FARUK ŞÜYÜN
Şirketler kurarak nesillerin geleceğini şekillendiren babalar olduğu gibi sanatın peşinden giderek evlatlarına hayal etme cesareti kazandıranlar da vardır. Ama hepsi, en büyük mirası aynı özle bırakır: Karakter, sevgi ve yol gösteren bir ışık. Türkiye’nin geçmişinden bugününe taşınan hikâyeler, babaların evlatlarına miras bıraktığı kutlu değerleri içeren birer yaşam kılavuzu olur.
Türkiye’yi omuzlarında yükselten neslin babaları için “söz”, senetlerden daha kıymetli; “itibar”, sermayeden daha değerliydi. Bu, âdeta yazılmamış bir anayasaydı. Mustafa Kemal Çolak’ın hazırladığı “İz Bırakan Babalar” kitabını okurken Türkiye’nin sanayi tarihini düşündüğümüzde, bu kahramanların portreleri bir bir canlanır. Görürüz ki devasa holdingleri kuran o duayenler, yazıları kaleme alan evlatlarının kalbinde ve aklında her şeyden önce “baba” olarak iz bırakmışlardır. Babalardan geriye kalan asıl mirasa Çolak’ın kitabında yazılanlar ve sanat-edebiyat dünyasının ustalarının hayat hikâyeleri tanıklık etmektedir:
Üzeyir Garih’in oğlu İzzet Garih'e “Benim sana bırakacağım en büyük miras tavsiyelerimdir” demesi, bu gerçeğin en yalın ifadesidir. Sani Konukoğlu’nun, oğlu Adil Sani Konukoğlu’na öğrettiği “İşin hilesi dürüstlüktür” ilkesi, tüm zamanlar geçerlidir. Bu, karakterin sermaye olduğu anlayışı; Davut Doğan’ın babası Hacı Ali Doğan’dan öğrendiği “itibar paradan önemlidir” dersinde, İbrahim Erdemoğlu’nun babası Mehmet Erdemoğlu’nun “asla yalan söylemeyin” diye başlayan ve bir anayasa gibi yaşatılan öğütlerinde ve geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrılan Asım Kibar’ın oğlu Ali Kibar’a miras bıraktığı “söz namustur” ahlakında vücut bulur. Bu ahlak, Simge Group ve E-MAK’ın kurucusu Nezir Gencer’de, oğlu Emre Gencer’e dediği “Gençlere derim ki, makam aramasınlar, meslek arasınlar. Kendilerini saydırmasınlar, sevdirsinler, sevgisiz saygının hiçbir anlamı yoktur. Benim emrimde şu kadar insan var, ben bunlara emir vereceğim bakışı yanlıştır” sözlerinde yansır.
“BEN HAYATTA EN ÇOK BABAMI SEVDİM”
Yaşar Kemal’in Anadolu’nun destansı hikâyelerini yazmasına ilham olan babası Sadık Efendi, camide namaz kılarken onun gözleri önünde öldürülmüştür. Yaşadığı bu olay Yaşar Kemal’i çok etkilemiş, kitaplarına yansımıştır. Eserlerindeki erkek başkişilerin çoğunluğunda bir “babasızlık” olgusu görürüz. Baba ölmüş olabilir, çoğu zamansa öldürülmüştür.
Bu babalar, çocuklarına hayatı teoride değil, pratikte öğrettiler. Onlar için en iyi okul, hayatın ta kendisiydi. Bu öğrenme süreci; Turan Tuna’nın oğlu Nuri Tuna’yı mobilya atölyesinin tozuyla tanıştırmasıyla, Eyüp Sözdinler’in oğlu İlker Sözdinler’e hata yapma özgürlüğü tanıyarak cesaret aşılamasıyla, Birol Altınkılıç’ın çocukları Dilara Altınkılıç Kutmangil ve Kaan Altınkılıç’ı daha küçük yaşta toplantılara dahil ederek onlara duyduğu güveni göstermesiyle şekillendi. Aynı şekilde, küçük bir atölyeden dev bir holding yaratan Beyçelik’in kurucusu Faik Çelik, oğlu Baran Çelik’e en büyük dersi, üretimin kalbi olan tezgâhların başında, alın teriyle verdi. Onun için en büyük okul, bir işin çıraklığını yapmadan ustalığına soyunmamaktı.
Diğer yanda, Cumhuriyetin eğitim meşalesi Hasan Ali Yücel gibi bir devin gölgesinde büyüyen Can Yücel, kendi ateşini onun aydınlattığı yolda yaktı. “Ben hayatta en çok babamı sevdim,” dizesi, bu karmaşık ve sevgi dolu bağın en dokunaklı itirafıdır.
Ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun oğlu Mehmet Hamdi Eyüboğlu, babasının renklerle kurduğu tutkulu ilişkiyi anlatarak, sanatın bir yaşam biçimi olarak aktarılmasının önemini vurgular.
Bir babanın vizyonunu devralmak, bazen o yoldan sapmadan yürümek, bazen de o yoldan yeni patikalar açmaktır. Bu milli vizyon; Vehbi Koç’un oğlu Rahmi Koç’a devrettiği sanayi meşalesinde, İdris Yamantürk’ün oğlu Tevfik Yamantürk’e miras bıraktığı ‘Cumhuriyet’e borçlu olma’ bilincinde, Halil Kaya Gedik’in ‘Devrim Arabası’ndaki onurlu imzasında ve en güncel haliyle, Özdemir Bayraktar’ın hayallerini oğlu Selçuk Bayraktar’ın gerçeğe dönüştürdüğü milli teknoloji hamlesinde yankılanır. ODE Yalıtım’ı kurarak yalıtım sektörüne yön veren Orhan Turan’ın oğlu Ozan Turan’a bıraktığı vizyon da sadece bir şirketi değil, sivil toplum liderliğiyle ülkenin geleceğini de dert edinen, kurumsallaşmayı ve sürdürülebilirliği en temel miras sayan bir anlayıştır.
Sabahattin Ali’nin kızına bıraktığı en değerli miras, dürüstlük ve cesaret dolu kalemidir. Filiz Ali, babasından öğrendiği insan sevgisini ve adaleti sanata bakışında ve eğitmenlik hayatında hep yaşatmıştır.
İbrahim Bodur’un kızı Zeynep Bodur Okyay’ın anlattığı gibi sanayiyi Anadolu’ya yayarken de Balıkesir’den dünyaya uzanan bir sanayi duayeni olan Rona Yırcalı’nın, ulusal ve uluslararası odalardaki öncü liderliğiyle Türk iş dünyasının bir nevi ‘akil insanı’ ve ‘ticaret elçisi’ olmasında da Selçuk Yaşar’ın, DYO ve Pınar gibi markalarla sadece duvarları değil, sofraları ve zihinleri de renklendirerek Türkiye’nin modernleşme yolculuğuna öncülük etmesinde de aynı memleket sevdasıyla parlıyordu. Yine geçtiğimiz haftalarda aramızdan ayrılan tekstil duayeni Osman Boyner’in kurduğu sağlam temellerin üzerinde oğlu Cem Boyner, kendi dinamik vizyonuyla yeni alanlar açarak, bir mirasın cesaretle yeniden icat edilebileceğini gösterdi. Cem Hakko, duayen babası Vitali Hakko’nun sadece bir marka değil, bir yaşam tarzı yarattığını anlatır; onun, Cumhuriyet’in modern Türk kadınını yansıtan “Vakko Kadını”nı nasıl bir hayalle şekillendirdiğini gururla paylaşır. Kerem Alışık ise babası Sadri Alışık’ın sanat meşalesini yeni nesiller için parlatmaktadır.

TAMAMLANMIŞ ZAFERLER, YARIM KALMIŞ HAYALLER
Bazen bu meşale, zamansız sönen bir ateşin küllerinden yeniden doğar. Bir babanın mirası, sadece tamamlanmış zaferler değil, bazen de yarım kalmış hayallerdir. Henüz 10 yaşındayken babası Bekir Kutmangil’i kaybeden Ali Esat Kutmangil için babalık mirası, bir ömür boyu taşınacak bir sorumluluk ve hiç sönmeyecek bir “kutup yıldızı”dır. Cemal Süreya’nın “Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü, kör oldum” dizeleriyle anlattığı böyle derin kayıplar, geride kalan evlatlara, babalarının vizyonunu ve hayallerini gerçekleştirme görevini bırakır. Ailesini ve memleketini çok seven, yaratıcı ve cesur bir girişimci olan Bekir Kutmangil’in yarım kalan projeleri, bugün çocukları tarafından bir onur borcu gibi sahiplenilmektedir. Bu öykü, bir babanın en büyük izinin, bedeni aramızdan ayrılsa bile ruhunun ve hayallerinin evlatlarının yolunu aydınlatmaya devam etmesi olduğunu en dokunaklı şekilde anlatır.
Bugünün babaları da bu meşaleyi farklı şekillerde taşıyor: Dijital çağın karmaşasında çocuklarına yol gösteren, duygusal bağları önceleyen, onlara köklerini unutturmadan kanat açmayı öğreten bir nesil yetişiyor.
Tüm unvanların, tüm başarıların ötesinde baba, bir sığınaktır. Harika Güral’ın babası İsmet Güral’a “ilk aşkım” diye seslenmesinde, Mehmet Reis’in kızları Nilay Reis Göktürk ve Işılay Reis Yorgun’a verdiği cesarette bu sarsılmaz bağın izleri vardır.
Ve bazen babalık, kendi ailesinin sınırlarını aşar; Sakıp Sabancı gibi tüm Türkiye’nin ‘Sakıp Ağası’, güler yüzlü babası olur. Bu koruyucu babalık; Hüseyin Nuri Çomu’nun hayırseverliğinde, Rahmi Kula’nın babası Faruk Kula’dan öğrendiği “Çocuğuna yedirmeyeceğini üretme” ahlakında ve daha nice duayenin topluma uzattığı şefkat elinde yaşar.
Bugün, gölgelerinde büyüdüğümüz o sessiz kahramanları, yüreklerinde hem bir dağın ağırlığını hem bir baharın şefkatini taşıyan babalarımızı ziyaret edelim, aramızda değillerse analım. Onların hayatları bir okul, öğütleri bir rehber, hayalleri evlatlarına bırakılmış birer pusuladır. Nesilden nesile aktarılan bu ışık, zamanın en derin karanlıklarını bile delip geçen bir meşale gibi yanmaya devam eder. Bazen bir sözüyle cesaret veren, bazen bir bakışıyla huzur taşıyan bu çınarlar, yalnızca çocukları için değil, bir milletin geleceği için de kök salar. Özü dürüstlükle yoğrulmuş bu miras, gökyüzünde yönümüzü gösteren yıldızlar gibi, hatıralarımızda sonsuz bir ışık olarak parlasın.