Tedarik zincirlerini çeşitlendiren, yerel üretim ve bölgesel depolama imkanlarını artıran, teknolojik altyapısını güçlendiren şirketler bu süreci en az zararla atlatacak.
Ticaret politikalarının yeniden şekillendiği günümüz küresel sisteminde, ekonomik aktörlerin karşılaştığı risklerin niteliği ve ölçeği her zamankinden daha karmaşık bir hâl almış durumda. Özellikle bu yılın ilk yarısında belirginleşen bu tablo, uluslararası ticaretin temel unsurlarını sarsan yapısal bir dönüşümün habercisi niteliğinde. ABD Başkanı Trump yönetimi tarafından başlatılan ve küresel çapta domino etkisi yaratan yeni tarife politikaları, ticaret savaşlarını şirket bilançolarını doğrudan etkileyen somut bir ekonomik gerçekliğe dönüştürdü. Yaşanan gelişmeler şirketleri tedarik zincirlerinden lojistik maliyetlere, üretim coğrafyalarından dijital altyapı yatırımlarına kadar birçok alanda yeniden yapılanmaya zorluyor.
Şirketlerin maliyet hesapları alt üst oldu
Temmuz 2025 itibarıyla küresel ekonominin en sıcak gündem maddelerinin başında ABD öncülüğünde patlak veren yeni tarife savaşları bulunuyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın ikinci döneminde açıkladığı yeni gümrük tarifeleri, 2025 yılının ilk yarısında küresel ticarette kartların yeniden karılmasına neden oldu. Özellikle Çin, Kanada, Meksika ve Avrupa Birliği başta olmak üzere, ABD’nin ticaret ortaklarına uygulamayı planladığı gümrük vergileri, şirketlerin maliyet hesaplarını adeta alt üst etti. Ülkelerin ABD ile bir ticaret anlaşması yapmaması halinde, bu vergilerin 1 Ağustos itibarıyla yürürlüğe gireceği ve bir daha ertelenmeyeceği belirtiliyor. Ayrıca, Trump’ın bu tarifeleri, ABD’nin çıkarlarını ön planda tutan ticaret anlaşmaları imzalamak amacıyla bir tehdit unsuru olarak kullandığını da unutmamak gerekiyor. Şu ana kadar ABD, yalnızca İngiltere, Vietnam ve Endonezya ile ticaret anlaşmasına, Çin ile ise bir ön anlaşmaya varabilmiş durumda. Bu kapsamda, önümüzdeki günlerde sürecin nasıl ilerleyeceği iş dünyası tarafından merakla takip ediliyor.
Ticaret savaşlarının diplomatik bir kriz olmanın ötesinde, küresel tedarik zincirlerinin temel dinamiklerini tehdit eden bir ekonomik gerçeklik olduğu artık netlik kazanmış durumda. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) verilerine göre 2024 yılı sonunda küresel mal ticareti %1,7 büyürken, 2025’in ilk yarısında bu oran %0,3’e kadar geriledi. Özellikle otomotiv, elektronik ve hammadde sektörlerinde tedarik süreleri %15-20 uzarken, maliyet artışları da ortalama %12’ye ulaştı.
Avrupa’daki en büyük limanlardan biri olan Antwerp-Bruges’ta bekleyen yeni araç stoklarının %25 artması, otomotiv sektöründe yaşanan sıkışıklığın sadece bir örneği. ABD’ye ihracat yapan birçok Avrupa şirketi, yüksek tarifeler nedeniyle sevk tarihlerini 90 güne kadar ertelemek zorunda kaldı.
Çin merkezli üreticiler, özellikle elektronik ve batarya gibi kritik alanlarda ABD tarifelerinden kaçınmak için üretimlerini Vietnam, Hindistan ve Meksika’ya kaydırmaya başladı. Asya-Pasifik bölgesinde tedarik rotalarında yaşanan bu değişim, küresel lojistik şirketlerinin taşıma maliyetlerini %20 oranında artırdı.
ABD Federal Rezervi’nin (Fed) Haziran 2025 raporuna göre, ülkedeki sanayi şirketlerinin %68’i, artan maliyetler nedeniyle tedarik zinciri yapılarını yeniden değerlendirmeye başladıklarını ifade etti.
Şirketlerin izlemesi gereken 3 temel strateji
Tüm bu gelişmeler karşısında “şirketler ne yapmalı?” sorusu akıllara geliyor. Uzmanlara göre şirketlerin bu yeni dönemde zarar görmemek için izlemesi gereken 3 temel strateji bulunuyor.
Tedarik ağını çeşitlendirmek: Tek bir ülkeye veya coğrafyaya bağımlı kalmamak artık temel bir zorunluluk. “China+1” stratejisi kapsamında birçok şirket, Çin dışı alternatifleri devreye alıyor. Örneğin ABD’ye ihracat yapan elektronik firmalarının %37’si üretimini Vietnam ve Meksika’ya kaydırmış durumda.
Stok ve lojistik yönetimini gözden geçirmek: Tedarik süreleri uzarken, şirketler daha fazla stok tutmak zorunda kalıyor. “Just-in-time” yerine “Just-in-case” mantığı geri dönüyor. Özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’da bölgesel depoların önemi artıyor.
Dijitalleşmeye yatırım yapmak: Yapay zekâ destekli tedarik yönetim sistemleri ve blokzincir çözümleri, gelecekte olası şoklara karşı şirketlerin hazırlıklı olmasını sağlıyor. Bu alanda yapılan yatırımların 2026’ya kadar yıllık %15 artış göstermesi bekleniyor.
Küresel ticarette belirsizliğin süreklilik kazandığı bu dönemde esneklik, çeşitlilik ve dijitalleşme, artık klasik anlamda rekabet avantajı sağlayan araçlar olmanın ötesine geçerek şirketlerin varlığını sürdürebilmesi için temel stratejik gerekliliklere dönüşmüş durumda. Tek merkezli ve tek kaynağa dayalı yapıların, lojistik darboğazlar, jeopolitik gerilimler ve regülasyon şokları karşısında hızla çöktüğüne tanık oluyoruz. Bu tablo, çok yönlü ve coğrafi olarak dağılmış üretim ağlarının önemini bir kez daha gözler önüne seriyor. Hızlı adaptasyon kapasitesi ile gelişmiş dijital altyapı, krizlere karşı dayanıklılığın temel unsurlarını oluşturuyor. Dünya genelinde büyük şirketler, üretim ve tedarik zinciri politikalarını hızla yeniden şekillendirirken, bu dönüşüme ayak uydurmakta geç kalan şirketler ise artan maliyet baskısı ve tedarik krizleriyle karşı karşıya kalmaya devam edecek.
Küresel ticarette yeni dönemde başarıyı tanımlayan parametreler de köklü biçimde değişmiş durumda. Tedarik zincirlerini çeşitlendiren, yerel üretim ve bölgesel depolama imkanlarını artıran, teknolojik altyapısını güçlendiren şirketler bu süreci en az zararla atlatacak. Ticaret savaşları, sonunda şirketlere şu mesajı veriyor: “Küresel düşün, yerel planla, dijital yönet.”