2023 yılı ağustos ayında yayınlanan "Sürdürülebilirlik İçin Döngüsellik Şart" başlıklı yazımda, Dünya Limit Aşım Günü'nün her yıl daha erken bir tarihe çekildiğine ve dünyanın bir yılda yenileyebildiği tüm kaynakların giderek daha hızlı tüketildiğine dikkat çekmiştim. 2025 yılına dair açıklanan son veriler ise ne yazık ki bu olumsuz gidişatın devam ettiğini gösteriyor. Gezegenimizin ekolojik bilançosu her geçen yıl daha da fazla açık veriyor.
Dünya Limit Aşım Günü, insanlığın bir yıl içinde tükettiği doğal kaynakların, gezegenin aynı yıl içinde yenileyebileceği sınırı aştığı günü ifade ediyor. Bu tarih her yıl Küresel Ayak İzi Ağı (Global Footprint Network) isimli, kâr amacı gütmeyen ABD merkezli bir çevre kuruluşu tarafından hesaplanıyor. 2024 yılında 25 Temmuz olarak belirlenen Dünya Limit Aşım Günü 2025 yılında 24 Temmuz’a gerilemiş durumda. Bir başka ifadeyle, bu yılın kaynaklarını yalnızca 206 günde tüketmiş durumdayız. 24 Temmuz'dan itibaren gelecek yılın kaynaklarını kullanmaya başladık.
Bu ürkütücü rakamlar, insanlık olarak ekolojik ayak izimizin gezegenin sınırlarını aştığını açıkça ortaya koyuyor. İklim değişikliği, hızlı nüfus artışı, kentleşme ve ormansızlaşma gibi faktörler, dünyanın doğal kaynaklarını her geçen gün daha hızlı tüketmemize neden oluyor. İlk küresel limit aşımı 1971 yılında kaydedildi. Bu yıla kadar dünyanın doğal kaynakları kendisine 1 yıl yeterken, 1971 yılında bu kaynaklar 25 Aralık günü tükenmişti. Covid-19 salgını nedeniyle geçici üretim ve tüketim düşüşünün yaşandığı 2020 yılı hariç, Dünya Limit Aşım Günü hemen her yıl bir öncekinden daha erken bir tarihe geriliyor. Bu durum biyoçeşitliliğin azalması ve atmosfere yayılan sera gazı miktarının artması gibi sonuçlar da neden oluyor. Bir başka çarpıcı veri ise, 2025 yılında dünya nüfusunun toplam tüketiminin, gezegenin kendini yenileme kapasitesinin yaklaşık 1,8 katına ulaşmış olması. Bu oran, daha sürdürülebilir bir yaşam tarzını benimsememiz gerektiğine dair bize net bir uyarı niteliğinde.
Her ülkenin kendine ait limit aşım günü, ülke bazında tüketilen kaynaklara göre büyük farklılık gösteriyor. Bu farklılıkların temelinde ekonomik yapı, enerji verimliliği, tüketim alışkanlıkları ve çevre politikaları gibi unsurlar yer alıyor. Ülkelerin limit aşım günü, üretilen biyolojik kapasitenin karbon ayak izi, su kullanımı, biyoçeşitlilik kaybı ve enerji gibi parametrelerle oluşturulan toplam tüketime bölünmesiyle hesaplanıyor. Genel olarak gelişmiş ülkelerde limit aşım gününün gelişmekte olan ülkelere kıyasla çok daha erken gerçekleştiğini görüyoruz. Yüksek enerji kullanımı ve yoğun endüstriyel üretim gelişmiş ülkelerin ekolojik sınırları çok daha fazla zorlamasına neden oluyor.
Katar, bu yılki doğal kaynaklarını 6 Şubat'ta tüketerek gelecek yıldan borçlanmaya başlayan ilk ülke oldu. Kişi başına kaynak tüketimi ve karbon salımı yüksek olan ABD’de limit aşım günü 13 Mart’ta gerçekleşti. Almanya için bu tarih 3 Mayıs olurken, dünyanın en kalabalık ülkesi Çin 23 Mayıs’ta yıllık payını tüketti. Buna karşılık, kişi başına düşen tüketimin görece düşük olduğu Hindistan’da limit aşım gününün ağustos ayında gerçekleşmesi öngörülüyor. Listenin son sırasında ise doğal kaynaklarını 17 Aralık'ta tüketeceği tahmin edilen Uruguay yer alıyor.
Ülkemiz ise küresel ortalamaya kıyasla kaynaklarını hızlı tüketen ülkeler arasında yer alıyor. Türkiye için limit aşım günü 18 Haziran olarak belirlenmiş durumda. Artan tüketim düzeyi limit aşım günümüzün her yıl giderek daha erken bir tarihe çekilmesine neden olan başlıca etkenlerden biri. Bu tarihi ileriye taşıyabilmek, kapsamlı yapısal dönüşümlerle birlikte bireysel sorumlulukların da üstlenilmesini gerektiriyor.
Dünya Limit Aşım Günü’nü yalnızca çevresel bir gösterge olarak değerlendirmemek gerekir. Bu tarih, aynı zamanda gelecekte karşı karşıya kalabileceğimiz ekonomik krizlerin de habercisi niteliğinde. Doğal kaynakların aşırı tüketimi, su kıtlığı, gıda arzında sorunlar, enerji fiyatlarında dalgalanma ve biyolojik çeşitlilik kaybı gibi hem çevresel hem de ekonomik maliyetlere sebep oluyor. Bu olumsuzluklar, tedarik zincirlerinde kırılganlıklara yol açarken, özellikle gıda, tarım ve enerji ithalatına bağımlı ekonomilerde enflasyonist baskıları da artırıyor. Bu duruma hazırlıklı olmayan ülkeler çok daha yüksek risklerle karşı karşıya kalabilir. Uluslararası finans kuruluşları da artık doğal kaynak kaybını bir makroekonomik risk faktörü olarak değerlendiriyor.
Ancak bu olumsuz tabloyu tersine çevirmek hâlâ mümkün. Yenilenebilir enerji kaynaklarının artırılması, karbon emisyonlarının azaltılması ve döngüsel ekonomi modellerinin benimsenmesi, doğal kaynakların hızla tükenmesini önleyecek başlıca eylemler arasında sayılabilir. Ayrıca, sürdürülebilir üretim ve tüketim alışkanlıklarının yaygınlaştırılması, yeşil teknolojilere yatırım yapılması ve çevresel farkındalığın toplum genelinde artırılması da bu sürecin önemli yapı taşları arasında yer alıyor. Bugün atılacak her adımın bizi olduğu kadar gelecek nesilleri de etkilediğini unutmamalıyız.