıyorduk, bugün uyduya bakıyoruz; dün metre ile ölçüyorduk, bugün sensörlerle ölçüyoruz. Ancak bir şey hiç değişmedi: Toprağa duyduğumuz saygı ve onu koruma sorumluluğumuz. Bu 100 yıllık başarı hikâyesi bir kişinin değil; ıslahçının, teknisyenin, mühendisin ve üreticinin ortak eseridir” dedi.
Konuşmasını yeni yüzyıla dair hedeflerle tamamlayan Çınar, “Yeni yüz yılda hedefimiz daha dayanıklı çeşitler, daha az su tüketerek daha yüksek verim, daha güçlü bölgesel kalkınma ve daha güvenli bir gıda zinciridir. Biz dünün mirasına tutunan değil, yarının tarımını inşa eden bir çalışma kültürünü benimsiyoruz. Bilimin tohumu bir asır önce atıldı, bugün güçlü bir çınara dönüştü. Bu çınar yeni yüzyılda da Türkiye tarımının gölgesi olmayı sürdürecektir” şeklinde konuştu.
“Gıda güvenliği ve yerli tohumculuk tarım politikalarının merkezinde”
TAGEM Tarla Bitkileri Araştırmaları Daire Başkanı Suat Yılmaz ise, küresel iklim krizi ve artan gıda ihtiyacı nedeniyle tarımda nitelikli çeşit ve planlı üretimin zorunluluk hâline geldiğini belirterek “Artan dünya nüfusu ve buna bağlı büyüyen gıda talebi, plansız üretim modelleri nedeniyle küresel ölçekte olumsuz bir iklim tablosu ortaya çıkarmaktadır. İklim ve toprak koşullarında yaşanan kuraklık, tuzluluk, zararlı popülasyonlarındaki artış gibi risklere rağmen üretimin kesintisiz devam etmesi hayati önem taşımaktadır. Bu nedenle değişen koşullara uyum sağlayacak, yüksek verimli ve kaliteli bitki çeşitlerinin geliştirilmesi temel hedefimizdir. Tohum ıslahında hem güçlü bilgi birikimi hem de güncel teknolojiyi kullanarak çalışmalarımızı hız kesmeden sürdürüyoruz” ifadelerini kullandı.