Türkiye, sismotektonik konumu itibariyle depremlerin sıkça yaşandığı bir coğrafyada yer almakta; her yeni sarsıntı, yapı güvenliğini, şehirleşme stratejilerini ve bilimsel altyapıların yeterliliğini yeniden sorgulatmaktadır. Ancak her deprem bir felaket olmak zorunda değildir. Doğru yorumlanmış veriler, akılcı mühendislik ve yerbilimleriyle desteklenmiş karar mekanizmaları, can ve mal kayıplarını asgariye indirebilir.
Bu bağlamda, İstanbul’un Çekmeköy bölgesinde çevresel titreşimleri izlemek üzere kurulan ve 7/24 veri toplayan sismik ölçüm cihazı, sadece patlatma kaynaklı çevresel etkileri değil, aynı zamanda beklenmedik şekilde iki önemli depremi de kaydetmiştir: 23 Kasım 2022 Düzce depremi ve 23 Nisan 2025 Silivri depremi. Bu iki farklı sismik olayın aynı istasyon tarafından kaydedilmiş olması, mühendislik açısından çok değerli bir karşılaştırmalı analiz fırsatı doğurmuştur. Söz konusu kayıtlar, sadece frekans, genlik ve hız gibi teknik ölçümleri değil, aynı zamanda depremin yönü, dalga yayılım ortamı ve bölgesel jeoteknik yapı hakkında da önemli ipuçları sunmaktadır.
Verinin gücü
Bahsi geçen ölçüm istasyonu, sıradan bir akademik faaliyet ürünü değil; çevresel titreşimlerin patlatma kaynaklı etkilerini izlemek amacıyla İstanbul’un yapılaşma açısından hassas bir bölgesine, bir binaya ve camiye kurulan bir mühendislik sistemidir. Bu istasyon, tesadüfi bir şekilde hem Düzce Depremi'ni hem de Silivri Depremi'ni kaydederek hem zaman hem de mekânsal karşılaştırma açısından oldukça nadir bir veri seti oluşturmuştur.
Deprem Verileri: İki farklı olay, iki farklı ifade
Düzce Depremi (23 Kasım 2022): Deprem Uzaklığı: ~200 km, Cihazın Tetiklenme Süresi: 40 saniye, Titreşim Hızı: 11 mm/saniye, Deprem (Sismik) Dalga Hızı: 4500-5000 m/saniye
Silivri Depremi (23 Nisan 2025): Deprem Uzaklığı: ~100 km, Cihazın Tetiklenme Süresi: 30 saniye, Titreşim Hızı: 5 mm/saniye, Deprem (Sismik) Dalga Hızı: 3000-3500 m/saniye
İlk bakışta, Silivri depreminin daha yakın mesafede olmasına rağmen daha düşük titreşim hızı üretmesi şaşırtıcı görünebilir. Ancak bu durum, sismik dalgaların yayıldığı ortamın fiziksel özellikleriyle doğrudan ilişkilidir. Düzce depreminin karasal ve sağlam kayaç ortamından yayılması, dalga enerjisinin daha az sönümlenmesine neden olurken; Silivri depreminin denizaltı ortamı ve Boğaz geçişleri gibi daha zayıf zonlardan geçerek enerji kaybına uğraması, bu farkı açıklamaktadır. Ayrıca, Boğaz'ın doğusundaki jeolojik yapıların batıya göre daha boşluklu ve zayıf olması da dalga hızını ve titreşim enerjisini azaltan bir etkendir. Ancak bu tabloya deprem süresi faktörü de eklenmelidir. Düzce depreminin, Silivri depremine kıyasla daha uzun süreli titreşim üretmesi, zeminde birikmiş enerjinin daha güçlü yansımasına katkı sağlamıştır. Böylece, uzak olmasına rağmen hem zemin özellikleri hem de süresel etkiler birleşerek Düzce Depremi'nin daha yüksek titreşim oluşturmasına yol açmıştır.
Mühendislik, yorum ve yapı güvenliği
Her iki kayıt incelendiğinde ortaya çıkan bir başka kritik bulgu ise, ölçülen maksimum titreşim hızlarının yapı güvenliği açısından tehlikeli eşiğin altında kalmasıdır. Bu veriler ışığında, İstanbul gibi büyük kentlerde meydana gelen 6.5 büyüklüğünden düşük depremlerin, orta ve iyi inşa edilmiş binalarda ciddi yapısal hasar veya ölümcül sonuçlar doğurması beklenmemelidir. Bu da çok önemli bir mühendislik çıkarıma işaret etmektedir: İstanbul’da beklenen orta büyüklükteki depremler, kentte genel bir yıkım etkisi yaratmayacaktır. Ancak bu umut verici tablo, yapı stokunun kalitesi ve yerel zemin koşullarının doğru analiz edilerek mühendislik projelerine yansıtılması şartına bağlıdır. Zayıf ve denetimsiz yapılarda ise, daha küçük depremler bile trajik sonuçlar doğurabilir.
Bilimsel ve kurumsal aksiyon gerekliliği
Bu veriler yalnızca bilimsel bir yayın konusu değil; Türkiye’deki yerbilimleri (jeofizik, jeoloji, Maden, Patlayıcı) ve İnşaat mühendisliği camialarının dikkatle değerlendirmesi gereken bilimsel ve teknik gerçekleridir. Depremlerin yönlü etkileri, sismik enerji yayılım yolları, zemin zayıflıkları ve yapı performansı ilişkisi mutlaka daha çok çalışılmalı; deprem yönetmelikleri sadece büyüklüğe değil, dalga yönüne ve zemin karakteristiğine göre yenilenmelidir.
Jeofiziksel verilerin inşaat mühendisliğiyle entegre edilerek değerlendirilmesi, afetlere karşı bütüncül bir direnç sisteminin temelini oluşturur. Bu yönüyle, Çekmeköy’deki ölçüm istasyonunun kaydettiği veriler; üniversite, kamu ve özel sektör iş birliğine örnek teşkil edebilecek değerli bir mühendislik mirasıdır.
Özetle, İstanbul’da deprem riski üzerine yapılan tartışmalar, genellikle dramatik senaryolar üzerinden yürütülmektedir. Ancak bu yazıda paylaşılan ölçüm verileri, bilimsel temelli bir iyimserliğin de mümkün olduğunu ortaya koymaktadır. Mühendislik aklıyla yönlendirilmiş bir kent planlaması ve doğru zemin analizine dayalı yapı üretimi, İstanbul’u sadece depreme değil, bilgiye ve bilime de dayanıklı bir şehir yapabilir.
Çekmeköy’deki bu sessiz ama çok şey söyleyen cihaz, bize bir kez daha hatırlatmaktadır: Doğru kurulan bir sistem, doğru zamanda hayati bilgiler sunabilir.
İstanbul depremi için çıkarımlar ve stratejik öneriler
Gerek bu veriler, gerekse saha deneyimleri ve mühendislik literatürü, İstanbul’daki zayıf ve yaşlı yapılarda hasar oluşturabilecek, can ve mal güvenliğini ciddi şekilde tehdit edecek bir depremin, genel anlamda, büyüklüğü 6,5 üzeri ve merkez üssü şehre çok yakın olan depremler olacağı öngörülmektedir.
Zayıf zeminli lokasyonlar dışında, daha küçük ölçekli depremlerin yaygın yıkıma neden olma ihtimali düşük görünmektedir.
Bu bağlamda, hem deprem riski altındaki ülke geneli hem de İstanbul özelinde yapılacak deprem hazırlıklarının siyaset üstü bir yaklaşımla ve bilimsel verilere dayalı olarak planlanması elzemdir.
SON SÖZ: Bir şehri, bir ülkeyi kurtaran, felaket anındaki cesaret değil; felaket öncesindeki bilgeliktir