MEHMET KAYA / ANKARA
TEPAV Direktörü Coşkun Cangöz, mevcut Türkiye iç borç stokunun GSYH’ye oranına başka ülkelerin borç yükü ile karşılaştırılarak bakıldığında yüzde 20’lerin biraz üstündeki oranla bir risk değerlendirmesi yapılmadığını ancak Türkiye’nin kendi koşulları değerlendirildiğinde çeşitli riskler gözlendiğini kaydetti. Cangöz, döviz artışının enflasyonun altında kaldığı sürece borç stokunun milli gelire göre azalır göründüğünü ancak aslında gerçek resmin bu olmadığını belirtti.
EKONOMİ’ye değerlendirmelerde bulunan Coşkun Cangöz, bu riskleri, döviz cinsinden borçların yüksekliği, değişken faizli borçlanmanın olası bir faiz yükselişinde ilave yük getirmesi, şu anda yüksek faizlerle yapılan borçlanmanın geri ödemelerinin başlamasıyla, şimdiden görülen ana paradan daha fazla faiz ödemesi olgusunun artarak devamı, borçlanma imkanları olarak sıraladı. Mevcut görünümde, bu risklerin hali hazırda yönetilebiliyor olmasının enflasyondaki düşüş ve kurdaki istikrarlı gidişe bağlı olduğunu hatırlatan Cangöz, bu nedenle kamu maliyesi açısından program ve enflasyondaki seyrin 2025 için kritik ve belirleyici bir yıl olacağının altını çizdi.
“Rehavet girmemize izin vermeyecek kadar riskleri barındırıyor”
Cangöz, yılın 9 trilyon 255 milyar TL borç stokuyla tamamlandığını hatırlatarak, bunun tahmini GSYH’nin yüzde 21- 22’si dolayında olduğunu hatırlatarak, oranın düşük olmasına karşılık, 2021’de 2.7 trilyon TL olan stokun bu seviyelere gelmesinin önemle değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı.
Yine de GSYH’ye oranla düşük görünse de Türkiye açısından yönetilmesi-dikkat edilmesi gereken bir süreci işaret eden Coşkun Cangöz, borcun kompozisyonundaki değişimlerden kaynaklı risklere değinerek, “Borcun önemli bir kısmı döviz ise -ki bizde öyle-; borcun yüzde 56-57’si döviz. Geçtiğimiz yıllara göre biraz geriledi ama yine de yüksek. Borç stokunun yarısı döviz olduğu için stok da artmıyor. Dövizdeki artış, enflasyonun altında kaldığı müddetçe borç stoku milli gelire göre azalıyor görünüyor. Aslında bu gerçek resim değil. Kurdaki en küçük oynamada bozulacak. Geçmişte bunu Türkiye tecrübe etti. O zaman da bir yanda bizim şu anda az gördüğümüz borç stoku yukarılara çıkabilir. GSYH’ye oranla düşük ama rehavete girmemize de izin vermeyecek kadar riskleri barındıran bir yapısı var” dedi.
Programın başarısıyla yakından ilişkili
Her iki görünümün, programın uygulanması ve başarısıyla doğrudan ilişki içinde olduğunu vurgulayan Coşkun Cangöz şu görüşün altını çizdi: “2025 bir kırılma yılı. Enflasyon aşağı gidecek, kamu maliyesi tarafından destek verilecek, bütçe açığı yüzde 3’e düşecek. Hükümetin anlattığı ve yurt dışında satın alınan hikaye de bu. Oysa biz yılsonunda yüzde yirmileri değilse bile yüzde 30’ların altında bir enflasyon göreceğiz. Ciddi bir indirim olmuş olacak. Bir de doğrudan doğruya enflasyona endeksli, tüfeli senetler var. Onların payı nispeten azaldı ama yüzde 6-6,5 civarında. Hazinenin veya genel olarak borç, devlet borcunun kaderi, programın gidişatına çok bağlı.”
Yıllık bazda ilk kez faiz ödemesi ana para ödemesini geçti
Cangöz, programın öngörülen patikada ilerlemesi halinde bütçenin son birkaç yılda olduğu gibi sayısal olarak şişemeyeceğini ve iç borç stokunun daha da görünür hale geleceğinin altını çizerek şunları kaydetti: “2024’te de biz anapara ödemesinin üzerinde faiz ödedik. Ve bu makas açılıyor. Şimdi 2025’te öngörüler çok daha fazla anapara üzerinde faiz ödememizi gerektiriyor. Şimdi bu yine hani enflasyonun düştüğü bir ortamda bize şunu ima eder: Bütçede faiz ödemelerinin ağırlığı hızla artmaya devam eder. Çünkü mevcutları bir anda azaltamazsınız. 2024’te yaklaşık 1.5 trilyon net borçlanma yaptık. Vadeleri nereden baksanız 1 yılın üstünde. Yaşadığımız enflasyon şokundaki artışlar ilerleyen dönemlere yansıyacak. Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda, birkaç yılda biz faiz ödemelerimizin normal olarak daha da arttığını göreceğiz.” Coşkun Cangöz, gelecek yıllarda faizin program ve bütçe üzerindeki baskısının görünür hale geleceğini vurgulayarak, hareket alanı oluşturmak için vergi artışı ile karşılanabileceğini kaydetti.