Bu günkü yazımda Anayasa Mahkemesi’nin ilginç bir kararını tahlil etmek istiyorum. Karar “1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun’un yeniden düzenlenen 4. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi ile ilgili.
Anılan kanunun dava konusu fıkrası şu şekilde.
“Hazine ve Maliye Bakanlığı; bu Kanuna dayanılarak çıkarılan karar, yönetmelik, tebliğ ve diğer genel ve düzenleyici işlemler uyarınca başvurusu alınacak, düzenlenecek veya onaylanacak her türlü izin veya belge ile Bakanlık tarafından geliştirilen bilgi sistemlerinin sistem kullanıcılarına sunumu kapsamında, her bir başvuru, izin, belge veya sistem sunumu için bir mali yıl içerisinde altı milyon Türk Lirası’nı geçmemek üzere yönetmelikte belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde ücret almaya yetkilidir. Bu tutar, her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’na göre tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanır.”
Bu fıkrada yer alan “altı milyon Türk Lirası’nı geçmemek üzere yönetmelikte belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde ücret” ibaresi 135 milletvekili tarafından Anayasa aykırı olduğu savı ile 2021 yılında iptal davasına konu edilmiş.
Anayasa Mahkemesi bu talebi 9.5.2024 tarihinde esas yönünden inceleyerek kararını vermiş. Karara bir bakalım. Anayasa Mahkemesi bazı önemli saptamalarda bulunmuştur.
“1567 sayılı Kanun kapsamında dövize ilişkin işlemler yapabilmelerine ve faaliyet yürütebilmelerine izin verilen ve yetkili müessese olarak adlandırılan anonim şirketlerden bu kanuna dayanılarak çıkarılan karar, yönetmelik, tebliğ ve diğer düzenleyici işlemler uyarınca başvurusu alınacak, düzenlenecek veya onaylanacak her türlü izin veya belge ile Bakanlık tarafından geliştirilen bilgi sistemlerinin kullanıcılara sunumu için ücret talep edebileceği öngörülmek suretiyle kuralın söz konusu anonim şirketler yönünden mülkiyet hakkını sınırladığı açıktır. Diğer yandan kural kapsamında kanun ve kanuna dayanılarak çıkarılan mevzuata göre faaliyet izni verilen anonim şirketlere belirtilen faaliyetlerde bulunmaları için ücret ödeme zorunluluğunun getirilmesi teşebbüs özgürlüğünü de sınırlamaktadır.
Esasen temel hakları sınırlayan kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye alınan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinin temel unsurlarından olan hukuki belirlilik ilkesi uyarınca kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur.”
Anayasa Mahkemesi bu önemli belirlemeleri yaptıktan sonra burada alınan ücretin bir nev’i resim niteliğinde olduğu saptamasında bulunmakta ve Anayasa’nın 73. maddesinin üçüncü fıkrasında “Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.” denilmek suretiyle vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler yönünden kanunilik şartının özel olarak düzenlendiğinden söz etmekte ve yasal düzenlemenin bu yükümlülüğe ilişkin konu ve mükellefi belirmekle birlikte yükümlülüğün diğer unsurlarının düzenlenmesinin ücret miktarının açıkça düzenlenmediğini belirterek, kuralda belirtilen izin veya hizmetlerin karşılığı olarak bir mali yıl içinde altı milyon Türk Lirası’nı geçmemek üzere yönetmelikte belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde ücret alınabileceği öngörülmek suretiyle bir üst sınır belirlenmiş ise de ücretin miktarına ilişkin yalnızca üst sınırın belirlenmesinin ücretin kanunla belirlendiğinin kabulü için yeterli olmadığını vurgulamış ve netice olarak “altı milyon Türk Lirası’nı geçmemek üzere yönetmelikte belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde” ibaresinin, Anayasa’nın 7., 13., 35., 48. ve 73. maddelerine aykırı olduğuna hükmetmiştir. (Anayasa Mahkemesi E.2021/106 K.2024/101 T.9.5.2024)
Kararın buraya kadar olan kısmı için bir diyeceğim yok. Kuralla öngörülen yükümlülük bir nev’i resim niteliğindedir. Bilindiği gibi resim, bir iş ya da faaliyetin yapılmasına yetkili kuruluşlar tarafından verilen izin nedeniyle öngörülen ya da harca benzer biçimde kamu kurum ve kuruluşlarının sunduğu hizmetin ve yaptıkları giderlerin karşılığı olarak yalnız sunulan hizmetle ilgili gerçek ve tüzel kişiler için öngörülen bir yükümlülük şeklinde açıklanmaktadır (Anayasa Mahkemesi E.2013/41, K.2013/124, T.31/10/2013). Resimler de Anayasanın 73. maddesinde yer alan verginin yasallığı ilkesi kapsamında olan bir mali yükümlülük türüdür. 1567 sayılı Kanunla öngörülen davaya konu yükümlülük ise yasallık ilkesi adeta yok sayılarak ihdas edilmiştir. Bu nedenle iptal kararının akademik açıdan son derece yerinde bir karar olduğunu düşünüyorum.
Gelelim kararın anlayamadığım ve bana ilginç gelen yönüne.
Anayasa Mahkemesi, iptal kararı ile “doğacak hukuksal boşluğun kamu yararını ihlal edeceği” gerekçesi ile iptal kararının dokuz ay sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Kararın bu yönüne katılmak olanağı ise yoktur. Birincisi burada kamu yararı değil, hazine yararı söz konusudur. Mali hukuk hazine yararı ile mülkiyet hakkı (cebe uzanan el ile cebin sahibi) arasında adalet ve dengeyi sağlama işlevini yüklenmiş bir hukuk dalıdır. Anayasa Mahkemesinin, mülkiyet hakkına tecavüzü, bir başka deyişle alınmak istenen ücretle Anayasal ilkelerin ihlal edildiğini saptadıktan sonra “9 ay daha ödeyin ki hazine zarar görmesin” görüşünü benimsemesini anlamlandırmak mümkün değildir. Zaten esas incelemesi 4 yıl sonra yapılmış, dört yıl boyunca mükelleflerin ödediklerinin Anayasa’ya aykırı olduğu ortaya çıkmıştır. Şimdi bu yükümlülüğün mükelleflerine 9 ay daha katlanın denilmesi bence yerinde bir karar olmamıştır.