Türkiye, Opel için stratejilerin hayat bulduğu, geleceğin test edildiği bir coğrafya haline geldi. Almanya ve İngiltere gibi geleneksel kalelerin pazar paylarını korumaya çalıştığı bir dönemde, Opel’in büyüme çizgisi Türkiye’den geçiyor.
Elektrifikasyonun Avrupa’daki sancılı ilerleyişi ve bu yeşil rotanın pusulası, özellikle bu yılın piyasalarındaki soğuk ve gerçekçi rüzgârlarıyla aniden yön değiştiriyor ve otomotiv devlerinin stratejik pusulalarını yeniden kalibre etmeye zorluyor. İki yıl önceki kadar şiddetli olmasa da, otomotiv dünyasının son büyük buluşması IAA Mobility Münih’teki söylemler hala bu dönüşümün etrafında dönse de, Opel CEO’su Florian Huettl’in 2028 hedefinden geri adım atması, artık bu sürecin dogmatik değil pragmatik bir zemine oturduğunu gösteriyor. Bu geri çekiliş, yalnızca bir strateji revizyonu değil, aynı zamanda markanın sanki Türkiye pazar şartlarına göre adeta yeni ağırlık merkezi oluşturmasıydı…
Türkiye, Opel için artık sadece bir satış noktası değil; küresel stratejilerin test edildiği, doğrulandığı ve sürdürüldüğü bir merkez. Avrupa’da regülasyonların baskısıyla temkinli adımlar atılırken, Türkiye’de Opel için bir büyüme hikâyesi yazılıyor. Satılan her dokuz Opel’den birinin Türkiye’de yola çıkması, pazarımızın artık bölgesel bir başarıyı aştığını gösteriyor. Vauxhall dahil global satışların da onda birini tek başına üstlenen Türkiye, markanın bilançosunda bir gelir kalemi olmaktan çıkıp, Avrupa’daki daralmayı telafi eden bir finansal çıpa haline geldi. Almanya ve İngiltere gibi geleneksel kalelerin pazar paylarını korumaya çalıştığı bir dönemde, Opel’in büyüme çizgisi Türkiye’den geçiyor.
Huettl’in Avrupa için ilan ettiği pragmatizm, Türkiye’de zaten pazarın doğal akışıydı. Opel’in “çoklu enerji platformu” stratejisi, Türkiye’nin yüksek vergilerle şekillenen tüketici eğilimleriyle mükemmel bir senkronizasyon yakaladı. Hibrit motorlardan başka SUV gövdelere olan talep, markanın yeni rotası için adeta bir laboratuvar ortamı sundu. Yeni Frontera’nın lansmanından bu yana yaşanan heyecan ve yeni Grandland’ın istikrarlı yükselişi, bu stratejik uyumun ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.
Türkiye pazarı, markanın stratejisine uyum sağlamadı; strateji zaten Türkiye’nin taleplerinden doğdu da, diyebiliriz!..
Bu tabloyu tamamlayan mütevazı ama en güçlü unsur ise hafif ticari araç segmentindeki atılım. Avrupa’da elektrikli LCV talebinin yetersizliği, bu segmentteki karlılığı tehdit ederken, Türkiye’de içten yanmalı motorlarla beslenen Combo, Zafira ve Vivaro modelleri, pazara en son giren oyuncular olmalarına rağmen zirveye oynayarak Opel’in küresel bilançosunu dengeleyen stratejik bir koz haline geldi. Tofaş bantlarından erli üretimle perçinlenecek bu başarı, sadece bir pazar payı artışı değil, aynı zamanda operasyonel sürdürülebilirliğin garantisi olacak gibi görünüyor.
Opel CEO’su ile Türkiye Marka Direktörü Yiğit Yantaç’ın buluşmalarında artık sadece bir nezaket selamlaşması değil; Rüsselsheim’daki mühendislik aklının, Türkiye’deki büyüme dinamosuna duyduğu saygının ifadesi fark ediliyor. Türkiye, Opel için stratejilerin hayat bulduğu, geleceğin test edildiği bir coğrafya haline geldi. Rüsselsheim haritayı çizebilir, ama markayı geleceğe taşıyan anayolda Türkiye tabelası olduğu artık herkes tarafından görülüyor.